Hande Çayır

13 Mart 2017

13. Nardis Genç Caz Vokal Yarışması: Bir -cık, ki -cık, son ki -cık -cık

Detone olmak ya da olmamak. İşte bütün mesele bu

I played in rhumba bands, Mickey Mouse bands; all kinds of bands.

Stan Getz

13. Nardis Genç Caz Vokal Yarışması 1 Mart’ta yapıldı. Amacı caza gönül veren gençleri uluslararası caz platformlarına taşımak, caz müziğinin ve bilincinin gelişmesine katkı sağlamak.

Geceyi, “Sanatın yarışması olmaz” diyerek Önder Focan açtı. Bugün vesilesi ile insanların kendilerini tanıtmaları için ortam yaratıldığını paylaştı.

Yirmi iki aday başvurmuş. On ikisini izledik. “Yirmi ikisi de kazanmıştır, çok memnunuz" dedi.

Jüri üyeleri* zaten hafta boyunca Nardis’te konser vermiş. Yarışmaya daha önce katılan isimler de öyle. Yarışmalar biraz da buna vesile.

Günlerdir heyecanla beklediğim bu gecede sahne alan müzisyenler Ekin Cengizkan (davul), Kağan Yıldız (kontrbas), Kaan Bıyıkoğlu (piyano) idi. Müzisyenlerin oylarının da mühim olduğu vurgulandı. Prova döneminde gözlemledikleri, hepsi bir bütün.

On beş gün önceden yer ayırttığımız için geçen seneden farklı olarak bu kez sahneyi pürdikkat ve yakın mesafeden izledik.

Geçen seneki yarışma sonucunda Riga Jazz Stage (2016) içinde yer alan İpek Ektaş** Born To Be Blue ile ortamın ısınmasına, heyecanlı olanların biraz gevşemesine yardımcı oldu. Notalarını müzisyenlerle paylaştı ve işte sahne hazır. İstanbul Bilgi Üniversitesi’nde müzik eğitimine devam ediyor Ektaş. Soloda geri çekildi. Eli ile tempo tuttu. Tam o an oradaydı. Gözleri ile “Ne zaman girsem, şarkının neresindeyim” yapmadı (Bunu biz yapıp duruyoruz). Şarkının sonunu üç farklı şekilde bitirdi (Bunu da yapmıyoruz, yapsak ne iyi olur).

İzleyicilerin alkışları da bir gösterge olarak ele alındı. (Ne çok madde var performansı etkileyen…)

Kura çekilmiş. İlk numarayı Meriç Çalışan çekmiş. ’93 doğumlu. Goodbye Pork Pie Hat söylemeden önce, şarkısı ile ilgili bilgi verdi. Bu bende profesyonel bir izlenim uyandırıyor. Tempoyu göstere göstere korkusuzca verdi. Tempoyu veremediğinizde tüm şarkının ruhu değişiyor. Hatta belki yetkinliğiniz bile puf olup uçup gidiyor. Çalışan, Hacettepe Üniversitesi Caz Anasanat Dalı (vokal) bölümünde okuyor. Ben onunla geçen sene Puławy’de tanıştım, caz workshopunda. Horace Silver bestesi Song for My Father’ı söylemişti orada. Keşke yine onu söylese diye geçirdim içimden. Sonra dedim ki bu iş, hayatının merkezinde olduğu için yenilik istemiştir belki. Benim alışkanlıklarımı boş verelim, aslında demeye çalıştığım şey, şarkı seçiminin çok önemli olduğu. Ive Never Been in Love Before ile devam etti. Pırıl pırıldı sahnede. (Her şey bir yana, I love You Meriç… Hem insanın yazarkenki kimliği daha ciddi olunca kimlik bölünmesi yaşamaz mı?)

