Hande Çayır

09 Haziran 2015

Müşahittim, ‘Kızım bak git’ diyen sandık başkanı tarafından kovuldum!

Oy kabinine oy kullanan dışında girenlere itiraz ettim, kulak asan olmadı…

Sabah saat 7:15, henüz kimse yok.

“Priz nerede acaba” diye soruyorum sandık başkanına. “Yok burada” diyor, orası bir oda halbuki, olmalı. “Nasıl olmaz” diyorum; sesim inceliyor, sanki çay tepsisi taşıyorum da “benden zarar gelmez” sinyalleri yayıyorum. “Ha, priz mi, şurada var, hanım kızım” diyor sonra.

Bu sırada, biri “Selamün aleyküm” diyip içeri giriyor. Benimse, önce bir “merhaba” dökülüyor dudaklarımdan; sonra “Ay şey aleyküm aleyküm...” gibi bir karmaşa yaşıyorum. Hanım kızın keçeli kalemi ile sandık başkanı kağıtları dolduruyor. Yardımlaşma başladı, diyorum içimden. İşte yine yan yana çalışacağız. Sıraya oturuyorum. Sinüs, kosinüs ve tanjantı düşünüyorum. Ne zamandır yoktular hayatımda. Okulun çeşitli yerlerine serpiştirilmiş, sinüs, kosinüs ve tanjant... Sonra eteğimi çekiştirdim, bacaklarımı kapatma ihtiyacı hissettim. MHP’den biri, bağımsız müşahitlik yapmak istediğini söyleyen başka biri ve başörtülü bir CHP’li vardı odada.

“Hanım kızlık” rolümü acaba başarı ile icra edebilecek miyim? Bu rolü sürdürdüğümde ortalık hep dingin oluyor. Ilımlı, uyumlu oluyorum. Kimseciklerin huzurunu kaçırmıyorum. Karşılığında da duvara asılı bir tablo gibi, cansız ve itaatkâr bir süs nesnesi gibi “hanım kızım” oluyorum. Hanım hanımcık oturmalıyım ve bu babalarımın (!) seçimi nasıl yönettiğini izlemeliyim şimdi.

Haydi, bismillah deyip açıyoruz” dedi başkan. Besmeleyi kamusal alanda yüksek sesle söylemenin bir anlamı var. Selamün aleyküm’le odaya girmek de öyle. Saat 8:00. Oy kullanma vakti geldi. Sandık başkanı, kabine, iki kişinin aynı anda girip oy kullanmasına defalarca izin verdi. Müşahit olarak, böyle bir şeyin olamayacağını, bunun usulsüzlük olduğunu söyledim. Sabah 8:00’den 9:30’a kadar en az dört kez, ikişer kişilik gruplar hâlinde kabine girenler oldu. Günün geri kalanının da benzer şekilde geçeceğini düşünürsek yüksek bir rakam. Sandık başkanını ve odadaki tüm ekibi uyarmama rağmen kimse kulak asmadı. Sandık başkanı, “Sen gözlemcisin, otur oturduğun yerde” dedi.

 

Ve Sandık Başkanı beni kovuyor!

 

Yanımdaki (CHP ve HDP’den olmadığına emin olduğum ama hangi partiden olduğunu kestiremediğim) arkadaş benimle konuşmaya başladı. Telefonumun üstünde Pantone Universe 19-1762 Crimson yazıyor. Grafik tasarım eğitimi aldığım günlerden kalma bir renk kodu bu, kılıfını öyle almıştım. Bunun, kimliğime dair bir şey söylediğini yeniden fark ettim. Yanımdaki, sözü açan bu arkadaş da tekstil sektöründenmiş, Pantone’yi kullanıyormuş. Buradan bir ortaklık kuruldu. Yani, üstümüzde taşıdığımız nesneler iletişimi başlattı. Atatürk rozeti takan CHP’linin, AKP’liyle sandık başında yaşadığı o tartışma gibi.

Sandık Başkanı Niyazi Mutlu, kabine yapılan ikili girişlere yine bir şey demedi. Tekrar uyarınca “Kızım bak git” diye konuşmaya başladı. Artık “hanım kızım” değil sadece “kızım” olmuştum. Pantone bilen arkadaş, “Ama niye öyle diyorsunuz, o da gördüğünü söyleyecek tabii” dedi benim için ve bir daha hiç konuşmadı. Sandık başkanıysa hiç oralı olmadı. Kuruldaki başörtülü-CHP’li kadın da “Benim annem de hasta, onunla tabii ben de gireceğim kabine birlikte” gibi şeyler söyledi.

