Hande Çayır

15 Kasım 2016

Melis’in yamuk ve rujlu mikrofonu

"Eskiden buralarda şansa yaşıyoruz diye düşünürdüm, şimdi şansa ölmüyoruz gibi bir durum var..."

Türkiye’de tam da şu an müzik yapmaya çalışmak anlamsız mı?

“Kendi dinlemek istediğimiz müziği yapıyoruz” dedi Glasxs. Yıllar öncesine götürdü bu söz beni. Belgeselimi kurgulamaya çalışırken onlarca söyleşinin ortasında kaybolmuştum. Pek değerli danışman hocam Nurşen Bakır şöyle demişti:

Handeciğim, izlemek istemediğin görüntüleri koyma.
Sen izlemek istemezsen başkaları da istemez onları.

Ne kadarını doğru aktardım şu an bilemiyorum. Hafıza ile olan ilişkimiz de tuhaf. Şunu biliyorum ama. Referans olarak kendi seçimlerimizi ortaya koyarsak ve onlara sadık kalırsak gelenler tam da ulaşmak istediğimiz kitle oluyor. Bana bunu hatırlattı paylaştıklarımız. 

İstenmeyen Pluton’dan bahsettiler. Glasxs’e sordum: 

Müzik yolculuğunuz nasıl ilerledi?

M: Uzun zamandır müzik yapıyoruz. Yine uzun zamandır birlikte müzik yapıyoruz aslında. İlk dahil olduğum grupta da İnanç vardı, Radiohead çalıyorduk. Sonrasında No Lemon’u kurduk. Herkes şehir, ülke değiştirmeye başlayınca grup da dağıldı. Sonra, ben Londra’da Cloud Shaped Cloud diye bir gruptaydım, İnanç Ankara’da Parfüm (Poi) ile çalıyordu. Ben dönünce Glass ismiyle solo projeme başladım. İnanç’la iletişim halindeydik, birkaç şarkı kaydettik birlikte, konserlerde birlikte çalmaya başladık, sonra dedik ki duo olalım, Glasxs olalım.

Kırılma noktaları nelerdi?

İ: Melis Londra’dan döndüğünde yeni şarkılar yaptığını söyleyip benden fikir istemişti. Ben çok farklı ve güzel bulmuştum çalışmalarını ve o zamanlar farklı şeyler yapmak istediğimi fark etmiştim.

M: Radiohead, OK Computer. İlk grup. No Lemon. James Blake. Londra’da Müzik ve Ses Teknolojileri yüksek lisansına kabul almak. Glass ve The Boy with No Soul. Glasxs ve Mavi Toz Ormanda.

Müzikten başka işlerle meşgul müsünüz?

M: Foley stüdyomuz var, ses mühendisi ve ses tasarımcısı olarak çalışıyorum. Freelance jingle, film müziği işlerim de oluyor.

İ: Evet hayatımı idame ettirmek için mühendislik yapıyorum. Az uyuyup müzik yapmaya çalışıyorum.

Geçiminizi müzikle mi sağlıyorsunuz?

Hayır.

Ekipte kimler var?

M: Glasxs duo olarak Melis ve İnanç’tan oluşuyor. Bir de albümde ‘alpha listener’ diye yazdığımız Orçun var. Başından beri bizimle, görsel işlerimizle o ilgileniyor ve müzik konusunda şarkıları son haline getirene kadar çok sihirli katkılarda bulunuyor, biz ona grubun üçüncüsü diyoruz, o pek kabul etmiyor.

İ: Melis, İnanç ve Orçun.

Türkiye karmakarışık oldu. Bu atmosferde müzik yapmak nasıl bir his?

İ: Daha çok yapamamak... Üç konserimiz iptal oldu, onun dışında psikolojik etkileri oluyor doğal olarak ve böyle bir ortamda müzik yapmaya çalışmak anlamsız geliyor ama devam etmek zorundayız.

M: Çok garip bir his. Eskiden buralarda şansa yaşıyoruz diye düşünürdüm, şimdi şansa ölmüyoruz gibi bir durum var. Her birimiz ayrı ayrı paranoyaklaştık ve inanılmaz kaygı sorunlarıyla boğuşuyoruz ülke olarak. Günlük hayatlarımızı yaşamaya çalışıyoruz ama korku var, umutsuzluk var.

İptal edilen üç konserimizin ikisi terör saldırıları, biri de darbe girişimi nedeniyle oldu.

Tanıtım partinize gelemedim. Nasıl geçti?