Anneannesinin Ray Charles, Nat King Cole albümlerini dinleyerek başlamış Ceren Toksöz. İkinci sırada çıktı. Özgeçmişinden başka aklımda kalan olmamış. Elbette bu, benim zihnimin neleri algıladığı ve o an içinde bulunduğum ortam ile ilgili. Bu en büyük okul zaten: Caz albümleri ile büyümüş olmak. Hem de iki kuşak önce başlamış. Summertime söyledi. Bazı şarkılar var, çok ilgi gösterilen. Bu da onlardan biri. (Fly Me to the Moon, All of Me, At Last, Girl from Ipanema da öyle, anladığım kadarıyla.) Bir tık daha az bilinen standardlarda gezinmek ile mi ilgilidir yoksa sizi yansıtmasıyla mı tam bilmiyorum; fakat bu şarkıları seçtiğinizde şarkı seçiminden iz bırakamayabilirsiniz. Hatırladığım kadarı ile müzisyenlere solo bırakmadı Toksöz. Bu olmazsa olmaz mıdır? Olsa, diyalog daha tatlı akıyor. It Dont Mean a Thing (If It Ain't Got That Swing) ile devam etti. Başlıkta swing kelimesinin geçtiği ilk şarkı olarak da bilindiğine dair yorumlar var bu şarkıya dair. Swing feeling’in caz için önemli olduğunu hatırladığımda bu bilgi hoşuma gidiyor. Bir de içindeki doo-wah doo-wah’lar… Yapması çok zor. İkinci chorus’ta varyasyon yaptı Toksöz. Bu çok hoştu. Beni sevindirdi. Duru kelimesini Toksöz için kullanabilirim.

Cansu Doğan’ı üçüncü sırada izledik. Armoni ve piyano dersleri almış. BAU Caz Okulu Sertifika Programı’ndan… Mühendislik eğitimi de var. Lullaby of Birdland ilk şarkısıydı. Solo bırakmadı müzisyenlere. Lul-la derken l’leri birbirine vurarak söyledi. Doves’un ise s’sini söylemedi. Aslolan işin ruhu mu? Sözcükler ne kadar önemli? Blossoms Blues da ikinci şarkısı. Bilmiyordum bu şarkıyı. Öğrenmek beni mutlu etti.

Seçil Metin… Gıda Mühendisliği’ni bırakmış. Üç yıldır sahne alıyormuş. Ablasına teşekkür etti başlamadan. Notalarını yazan kişiye de… (Bunu biz de yapıyoruz. Sonra izleyince kendimi sevmekte zorlanıyorum. Azaltma kararım var. Umarım becerikli olabilirim. Bırak yaptığın iş konuşsun’la iç dökmek arasında bir denge var. Bulabilene aşkolsun.) Mikrofonu yer yer sonradan eline aldı ki neredeyse doğru yerde alamayacak sanıp endişelendim. Saçları ile oynadı. Sahnede yürüdü. Elleri cebindeydi. Rahattı. Band ile uyumunu düşündüm. Koop Island Blues söylediği için bir arkadaşım Metin’e bayılmış. İkinci şarkıda, şarkıyı söyleyerek tempo verdi. Zor oldu. (Tempoyu bir -cık, ki -cık, son -ki, -cık -cık olarak verdiğimiz düşünüldüğünde yakalayamadım.) İkinci şarkı I Like The Way You Work olabilir mi? Bildiğim caz standardları ile karşılaşamadım. Bu Metin’e özgünlük de katmış olabilir. Bir ara kitap açtı. Oradan okudu. Dedim ne güzel, yaşasın özgürlük! Yapabilir miyim? Hayır! Yaptım mı? Kitap açmadıysam da evet, notaları okumuşluğum var sahnede ve bunun için mahcubum. Türkçe sözler de söyledi Metin.