Etkisiz bırakılmaya, kaale alınmamaya, çok sesli olamamaya, “hanım kızım” demeden algılanamamaya, yapılan iş üzerinden konuşamamaya sinirlendim. Sonra, oturduğum yerden videolar çekmeye başladım. İlk usulsüzlük tespiti videom burada.

Bu ikinci videoda ise, başkan çekim yaptığımı fark ediyor ve beni müşahitlikten kovuyor. Artık kesinlikle “hanım kızım” değilim:

Bu olaylar, Resneli Niyazibey İlköğretim Okulu, Sandık No: 1033, Mecidiyeköy, İstanbul’da oldu. Telefonda CHP’li arkadaşımla konuşurken o beni, CHP okul sorumlusuna yönlendirdi. Sonra HDP’li arkadaşımla konuştum, o da “HDP sorumlusuna git, o yardım eder” dedi. Kim hangi yapının içindeyse, oradan konuşuyor, güvendiğine, arkadaşını emanet ediyor. Bir partiden olmanın, (“memleket neresi” gibi, toplumsal cinsiyet rolleri gibi, Galatasaraylı olmak gibi) kimlik inşasında önemi ne çok!

Yılmaz Erdoğan’ın yeğeni Ersin Korkut da bu sandıkta oy kullandı. Celebrity’ler gelince ayrı bir hava esiyor. Sonra, annesinin alzheimer olduğu ve evde onu beklediği gerekçesi ile bir kadın herkesin önüne geçti. Ona “cık cık cık” dediler. Çıkarken “Kusura bakmayın, hakkınızı helal edin” dedi.
Türkiye’de başka bir sistem işliyor. Karışık dengeler, tuhaf bağlar ve aleyküm selam’lar var. İçeri hapidik hupidik ikişer kişi girdiklerinde, “Zaten o basamaz ki, ne olacak canım, yardım etsin” diyenler oluyor. Oysaki, çektiğim bu iki videoda da eli ayağı sağlam seçmenler var. Ayrıca, genelgeye göre dışarıda herkesin gözü önünde yardım etmek gerekiyor. Yoksa girerim, yardım edeceğim diye kendi oyumu basar çıkarım o kişinin kâğıdına, olur mu öyle şey? Hatta bir an o kadar abartıldı ki durum. “Haşmeeeettt gel” diye teyze kabinden bağırdı ve amca da sek sek basarak hoplaya zırplaya kabine girdi:
- Geliyom, geliyom!
İçeriden sesler geliyordu:
- Tamam mı, evet evet, hah dur şuraya bas.
Sandık odalarında kamera sistemi olmalı ya da periscope’dan yayın yapılmalı. O odaların içinde neler neler dönüyor... Sonra istediğim kadar kontrol edeyim ben o oyları, sayılarını eşleştireyim, -içeride oylar usulsüz kullanıldıktan sonra şeffaflığın- ne anlamı var?
Bir kadın da mesela, sınıftaki projektörü kamera sandı. “Yok abla o okulun” dedi başka birisi. 9’la başlayan TC kimlik nolu kişilere oy kullandırmayın, mesajları geldi, Suriye’lilermiş, geçici kimlikteymiş onlar. Bazı sandıklarda kullanıldığı duyumlarını aldık.

Turuncu kalemler, kırmızı bantlar

 

Yanımda MHP’den genç bir kadın var. “Çantam burada kalabilir mi, oy kullanıp geleceğim” diyor. İçinde bomba olduğunu düşünüyorum bir an. Tuhaf mimikler yapıyorum, söylüyorum da. Çanta kalıyor, bomba falan da patlamıyor. Belki de Diyarbakır’daki patlamadan sonra yaralı hâlde oy kullanmaya giden seçmenlerden etkilenişimin tezahürüdür bu. Geri dönüyor. Sorduğu sorulardan, sandığa pek de hakim olmadığını anlıyorum. Ziyaretine babası geliyor. Görüyorum ki, babası istemiş o odada durmasını. Bir de, kitap okuyordu, Bana seviyorum deme hissettir, kitabın adı.

Denen o ki, bu seçimlerde, turuncu kalemliler AKP’liymiş. Kırmızı kol bantlılar da MHP’li. Kendi aralarında iletişim mekanizması kurmuşlar bu yolla. Ben bu arada, saldırgan sandık başkanı hakkında tutanak tutturdum. Arada gidip oy verdim. Kimliğimi unuttum. Arkamdan bağırdılar. Aldım. Yolda Pınar Selek’in mesajını okudum.

“Benim için de oy verin arkadaşlarım... Benim yerime de sandıkların başından ayrılmayın. Ve bu gece benim için de dans edin...”