İ: Ben de gidemedim yalnız değilsin.

M: Biz oldukça heyecanlıydık, herkes sağ olsun albüme harika tepkiler verdi. Yüz yüze tanışmak da muhteşem oldu, biz çok mutlu olduk o akşamdan yani.

Bu yol boyunca isteyip de yapamadığınız bir şey oldu mu?

M: Daha fazla dinleyiciye ulaşmak istiyoruz, çabalıyoruz, olabildiğince konser vermeye çalışıyoruz. Bunları yapamamak gibi değil ama istediğimiz noktaya getiremedik henüz.

İ: Albüm label ile çıksın istedik ama olmadı.

Kliplere nasıl karar veriyorsunuz? Onları kim yapıyor?

İ: Klip fikirleri Orçun’dan geliyor. Biz de uyuyoruz yönetmenimize ama çekmeden önce konuşup birlikte düşünüyoruz tabii ki üzerinde.

M: Bir de Hayaletler’i Burak Serin çekti, Orçun yönetti. Albümden paylaştığımız yeni single’ımız She Won’t Give a Fu**’ı ise Burcengo üç aylık meşakkatli bir çalışma ile oluşturdu.

Çok güzel fikirlerimiz oluyor ama bütçeye bağlı biraz tabii klip işleri.

İşlerinizde de yer alması sebebiyle de kuşlarla aranız nasıl?

İ: Küçükken seveyim derken muhabbet kuşunu kaçırmıştım elimden ve kediye yem olmuştu. O günden beri uzaktan seviyorum. Baykuşları severim.

M: Baykuşlarla aramız iyi, İnanç’a Grey Owl diyoruz örneğin.

Şarkı söylemeye nasıl başladınız?

M: Anaokulunda ‘vak vak vak’ diye hatırladığım bir şarkı için koroda solist olduğum günü hatırlıyorum. Barış Manço’nun Adam Olacak Çocuk programında da çok heyecanlanıyordum, çıkayım istiyordum bütün çocuklar gibi sanırım.

Beste yaparken size neler oluyor?

İ: Albümdeki bestelerin bir çoğu Melis’e ait. Bas gitar ekleyip, bazı şarkıları tekrar düzenledik. Genelde Melis taslak bir kayıt yapıyor ve gönderiyor. Sonrasında üzerinde düşünüp değişiklikler yapıp son halini veriyoruz.

M: Bu sürecin üstüne düşünmüyordum, sadece oluyordu kendiliğinden ama geçenlerde bir gün değişik bir şey fark ettim. Normalde çok dikkati dağınık biriyim. Bir şarkıyla uğraşırken bir şekilde bölündü, o sırada fark ettim ki odaklanmak çok güzelmiş. Bir şeyler yapmaya başlıyorum, kafamda bir şeyler oluyor, çok organik bir şekilde gelişiyor. Sonrasında İnanç ve Orçun’la devamını getiriyoruz. Bazen de birlikte başlıyoruz.

Sırada ne var?

M: Planet Reverse çok yeni, onunla ilgili yeni bazı projelerimiz var bizi heyecanlandıran. Yurtiçi ve yurtdışı konserleriyle daha fazla kişiye ulaşalım istiyoruz bu süreçte. Bir de başka sürprizli şeyler var.

İ: Evet, yeni şarkılar ve konserler.

Hayalleriniz neler?

M: Çok hayalimiz var. Yaptığımız müziği çok seviyoruz, kendi dinlemek istediğimiz müziği yapmaya çalışıyoruz. İnsanların da bizim kadar dinlemek istemesini istiyoruz aslında. Hayaller ve hedefler o doğrultuda.

İ: Daha çok dinleyiciye ulaşmak ve hem yurt içinde hem de yurt dışında güzel organizasyonlarda sahne almak. Büyük festivallerde önemli insanlarla aynı sahneyi paylaşmak ve sadece müzik yaparak hayatımızı devam ettirmek.

Sizin için özgün olmak ne demek?

M: Farklı duygular uyandırmak olabilir. Daha önce karşılaşmadığınız, yenilikçi bir şeyler görmek, sadece müzik için değil her ne olursa olsun size farklı şeyler hissettirir.

İ: Tabii ki her müzisyen birilerinden etkileniyor, besleniyor. Bize nasıl güzel geliyorsa nasıl iyi hissettiriyorsa öyle müzik yapmaya çalışıyoruz.

Kostüm mühim bir şey mi sahnedeyken? Sizce kostüm nedir?

