İstanbul'un İstanbul olmasının nedeni iki su: Boğaz ve Haliç. Mitolojik adlarıyla Sığır Geçidi ve Altın Boynuz. Boğaz bir doğal kanal, bir su yolu, bir geçiş iken Haliç daha ziyade bir çıkmaz sokak, çünkü dar ve uzun bir körfez. Zaten Arapça kelime anlamı da körfez. Aslında bugün artık önemsiz gibi görünen iki derenin, Kağıthane ve Alibey Derelerinin döküldüğü bir fiyort gibi. Dünyada eşi benzeri var, ama az.
Haliç çalkantısız, korunaklı sakin suyu nedeniyle doğal bir liman. Tarih boyunca İstanbul'un zenginliğinin buradan geldiğini söylersek abartmış olmayız. Burada demir atabilen, iskelelere, rıhtımlara yanaşabilen, mal indirip, mal yükleyen gemilerin yanı sıra bu güzel suyun bir özelliği daha var. Yukarı gittikçe sığlaşan sular gemi yapımı ve tamiri için çok uygun. Yani burada her daim tersaneler olmuş.
Sanayi devrimini önce kaçıran, sonra peşinden koşan Osmanlı İmparatorluğunun son yılları ile Cumhuriyetin ilk yıllarında Haliç sanayi merkeziymiş. Uzaklardan kömür getirilip elektrik santrali bile kurulmuş. Haliç hem nehir gemileriyle malzeme yükleme boşaltmaya uygun sulara sahip, hem de sanayi atıklarının boşaltılabileceği bir su. Tüm pislik Boğaz'ın akıntısıyla Marmara'ya karışacak nasıl olsa. Ve o pisliği görmeyeceğiz. Ama ya kokusu? Yıllar boyu bu güzelim körfeze o pis kokudan dolayı gelinmezdi, kıyılarındaki semtlerin emlâk değeri çok düşüktü. Lâle Devri biteli çok oluyordu Sâdâbâd'da.
Haliç kıyılarında bugün işlevi değiştirilmiş eski sanayi binalarını görmek hâlâ mümkün. Bunlardan biri de eski salhane binası. Sütlüce'deki mezbaha bugün modern bir kongre merkezi. Neden Sütlüce'de çokça kasap vardır, uykulukçu vardır? Hiç düşündünüz mü? İşte bu salhaneden dolayı. Mimar Vedat Tek'in 1919-23 yıllarında inşa ettiği görkemli ve işlevsel bina Haliç'in simgelerinden biri. Peki ya kesilen onca hayvanın dışkısı, sıvıları, nereye dökülüyordu? Tabii ki Haliç'e. Onca koyunun postunu nasıl değerlendirmek lazımdı peki? Postlar karşı kıyıya, Eyüp'e getirilir, orada önce yünü kırpılır, kalan deri de mezarlıkların arkalarındaki debbağhanelere yollanırdı. Oralarda yaşayan kimse yoktu nasıl olsa. Ölüler koku almazdı. Ancak rüzgâr günbatışından eserse Kazlıçeşme tabakhanelerinin farkına varırdı şehir.
Sütlüce mezbahasından yaklaşık 100 yıl kadar önce tam karşı kıyıda, Eyüp'te asker üniformaları ve giyim kuşamı imal etmek amacıyla bir tesis kurulmuştu. Padişah II. Mahmut Yeniçeri ordusunu kaldırmış, çağdaş bir ordu kurmak istemiş, kendisini de dahil ederek kılık kıyafet reformuna gitmişti. Eyüp sahilinde kurulan dokuma fabrikasının ürünleri 1893 yılında Chicago'da bir uluslararası fuarda ödül dahi almıştı. Sonra Osmanlı ordusu üniformalarını Avusturya'dan almaya başlayınca Eyüp tesisinde tamamen fes üretilmeye başlanmış ve adı da "Feshane-i Âmire" olmuştu. Sultan II. Mahmut Osmanlı'da bu yeni serpuş modasını başlatan padişahtı.
Fes için gereken yün karşı kıyıdaydı. Sütlüce mezbahası ziyadesiyle koyun ve kuzu postu sağlıyordu. İşte bu yünler fes olacaktı.
Feshane
Adını Fas'ın boya üreten Fès şehrinden aldığı âşikâr olduğu kadar kelimenin diğer dillere geçişi de ilginç. Sonuç olarak, sık dokunan yünün yıkanarak keçeleşmesi ve bu keçeye kalıplarda şekil verilmesi sonucu elde edilen bir başlık bu fes. İngilizce felt, Almanca Filz “keçe” demek. Püskül meselesi de işin süsü, ama aynı zamanda statü sembolü olmuş.
Padişahın iradesi üzerine fes Osmanlı'da önce askerlerin, sonra devlet memurlarının ve din adamlarının resmî serpuşu olmuş. Biraz direniş olmuş tabii toplumda. Batılılaşmak için şalvarı ve türbanı yasaklayan Sultan Mahmut Avrupalılara da yaranamamış. “Yeterince Şarklı” bulmamış Batılılar bu yeni kıyafeti. Zihinlerdeki oryantalizme uymamış yani.
II. Mahmut
Zamanla kabul görmüş keçe serpuş. Hatta artan talep karşısında Avusturyalılar ellerini ovuşturarak keçe ve fes fabrikaları kurmuşlar ülkelerinde. Osmanlı'ya ihraç etmek için.
Bu kez cumhuriyet rejiminin reformları gelmiş. Eskiyi hatırlatan fes yasaklanmış. Bağımsızlıklarına kavuşan Balkan ülkelerinde de fes yasaklanmış, çünkü Osmanlı hegemonyasının simgesiymiş. Ama bazı geleneksel folklorik kıyafetlerde fes kalmış hâlâ. Avusturyalılar yanlış yatırım yaptıklarını anlayıp çok kızmış olmalılar.
Cumhuriyetle birlikte öne çıkarılan çepeçevre siperlikli yeni serpuş, yani şapka ise Fransa'dan ithal.
Adı da fötr şapka; yazılışı Feutre. Ne mi demek? - Keçe.