Beşinci sırada Naz Gazaz çıktı. ’95 doğumlu. Uluslararası İlişkiler okurken Müzik yan dal yapmış. Berklee’de beş hafta performans programına katılmış. Bülent Ersoy’dan bahsetti. Özümüze dönelim deyip All of Me’ye girdi. Its Been a Long, Long Time ilk şarkısı olabilir mi? Gazaz sahnedeyken “ne yapacak” diye ona hep bakmak istedim. Bu sırada neler, neler düşündüm. Onu, kendimi, Türkiye’yi, içine doğduğumuz bu kültürü… Caz ve attitude kelimelerini düşündüm sonra. Buz pateni bile yapmış olabilirim onu dinlerken. Hani orada da puanlar verirler, teknik şu kadar, artistik bu kadar, kombinasyon atlayışı, iki solo atlayış, üç dönüş ve iki adım dizisi… Sonra çiftlerde iki kaldırış, bir yan yana atlayış, bir fırlamalı atlayış, bir yan yana dönüş ve ölüm spirali dedikleri altın vuruş. Hayal dünyam bir yana Gazaz’ın sahne hakimiyeti güçlüydü. Volume’ü de öyle.

Altı numara, Özge Saydam. Opera okumuş. My Foolish Heart ile başladı. I've Got Rhythm ile devam etti. Çok istekli görünüyordu. Her nasılsa I've Got Rhythm geçen sene ödül kazanan katılımcılardan Sibel Demir’in yorumu ile kulağıma kazınmış. Bunu yarışmada söylememişti sanıyorum Demir; ama acaba adaylar yarışmayı her sene takip etse de ona göre mi şarkı seçse? Cazcı olmak diye bir şey var galiba. Onu düşündüm. Caz gibi yemek yemek, caz gibi giyinmek, caz gibi yürüyüp caz gibi uyumak… Böyle bir şey var, bundan eminim artık; fakat ona nasıl ulaşılır, işte onu bilmiyorum, çok ama çok fazla bileşene ihtiyaç var.

Seda Erciyes yedinci numarayı çekmiş. IKSV’de finale kalmış. Sister Seda projesi varmış. Elif Çağlar ile tanışmış, çalışmış. Thats All söyledi. İkinci chorus’ta varyasyon yaptı. Stormy Monday Blues ikinci şarkısı.

Ceren Temel’90 doğumlu. İkinci lisansını okuyor, Hacettepe Üniversitesi Caz Anasanat Dalı (vokal) bölümünde. Randy Esen, Meltem Ege ile çalışmış. Nardis’te sahne almıştı daha önce. Ceren’le geçen sene yaz aylarında katıldığımız Barry Harris Caz Workshop’unda tanışmıştım. (You know…) (Bu bir şifre) (You know…) (Okuyan ve orada olan birkaç kişi anlayacak, belki Zeyno, Renan, Baturay, Levent, Ceren, you know) Anılarımın olduğu arkadaşlarımı sahnede izlemek çok güzel. Alone Together ile başladı. Bu şarkıya verse yazdığını söyledi. İşte o an akan sular durdu. O sırada biri “o ne demek” dedi. “People are different” diye devam etti Temel, gözlerini yumup. Bası çok iyi duydum. (Yoksa o sırada solo mu aldı? Şu an bunu ayırt edemiyorum.) Bu sırada, şarkı ortasında ön masadan kalkan izleyiciler oldu ki en büyük puanımı onlardan kırdım. Sonra olmadık yerde geri geldiler. Thelonious Monk bestesi ile devam etti. Şarkının adı Well, You Neednt. İlk defa bu şarkıda, müzisyenlerin o gece coştuğunu gördüm. Belki de iyi diyalog oldu. Coşkulu bir andı. Belki şarkıyı onlar da çok seviyordur. Tam bilmiyorum ama böyle bir esinti, aura hissettim. Şarkıya geç girdiğini sandım. Turnaround olduğu için mi sorun olmadı? Bana öyle gelmiş de olabilir. (Ne çok şey yaşamışım!)