Gözlerim doldu. Pınar Selek uzun süredir, çok sevdiği ve uğruna ne çok çalıştığı ülkesine giriş izninden mahrum bırakılıyor çünkü... Neyse ki yol çabuk geçiyor. Ve işte yeniden, sabah kovulduğum okuldayım. Bu kez başka bir sınıfa giriyorum. Oy ve Ötesi’nden arkadaşlarım yardım etti bana. Bu arada Filmmor’dan Tuğçe’yi görüyorum, o da görevli, çok seviniyorum.

Yeni sandık, şeker gibi. “Başkanım siz nerelisiniz” diyorlar. Kulak misafiri oluyorum. “Tunceli” diyor. Hop, kaldırıyorum kafamı, “Dersim demiyor musunuz” diyorum,  “Herkes bilmez şimdi” deyip göz kırpıyor, gülümsüyor. Popom çok acıyor oturmaktan. Uzun saatler çalışmaktan... Yine de bir yere kıpırdamıyorum. Twitter’dan bir sürü içerik paylaşıyorum. Plakasız arabaları görüyorum, tam oylar taşınacağı sırada ortaya çıkanları...

Cumhurbaşkanlığı seçimlerine göre, sonuçlar daha tatmin edici geliyor oyları sayarken. HDP barajı aşmaya yaklaştıkça seviniyorum. Dersim’deki arkadaşlarımı düşünüyorum. Çok yoruluyorum, bir gözüm internette. Gezi’de de gördük. Bizim dönemin örgütlü hareketlerine sosyal medya çok yardımcı oluyor. Bu arada Oy ve Ötesi vızır vızır çalışıyor. Neye ihtiyaç varsa madde madde paylaşıyor.

Oy pusulasındaki sorun

 

Sayım gerçekleşmek üzere. Çantamdan karbon kâğıdı çıkarıyorum ki ıslak imzalı tutanağı almak için vakit kaybetmeyelim. Pusulaların tasarımı oldukça sorunluydu. Bizim sandıktan 22 geçersiz oy çıktı. Bağımsız adayları ayrı bölümde belirtmedikleri için, uyarılara rağmen, iki kez basanlar olmuş evet’i... Artık vatandaşlık görevi oy vermekten öteye gitti. Müşahitlik yapmak çok doğal bir şey oldu. Sayım yapılırken çok sayıda kişi geldi, izledi.

Sandık başkanı, oyları açıp okuyordu. Cumhuriyet Halk Partisi, Saadet Partisi, AK Parti... AKP’li adam bir an gürledi:
- Yalnız hocam, ona Cumhuriyet Halk Partisi diyorsan bize de AK değil, Adalet ve Kalkınma Partisi diyeceksin! 

Biraz gerilim oldu, sonra geçti. Bir kadın hikâye anlattı. Mührü beklerken arkadaşı gelip “Üzülmesinler diye hepsine bastım ben, hepsine oy verdim” demiş geçersiz oyu hakkında. AKP’deki bir diğer kişi “Koskaca ikinci şubeden cemaate 3 oy çıkıyor ha, vay anasını” dedi. Artık ilişki kuracak hâlim kalmamıştı. Pınar Selek’ten bir mesaj daha gelmiş:

“Bugün ülkem bir eşikten geçti. Daha önce benzerini yaşamadığımız bir eşik. Ama bizi buraya getiren onlarca eşik var. En önemlisi de toplumsal hareketler arasındaki ittifak sadece barajı değil aklımızın sınırlarını da aşıyor. Gramsci'nin dedigi gibi: Aklımın karamsarlığı, irademin iyimserliği... Yaşasın!!”

Nihayet geç saatte de olsa evdeyim. Çok yorgun ama umut dolu.

Genel olarak, pasta dilimlerine bakınca düşündüm ki belki de çok seslilik mümkündür. Dört partinin dağılımı demokrasiye dair bir şey söylüyor ne de olsa. Bu arada, kadınların (yarı yarıya oranla) her alanda (Meclis’te-medyada) daha yüksek oranlarda temsil edildiğini görmek istiyorum. (Televizyonda da kadın sayısı çok azdı akşam, seçim sonuçları yorumlanırken.) Şu an 550 vekilden 98’i kadın sadece. Yüzde 17,8 ediyor ve bu oran çok az. AKP’nin yüzde 15,8’i, CHP’nin yüzde 15,9’u, MHP’nin yüzde 5’i ve HDP’nin yüzde 40’ı kadın.

Bu en yüksek (yüzde 40) kadın-temsil oranı için çok teşekkür ederim Halkların Demokratik Partisi!

Nasıl olduysa kulağımda, Sırrı Süreyya Önder’in sesi kalmış. Hoyratlığa karşı demokrasinin, zulme karşı özgürlüğün, şımarıklığa karşı tevazunun, savaşa karşı barışın zaferi!