İ: Evet kesinlikle önemli. Kostüm, ışık ve sahne duruşu. Kostüm üzerinde epeyce uğraştık ve kendi imkânlarımızla bir konsept oluşturduk. Melis özellikle gidip kendine kostümler diktirdi. Ben de hâlâ farklı kostümler veya konseptler düşünüyorum ilerideki konserler için.

Bedenimiz evimiz mi?

M: Evet demek istiyorum. Bedeniniz rahat değilken ruhunuz da rahat etmiyor.

İ: Hiç düşünmedim ama evine nasıl bakıyorsan bedenine de aynı şekilde davranıyorsun. Bedenimiz evimizin aynası (Gülüyor).

Coverlarla aranız nasıl?

M: Cover yapmayı çok seviyoruz. İlk grubumuzdan beri cover yapıyoruz. Ben eskiden beri evde kendi kendimeysem sevdiğim bir şarkıyı değiştire değiştire söylerim. Bazı şarkılar çok güzel ve cover yapmadan duramıyoruz.

İ: Cover yapmak çok eğlenceli ama bir o kadar da riskli bir iş. Bazen hayal ettiğiniz gibi olmuyor bazen de çok memnun kalıyorsunuz çıkan sonuçtan. Bizim birçok cover parçamız var ve şu ana kadar güzel yorumlar aldık dinleyicilerden.

Yaptığınız işleri sadece dinlesinler mi? Dans etseler de memnun olur musunuz?

M: Dans etseler inanılmaz mutlu oluruz.

İ: Eskişehir Peyote konserimizde birçok insan dans etmişti ve onlar dans edince siz de daha çok kaptırıyorsunuz kendinizi yaptığınız müziğe. Biz sahnede olabildiğince çok dans etmeye çalışıyoruz.

Tam şu an nasılsınız?

M: Bilmiyorum.

İ: Arkadaşlarımı ve ailemi özledim. Gurbet hasreti… Gurbetçileri şimdi daha iyi anlıyorum galiba.

Hem Türkçe hem İngilizce şarkılar var sizde. Başak dilde de söylüyor musunuz?

M: Başka bir dilde söylemiyoruz. Bir jingle için Fransızca söylemiştim ama zordu.

İ: Bence Melis Fransızca söyler.

Dil değişince duygu da etkileniyor mu söylerken?

M: Aslında müzik ve sözler değiştiriyor hissi. Bunun üstüne daha önce hiç düşünmemiştim ama sanırım etkilenmiyor.

İ: Bence kesinlikle değişiyor. İngilizce şarkılarda özellikle daha zor Türkçe’ye göre çünkü anadiliniz değil.

Güvendiğim bir arkadaşımdan sizin işlerinizi dinlemesini rica ettim. “Of süper” dedi. Böyle geridönüşler sizi mutlu ediyor mu?

M: İnanılmaz mutlu oldum. İnsanların yaptığımız şeyi sevmesi, bunu bir de bizimle paylaşacak vakti ayırması muhteşem bir şey. Kesinlikle çok çok mutlu ediyor, bu sayede devam ediyoruz. Çok teşekkür ederiz arkadaşınıza ve bizimle paylaştığınız için size.

İ: Hem de nasıl! Geri dönüşler almak için çırpınıyoruz. İnsanlar dinlesinler ve iyi kötü eleştiri yapsınlar, bu çok önemli.

Gül rengi şarap içilmez mi böyle gündeyi kim yazdı?

M: Ömer Hayyam.

İ: İranlı şair Hafız Şirazi’nin diyenler de var. (Heh heh)

İlham aldığınız yönetmen, müzisyen, ressam vb. kimler var?

M: Radiohead, James Blake, Lykke Li, Portishead, Oh Land, Lana Del Rey, Frank Ocean, The Weeknd, Bat For Lashes, FKA Twigs, Grimes, Michel Gondry.

İ: Müzisyen çok var. Özellikle birkaç isim var etkilendiğim. Radiohead, Portishead, James Blake, Frank Ocean, Daft Punk, The Weeknd, E.S.T, Sigur Ros, Miles Davis, Moby, Marcus Miller.

Çocukluğunuzu özlüyor musunuz?

M: Bazen durduk yerde çocukluk anılarım geliyor gözümün önüne. Rahat bir şeydi tabii. Şimdi çok fazla şeyle uğraşıyoruz. Mesela küçükken deli gibi paten kayardım, bir iki yıl önce tekrar paten aldık, annemler çok dalga geçti. Büyümek istemiyorum daha fazla.