Dokuzuncu sırada Melisa Karakurt vardı. Destination Moon ilk şarkı. Dilime dolandı, çok güzel. Buğulu sesi vardı. Sislerin arasından gelen. Temiz. Net. Destekleyen arkadaşları vardı. İkinci şarkıda tempo verirken zorlandı mı? Summertime aynı gecede iki kez söylenmiş oldu böylece. Soloda melodiden uzaklaşmadı. İkinci chorus’a erken girdi. Ben, Karakurt’u Mitanni’de dinlemiştim ilk ve gözlerimi üzerinden alamamıştım (Bu da böyle bir anımdır).

İpek Göztepe… ’97 doğumlu. (Resmen yaşlandım) Türk Müziği, Batı Müziği korolarında ve Nilüfer Verdi’nin projesinde yer almış. Söylerken piyanoyu tuttu, destek aldı. Bu hareketi seviyorum ya da ona yakıştı. Volume artıp azaldı sesinde ve bu yolla bize çeşitlilik sundu. The Thrill is Gone ilk şarkı. Dinlemekten not alamadım. Elim çenemde, öyle dalmışım. Softly, As in a Morning Sunrise ikinci şarkı. Müzikle, dansla, müzisyenlerle sahnede o an kurulan ilişki çok belirleyici oluyor. Göztepe’yi sahnede hiç yadırgamadım. Oraya aitti. Scat ve ikinci chorus’taki varyasyonlarına sevindim.

Pelin Güneş… Canım Pelinciğim… Yarışmaya daha önce de katılmış. Bu kez sahnede. Lover Man söyledi. Kendine odaklıydı, iyi manada. Sister Sadie ikinci şarkısı. Tempoyu hızlı verdi. Kendisini daha önce dinlediğim için kahroldum desem yeridir. İnsan izlerken bir şey yapamıyor, yapmak istiyor; ama yapamazsın zaten, nasıl olacak? İzlemezken de yapamazsın. Bu o kişinin yolculuğu. Her şey bir yana, Pelin’i ilk gördüğüm günden beri öyle çok beğeniyorum ki. Halini, tavrını, sesini, duruşunu. O gece sahne alan en genç kişi o sanıyorum. Umarım hayatı ve caz aynı paydada harmanlanır da biz de mest olup izleriz, dinleriz bol bol.

Tuğçe Sarıçıyıl son olarak sahnede. ’92’de ikiz doğmuş. Enstrümanı ile çıktı. Bu bir vokal yarışması olduğu için soru işareti koydum; çünkü iki şeyi aynı anda yapmak, hakkını vermek çok zor; nitekim öyle oldu gibi. Gecenin tek kırmızı giyeniydi. Bir ara sözlere mi baktı? Nişantaşı Blues dediler ikinci şarkı için, ben kaçırmışım adını. Türkçe sözler vardı. İlk şarkı At Last. Uuu uuu diye bir yorum kulağıma çalındı, gönüller bir olsun!

Genel birkaç kelam etmek gerekirse (kelam ne yahu) (yahu ne of) her ne kadar yarışma değil dense de aslında bu bir yarışmaydı. Eren Noyan’ın kafasında sol anahtarı vardı. Literally! Bu da beni çok mutlu etti. Sibel Köse’nin varlığı ve bunca birikimi güven duygumu pekiştiriyor. Performans sırasında keşke biri jüri üyelerinin yüz ifadelerini çekse diye düşündüm. Yarışmacılar üç stilde katıldılar: Bossa, swing, ballad, blues, latin, funk vb.

Şimdi bir konu var: TRT hareketleri! Ben derken beni göstermek, sen derken seni göstermek, kalp derken elimizle kalp yapmak, yıldızlardan bahsederken gökyüzüne bakmak. Birebir ve sürprizsiz olan bu anlatımdan kaçınmamızı diliyorum.

İkinci sahne hareketimiz, elimizle yaptığımız “ilahi sen” hareketi ki bilekten eli kırıp “ay” der gibi yapmak sureti ile cereyan ediyor. Bundan da korunmak istiyorum.

