Hande Çayır

19 Ağustos 2016

Çığlığın dili yok: Boğaziçi'nden CERN'e, fizikten edebiyata; Aslı Erdoğan...

Sakince durup şöyle bir kendi kendinize ağlamayalı ne kadar oldu? Anneniz sizi hiç mi sevmedi?

Çok fazla olmadı mı artık?

Topluca çıldırmaların yaşandığı bir toprak parçasında şaşırmaların azaldığı, minnoş bebeklerin donakaldığı-öldürüldüğü, kimliğine sahip çıkma dürüstlüğü göstermiş transların ırzına geçilip yakıldığı, kadınların bir bir bıçaklanıp kafalarının kesildiği, azınlıkta olanların ağzına bombalı biberden ötesinin sürülüp yok edilmekte bir an bile tereddüt edilmediği ve arkadaşlarımın yurt dışında yaşam nasıl olur- planları yaptığı, sanatçıların müsvedde ilan edildiği, akademisyenlerin işsiz bırakıldığı, gazetecilerin sürekli susturulmaya-hapsedilmeye çalışıldığı bu günler...

Şimdi de Aslı Erdoğan...

Aklını, kalbini ortaya koyma cesareti gösterenlerin bir bir linç edilmeye çalışıldığı, rastgele ölümleri bol bol tadan sivillerin de nasibini aldığı bir diyar burası, Türkiye.
 

‘Çığğın dili yok’ diye yazmıştı Aslı Erdoğan.

Söylesenize çığlığın dili var mı?

Sarılmanın dili var mı?

Dokunmanın, dinlemenin, paylaşmanın dili ne?

Şu sıralar, bu dilin Türkçe olmadığı aşikâr.

Bebekler, LGBTİQA bireyler, kadınlar, Kürtler, Ermeniler, yazarlar, akademisyenler, müzisyenler, gazeteciler, sanatçılar...

Bu grupları sistemli olarak çiğnemeye çalıştınız.

Kendilerini ifade ettikleri için, ürettikleri için aşağıladınız, yalnız bırakmaya yeltendiniz.

Güç ya da iktidar -her ne ise- sahibi olduğunuzu sanıp insanları, kitapları, düşünceleri topladınız ve hıncınızı alamayıp bazen onları cayır cayır yaktınız.

Ne uğruna?

Sizi bu kadar sinirlendiren ne?

Sevgisiz olmak mı?

Yol, yordam bilmemek, sanattan, edebiyattan anlamamak mı?

Paylaşmaktan aciz, yamyam olup dünya üzerindeki bütün köşklere kurulma sevdası mı?

Bütün elmaların hepsine sahip olsanız da bedeniniz bunu kaldırmaz. Hepsini yiyemez, tüm yataklarda aynı anda uyuyamazsınız.

Gece olunca, ancak sadece bedeniniz ebatında bir yere sığabilirsiniz.

Günde -o da- maksimum 3-5 kilodan fazla yiyecek almaz vücudunuz. Daha yerseniz hasta olursunuz.

Sonra mesela 80 tane eviniz olsa, öleceksiniz günün birinde, burada kalacak o tuğla yığınları; deprem olsa toz duman oluyor zaten, neden anlamıyorsunuz?

Neyin hırsı ve ısrarı bu?

Neye sahip olmak istiyorsunuz?

Haksızlıklara direnen, kalbi sıcacık varlıkları yordukça kötülükleriniz gizlenir mi sanıyorsunuz?

Yakanızı bırakır mı sürdürdüğünüz adaletsizlikler?

Rüyalarınızda da mı ziyaret etmez sizi?

Tüm dünyaya aynı fikri, duruşu, dini, inancı ve yaşama pratiğini yaysak, herkesi birbirine benzetsek ne geçecek elimize?

Canınız sıkılmaz mı o zaman?

Sakince durup şöyle bir kendi kendinize ağlamayalı ne kadar zaman oldu?

Anneniz sizi hiç mi sevmedi?

Emir kulu olmak da yetmeyip canlı bomba olup kendinizi ve çevrenizdekileri patlatıp ne kattığınıza inanıyorsunuz şu pırıl pırıl yeryüzüne?

Balıklar öldü. Çocuklar öldü. Translar öldü. Kadınlar öldü. Müzik durdu. Ağaçlar küstü. İklim değişti. İnançlılar -en başta kendine inanıp da turuncu renkli olanlar- ve düşündüğünü söylemekten korkmayıp var oluşuna ihanet etmeyenler neden sizi kızdırıyor?


Neden yok etmek istiyorsunuz?

Bu güzelim insanlar, canlılar gittiğinde sahip olduğunuz kaynaklarla neyin mutluluğunu yaşayabilirsiniz?

O -bir halt sandığınız- sözde güç ve kaynaklar aldatıcı değil de ne?