İ: Daha çok 90’ları özlüyorum galiba çünkü hayat daha güzeldi o zamanlar. Her gün sabah uyandığımızda bugün neler başımıza gelecek kaygısı olmadan yaşıyorduk. Yine bazı sorunlar vardı ama şu an en zor günlerimizi yaşıyoruz tüm ülke olarak. Çocukluğumdaki kalabalık aile yemeklerini özlüyorum en çok ve dedemi.

Hayatınız işinize ne kadar yansıyor?

M: Benim her şeyim birbirine yansıyor sanırım.

İ: Genelde yansıtmamaya çalışırım ama bazen mümkün olmuyor. Sebepsiz sinirli olduğum zamanlar oluyor özellikle pazartesileri veya geç uyunan geceler sonrası. Akşam prova yapacağımızı düşününce biraz daha kolay geçiyor zaman iş yerinde.

Singinin the Raini yaparken neler yaşadınız?

M: Singin’ in the Rain muhteşem bir şarkı. Sanki insanlar biraz keyiflenmek istediğinde, bir de üstüne yağmur varsa Gene Kelly’nin bu şarkıyı söyleyerek sokak lambası etrafında dönmesini izliyordur. Şarkıları cover’larken orijinal halleri gibi yapmıyoruz. Karanlık bir Singin’ in the Rain yapmak istemiştim, böyle oldu.

Planet Reverse’ün adına nasıl karar verdiniz?

M: Albümdeki yedinci şarkının ismi Planet Reverse. Houses and Rivers isimli bir single’ımız vardı,  onu albüme koymak istemiyorduk, ama sözlerinin ve şarkının kendisinin bizde ayrı bir yeri var, bir nevi kendi şarkımızı cover’ladık, yeniledik, albüme koyduk. Hem şarkıyı hem de şarkının ismini çok sevdik. Birkaç isim alternatifi vardı kafamızda ama bir türlü oturtamadık onları. The Boy with No Soul’u ilk paylaştığımızdan beri bir albüm ismi vardı aklımızda, ‘Winter Owls and Grizzly Bears’ ama iki sene içinde pek çok şey değişti, albümü bitirdiğimizde bu albümün hissiyatı o değildi. Planet Reverse bize tam hissettiğimiz ismi verdi.

Yurt dışındaki giglerde neler oluyor?

M: Londra konserimiz çok tatlıydı. Daha önce Radiohead’in sahne aldığı bir mekândı, o yüzden giderken heyecandan çıldırdık. Women of Electronica isimli bir etkinlikti. Bir çok tatlı grupla tanışma fırsatı oldu. İngiliz gruplar dışında Amerika’dan bu konser için gelen de vardı, Slovenya’dan da. Burada yarattığımız bir şeyi oraya taşımak güzel bir his. Ama şöyle komik şeyler oldu, nereden geliyorsunuz sorusuna Türkiye cevabını aldıklarında ‘voov taa oradan mı geldiniz, inanılmaaz’ tepkileri aldık hep. Bir de orada ismimiz doğru telaffuz edilir diyorduk ama İngilizler de ‘Glaks?’ diye geldiler yanımıza.

İ: Tabii ki yer aldığınız organizasyona göre veya sahne aldığınız mekâna göre değişen bir durum ama Londra’daki konserde çok fazla fark göremedik. İnsanlar yardımsever ve güleryüzlüydü. Daha fazla içtenlik.

23. İstanbul Caz Festivali nasıl geçti?

M: Çok güzeldi, böyle bir festivalde yer almak her şeyden önce harikaydı . İstanbul Caz Festivali ekibi, İKSV, Kadıköy Sahne, herkes harikaydı. İnsanlardan çok güzel tepkiler aldık sağ olsunlar.

İ: Organizasyon harikaydı. Gerçekten profesyonel bir düzen vardı başından sonuna kadar. Kadıköy Sahne’de yer aldık ve biz çok eğlendik sahnede. Özlemişiz böyle konser vermeyi.

Bir müzisyenin bir günü şöyle geçer diye bir şey var mı?

M: Kişiden kişiye değişiyordur sanırım. Bizim için bir yandan başka işlerle de uğraştığımız için vakitle ilgili sorunlar olabiliyor. Kendi adıma, o vakti bulduğumda müzikle uğraşmaya çalışıyorum.

İ: Benim günüm daha çok iş yerinde geçiyor ama bazı hafta sonları tüm günümü evden çıkmadan yeni birşeyler üretmekle geçiririm veya yeni albümler dinleyerek.