Ne kaldı? Nilgün ablam, canım, (Nilgün Gencer Arıkan) zaman zaman gözleri dolarak izledi sahnedekileri -ne kıymetli şeydir bu- onun harika bir kavrayışı, duruşu var. Caz kadınlarından o.

Sonra, kıyafet meselesi var. Çalıştık şarkımıza, sahneye çıkılacak o an geldi. Ne giymeli? Genelde yaptığım gibi kendime yüklenerek geceyi değerlendirmeye çalışayım. Soğuk havada çorap giymeyen ben, sekiz kilometre yırtmaçlara heveslenen ah bu ben. İçinde büyüdüğüm bu kültüre laf etmek istemiyorum; ama vücudumu saran sahne kıyafetleri performansımın önüne geçmiyor da ne yapıyor? Kendimi yiyip bitiriyorum. İyileştirilmesi gereken bir şeyler var. En azından giydiğim eteği çekiştirmemek. İnşallah bir kez daha sahneye çıkarsam Rahibe Teresa’ya da bağlamam bu arada. Hem sıkıcı olmadan hem de bağırmadan var olmak emek istiyor. Yine de tek kollu elbise güzel.

Detone olmak ya da olmamak. İşte bütün mesele bu.

Sonra bu, bir anlık mesele, biz o değiliz, sahnedeki o anki halimizden ibaret değiliz sadece. Tarihimizi ele verdiğimiz doğru. O bizim bir parçamız. Umarım bir kadraj alıp anlık kareye bakıp mahkum edilmeyiz. Öyle olsa bile umarım ki bununla baş edecek ve kendimizi kıymık kıymık, lime lime etmeyecek gücü bulabiliriz.

Sahneye çıktığımızda ilk yapılacak şey notaları dağıtmak ve mikrofon kontrolü. Seyirciyi bekletmemek. Bir işi iyi yapabilmek için birkaç niteliğe bir arada sahip olmamız gerektiğini söylüyor uzmanlar. Birikim (çok çalışmak), yetenek (öz), motivasyon ve kişilik. Bunlar belirleyici oluyormuş.

Geçen seneki Nardis Genç Caz Vokal Yarışması hakkında şu yazıyı*** yazmıştım. O günden bu güne değişen şeyler olmuş mu?

Yazarken tanıdıklarıma olan mesafemle, tanımadıklarıma olan uzaklığım aşikar. Aynı şey jüri için de geçerli mi acaba?

Şehir dışından katılacak adaylar için seneye konaklama için bir otel sponsor olsa iyi olmaz mı? Ulaşım için de belki birileri daha? Bu seneki destekçi Yapı Kredi Play’miş.

Bize böylesine güzel bir gece yaşatan ve emeği geçen tüm kalplere sonsuz teşekkürlerimle…

Gece, blues marşı olarak algıladığım Route 66 ile bitti.

14. Nardis Genç Caz Vokal Yarışması için şimdiden gün saymaya başlayanlar?

(Nardis Jazz Club web sitesinde açıklanan sıralamaya göre)

Ceren Temel 6-8 Nisan Riga’daki Jazz Stage Yarışması’na

Can Ercan Riga Jazz Stage’deki “Genç Gitarist” Yarışması’na

İpek Göztepe Temmuz 2017 Polonya Puławy’deki Jazz Workshop’a

Pelin Güneş Haziran ayında bir hafta iki kişilik Kuşadası Sealight Oteli’nde tatile

Meriç Çalışan İstanbul Caz Festivali ve Nardis Jazz Club’da sahne almaya

Naz Gazaz Nardis Jazz Club sahnesinde konser vermeye

Pelin Güneş NTV Radyo’da Hakan Tüfekçi ile program yapmaya

Seda Erciyes Açık Radyo’da Başak Yavuz ile program yapmaya

Melisa Karakurt ve Pelin Güneş Ece Göksu’dan özel burs

Özge Saydam ve Ceren Toksöz Sibel Köse’den özel burs hakkı kazandılar.

 

** Ipek Ektas @ Riga Jazz Stage 2016

*** Caz yap!