Tüm dünya elbet bir denge üstüne kurulu. İyiler olacak. Kötüler olacak. Ya da bize böyle öğretildi. Ya da o yine bize sistemli şekilde şırıngalanan felaket bir son var ve o yüzden mi bu kadar şuursuzlaştınız?
 

Neden bu kadar korkuyorsunuz ve saldırıyorsunuz?

Bu belki asla anlaşılmayacak bir muamma olarak kalacak. Size ulaşmak niyetinde değilim. Belki öyleyim, ama karamsarım.

Tek yol, bebekleri, çocukları, transları, kadınları, sanatçıları, akademisyenleri, kıyıda bırakılmışları alıp bir adaya gitmek...

Şu an için bulabildiğim tek yol bu.

İnsan doğası beni korkutsa da...

Çaresizce düşünüyor, su içiyor, işe gidip geliyor, müziğe ve ağaçlara sığınıyor, bazen tepki verebiliyor, bazen de yorgun düşüyorum.


Aslı Erdoğan’ı rahat bırakmanızı istiyorum. Onun yazacağı yeni kitapları okumak istiyorum.

Hem de sağlık sorunları yaşarken... Bu yaptıklarınızı telafi etmenizi diliyorum.

Aslı Erdoğan’ın dünyasını -şu anki şartlarım içinde, iletebildiğim kadarını, aşağıda- paylaşıyorum.

Aslı Erdoğan mühim bir yazar. Eserleri pek çok dile çevrildi.

Bununla birlikte, vaktiyle hapishaneden ona mektup gönderen insanlara, gökyüzü, orman ve deniz göndermiş bir yürek.

Bir kuş tüyü, bir kozalak ve bir midye ile...

 

Boğaziçi’nden CERN’e, fizikten edebiyata...

 

Aslı Erdoğan (d. 1967), yazar.
İstanbul Amerikan Robert Lisesi, ardından Boğaziçi Üniversitesi Bilgisayar Mühendisliği bölümünü bitirdi. Yüksek lisansını CERN’de (Nükleer Araştırmalar için Avrupa Konseyi anlamına gelen Fransızca Conseil Européen pour la Recherche Nucléaire) hazırladı. Rio de Janeiro’da başladığı fizik doktorasını yarıda bırakarak yazmayı seçti, iki yıl Güney Amerika’da yaşadı. 1994'te ilk kitabı yayımlandı.
1997'de Deutsche Welle'nin düzenledi
ği yarışmada Tahta Kuşlar öyküsüyle birincilik ödülü aldı. Radikal gazetesinde köşe yazarlığı yaptı.
"Tahta ku
şlar" kitabı, dokuz dile çevrildi. "Mucizevi Mandarin" Fransa'da Actes Sud tarafından basıldı. "Kırmızı Pelerinli Kent" romanı Norveç Gyldendal Yayınları'nın Marg -omurilik- Serisi'ne seçildi. Kitabın Fransızca baskısı yine Actes Sud tarafından yapıldı. Romanın Bulgarca, Almanca, İngilizce ve Yunanca baskıları hazırlandı.
Uluslararası basında pek çok övgüyle adını duyuran yazar Lire dergisince "gelece
ğin 50 yazarı" arasında gösterildi.
"Hayatın Sessizli
ğinde" adlı şiirsel- düzyazı metni 2005 yılında yayınladı. Kitap, Dünya Yayınları’nca düzenlenen “yılın kitabı” ödülünü kazandı.

"Hayatın Sessizliğinde" metninin bir bölümü Piccolo tiyatrosunda sahnelendi. Ayrıca kitaptan bölümler, dans tiyatrosuna dönüştü.
Gazete yazıları ve çe
şitli dergilerde çıkan öykülerinin toplandığı iki seçki; "Bir Kez Daha" ve "Bir Delinin Güncesi" adı altında 2006 yılında yayınlandı.
Meet bursunu kazanarak, St.Nazere’e davet edildi. Yurt içi ve yurt dı
şı pek çok sergide metinleri yer aldı. 2010 yılında Taş Bina ve Diğerleri adlı eseriyle Sait Faik Hikâye Armağanı'nı kazandı.

Kitapları

Kabuk Adam 1994
Mucizevi Mandarin 1996
Kırmızı Pelerinli Kent 1998
Hayatın Sessizli
ğinde 2005
Bir Yolculuk Ne Zaman Biter 2000 (Gazete Yazıları)
Bir Delinin Güncesi 2006 (Denemeler - I)
Bir Kez Daha 2006 (Denemeler - II)
Ta
ş Bina ve Diğerleri 2009 (Öykü)

 

Biraz daha Aslı Erdoğan

 

Aslı Erdoğan from euroapple on Vimeo.

Aslı Erdoğan derhal serbest bırakılsın

Aslı Erdoğan: Hayat denilen o ülke

Tüm Reddedişlerin Sınırında: Aslı Erdoğan