Sıradan bir gününüz nasıl geçiyor?

M: Sabah stüdyoya gidiyorum, proje bazlı çalıştığımız için günden güne farklılıklar olabiliyor ama genelde foley işleri yapıp kalan zamanda müzik yapıyorum ya da müzikle ilgili şeyler. Bir şey yaptıysam ilk iş İnanç ve Orçun’a gönderiyorum. Akşam yine projesine göre saati değişmekle birlikte eve dönüyorum ya da prova yapıyoruz, kayıt yapıyoruz. Genelde çıkıp yürüyüş yapmak paten kaymak gibi şeyler geçiyor aklımızdan ama öyle olmuyor. Ağaç yok, nerde başımıza ne gelecek diye korku var.

İ: Beraber buluşur vakit geçiririz. İçeriz sohbet ederiz.

Mikrofonun azizliğine uğradınız mı?

İ: Evet Melis’in yamuk ve rujlu bir mikrofonu var.

M: Bir de eskiden bir grubumla çaldığımız mekanda topraklama korkunçluğu yüzünden çarpılıp dururdum.

Unutamadığınız bir performansınızı anlatmak ister misiniz?

İ: Şu ana kadarki en eğlendiğimiz yer Eskişehir Peyote’ydi. O gece sahnede çok özgür ve rahat hissetmiştim kendimi. Ses sistemi çok iyiydi, sahne genişti.

M: Evet, sanırım Eskişehir Peyote. Sahnesi çok güzel, ekip çok ilgili ve iyi kalpli. Az kişi olmasına rağmen olanlar öyle bir enerji geçirdiler ki bize, çok eğlenmiştik. Bir de Londra’da 93 Feet East, ilk Londra konserimiz olduğu için hiç unutamayacağız bence.

Sık sık sıkılır mısınız?

M: Ben çok sıkılırım. Küçükken sürekli annemin yanına gidip ‘çok sıkıldım’ dediğimi hatırlıyorum. Hâlâ da çok sık sıkılıyorum.

İ: Bu aralar çok sıkılıyorum çünkü biraz yalnızlık çekiyorum yurt dışında ama genelde pek sıkılmam arkadaşlar sağ olsun izin vermezler.

Sizce neden dünyadayız?

M: Bulunduğum ortamlara, durumlara çok sık yabancılaşıyorum ama o anlarda bile nedenini tam olarak bulamıyorum. Ama şöyle düşünüyorum, dünyadayız çünkü evrenin bir parçasıyız. Bağlantılıyız. Bir de ‘başka bir dünya yok’. Mars, Jüpiter, Venüs, istenmeyen Pluton, tüm yıldızlar, Proxima güneş sisteminde dünya benzeri bir gezegen var, muhtemelen başka canlılar da var, ama başka bir ‘dünya’ yok. Galiba.

İ: Bizden daha üstün bir medeniyet bizi, Dünya denen sanal bir gerçekliğin içine atmış. %50 gibi bir olasılığı var bence, az değil.

Hayaletler ile aranız nasıl?

İ: Çocukken inanırdım ama bir faydasını görmedim bıraktım.

M: Benim en sevdiğim genre korku janrı. Filmlerde de kitaplarda da dizilerde de. Kamp yapıp ateş yakıp korku hikâyeleri dinlemek istiyorum mesela. O sırada çok heyecanlanırım, sonrasında gece çok korkarım ama çok severim. Böyle olunca şarkılarımızda da yerleri oluyor.

Müzik olmasa ne olur?

İ: Müzik olmasa hatıralar da olmaz. Renksiz ve sessiz bir dünya olur.

M: Olamayız. Zaten can sıkıcı taraflarından kopamıyoruz dünyanın, müzik olmasaydı düşünemiyorum bile nasıl insanlar olurduk, herhalde olamazdık.

Melodiler hakkında ne düşünüyorsunuz? Olmasalar da olur mu?

M: Bir insanın bir melodi üretmesi, müthiş bir şeyken, aslında doğanın da melodilerini duyuyorsunuz. Dünyanın müziği var. Olmasa olmaz.

İ: Müzik de melodilerden oluşmuyor mu zaten?


http://www.soundcloud.com/glasxs

http://www.youtube.com/glasxsmusic

https://www.facebook.com/glasxs

http://www.glassishere.com/

http://www.twitter.com/glassinthepark

http://www.instagram.com/glasxs

https://open.spotify.com/artist/4p3A5De4v6Pu6L3sVG7020

https://itun.es/tr/QdcHfb