Hande Çayır

27 Kasım 2024

Otoetnografi: Bildiğimizi nasıl biliriz?

Akademik yazılardan her ne kadar belirli bir ciddiyete sahip olması beklense de, bu durum yaratıcı ifade biçimlerinden tamamen uzak durmayı gerektirmez. Otoetnografi, ‘ben dili’ ile teoriyi buluşturmak isteyenlerin, öğrencilerin ve araştırmacıların ilgisini çekebilir

Tommy Ingberg, Karga (2011)

Otoetnografi, kendine ve topluma bakarak yazmak demek. Oto, yani, bana ne oluyor, oradan hareketle etno, yani, topluma ne oluyor, ve sonra grafi, yani, hadi yazalım, hepsini bir araya getirelim ve inceleyelim. Bu, akademik bir araştırma yöntemi. Başka bir deyişle ‘bildiğimizi nasıl biliriz’ sorusuna verilebilecek bir cevap.

Peki, nasıl biliyoruz? Okuyarak, izleyerek, tarihten belki ders alarak, bazen uzmanlarla konuşarak, birilerini dinleyerek, arşivleri tarayarak, deneyler yaparak, kendini tekrar eden yapılara bakarak, analiz ederek; fakat, bazen de hissederek, bizzat yaşayarak biliyoruz. Bir şeyler başımıza geliyor, canımız yanıyor ya da seviniyoruz ve oradan öğreniyoruz ve buna göre mesafe alıyoruz ya da yöntem değiştirip devam ediyoruz.

Otoetnografiyi 2013 yılında kütüphanede keşfetmiştim. Kimileri ada keşfeder. Onun gibi ben de aslında hep orada olan (çünkü mesela feminist literatür de “özel olanın politik” olduğunu söyler) ama sanki gizli kalmış bir toprağa ayak basmış gibi hissetmiştim. İstanbul Bilgi Üniversitesi kütüphanesindeki bir metodolojiler sözlüğünde bazı açıklamalar vardı ve tam da benim yapmak istediğimi anlatıyordu. Şimdilerde bu sözcüğü Google Scholar’a yazdığınızda 115 bin sonuç çıkıyor. YÖK sitesinde ise 2016 yılından başlayarak 15 doktora ve yüksek lisans tezi var.

Tezi yazmadan önce, böyle bir yöntem olduğunu bilmezken ‘Saçmalama Hande, akademide kendini mi araştıracaksın’ diyenler olmuştu. Bir nevi akademik geleneği ve alışılagelmiş olanı zorlamak aslında tabii bu. Oysa ki bana çok mantıklı geliyordu. Soyadım değişmişti. Bu durum beni rahatsız etmişti. Bu konuda bir kısa film yapmıştım. Başka kadınların hikayelerini ve karar alış süreçlerini merak etmiştim. Sonra bu durumun erkekleri ve çocukları da etkilediğini fark ettim. Herkesin bir soyadı vardı. Hatta konu evrenseldi. Üstelik devlet de işin içindeydi. Şimdi geriye dönüp bakınca iyi ki ‘yapamazsın’ diyenleri dinlememişim diyorum. Amerika’daki Vernon Press de bu düşünceye katılmış olmalı ki tezimi hakem süreci sonunda kitap olarak 2020 yılında bastılar.

Bu süreçte Feridecim (tez danışmanım Prof. Dr. Feride Çiçekoğlu) bana inanmıştı. Danışmanınızın size inanması akademide başınıza gelebilecek en iyi şeylerden biri. Bir diğeri de sağlam kaynaklar toplamak. Bunun için otoetnografi yöntemini kullanarak tezini yazmış bir araştırmacı bulmuştum. Larissa Sexton-Finck’in* 2011 yılında Avusturalya’da yayımlanan tezi Be(com)ing Reel Independent Woman: An Autoethnographic Journey Through Female Subjectivity and Agency in Contemporary Cinema with particular Reference to Independent Scriptwriting Practice. Yani, ‘Film Bobini’ Kadını Olmak: Özellikle Bağımsız Senaryo Yazımı Pratiğine Atıfta Bulunarak Çağdaş Sinemada Kadın Öznelliği ve Hareket Alanı Üzerine Bir Öz-etnografik Yolculuk.

Daha sonra 2013 yılında Arizona Üniversitesi’nde ikincisi düzenlenen otoetnografi konferansına** gitmeyi başardım. O yıllarda dolar bu kadar yükselmemişti ve bağlantı kurabileceğim Facebook grupları yoktu. Tam bir macera olmuştu ve ilk akademik konferansımın içinde dans, performans ve şiir yazım atölyeleri olduğunu hatırlayınca ‘çıtayı yüksek yere koymuş olmalıyım,’ diyorum. Konferans dönüşü İstanbul Bilgi Üniversitesi kütüphanesinin yöneticileri ile öğrendiğim otoetnografi kitaplarının bilgilerini paylaşmıştım, onlar da hemen kitapları almıştı. Bu beni çok mutlu etmişti.

Tez jürimin katkılarıyla (Prof. Dr. Aslı Tunç, Prof. Dr. Ayşegül Yaraman, Doç. Dr. Diğdem Sezen ve Prof. Dr. Itır Erhart) tezim derinleşmişti. Bense bu sırada Türkiye’de otoetnografik yöntemle yazılan ilk doktora tezini yazdığımı bilmiyordum. Sadece hoşuma giden, beni kızdıran ve merak ettiğim bir şeylerin peşine düşmüştüm. Aslında bu tezin bir ilk olduğunu bana Ankara Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi’nden Prof. Dr. Serpil Aygün Cengiz söyledi. 2020 yılında beni derslerine konuk olarak çağıran sevgili Dr. Serap Duman İnce vasıtasıyla tanıştık. Yakın zamanda Serap’ın otoetnografik yöntemle ele aldığı tez sunumunu dinlemek de kısmet oldu ve çoğumuz gözyaşlarımızı tutamadık. Tezin adı Otoetnografik Deneysel Film Çalışması: Arzunun Kayıp Nesnesi Annelik. Daha sonra İngiltere’deki bir konferansta aynı alanda çalışan bir araştırmacının ‘gözyaşlarım biliyor’ demesi de tesadüf değildi.

T24’ün ‘başka bir gazetecilik mümkün’ demesi gibi (elbette bağlam farklı ama) akademiye yıllarını vermiş sevgili Serpil de ‘başka bir akademi mümkün’ diyor sık sık şimdilerde bana. Tezimin bu hislere kapı aralayacağını hiç düşünmemiştim. Tezler tozlu raflarda kalır ve okunmaz sanıyordum. Aslında bu yazıyı yazma amacım biraz da şu: Akademik yazılardan her ne kadar belirli bir ciddiyete sahip olması beklense de, bu durum yaratıcı ifade biçimlerinden tamamen uzak durmayı gerektirmez. Otoetnografi, ‘ben dili’ ile teoriyi buluşturmak isteyenlerin, öğrencilerin ve araştırmacıların ilgisini çekebilir. Yeni okuduğum engellilik çalışmaları ile ilgili bir kitap*** da bu yönteme başvuruyor.


* Konferansın sitesi: International Association of Autoethnography and Narrative Inquiry

** Finck’in tezi: Becoming Reel Independent Woman

*** Lived Experiences of Ableism in Academia: Strategies for Inclusion in Higher Education / Akademide Sağlamcılığa İlişkin Yaşanmış Deneyimler: Yükseköğretimde Kapsayıcılık Stratejileri, derleyen Nicole Brown, Policy Press, 2021.