Siyasi hamasette hep "dost ve müttefikimiz" diye anılan Almanya ile ilişkilerimiz son on yılda metamorfoza uğradı. Devlet politikamızın mülteci şantajı ile devlet büyüklerimizin hakaretamiz demeçleri Avrupa kıtasının lokomotifi ve dünyanın en büyük ekonomilerinden biri olan bu ülke ile ilişkilerimizde derin yaralar açtı.
Kendi iç birliği ile çok uğraştığı için dünyanın egzotik bölgelerinde sömürgeler edinme furyasını önemli ölçüde kaçıran Almanya daha çok Doğu'ya ve hatta Orta Doğu'ya yönelmiş ve Osmanlı devleti ile iyi ilişkilere girmiş. Ordunun ıslahatı, silah ihracatı, demiryolu projeleri gibi dev "ihaleler" ile Türk-Alman ilişkileri önce "dost", sonra Büyük Savaş'a birlikte girerek "müttefik" düzeyine taşınmış.
Alman İmparatoru ve Prusya Kralı II. Wilhelm'in saltanatı boyunca İstanbul'u da kapsayan ilginç Orta Doğu seyahatleri var. Bu seyahatlerden birinin ardından bugün Sultanahmet diye bilinen Atmeydanı'na bir hediye göndermiş Wilhelm; bir çeşme. 1898'deki ikinci İstanbul ziyaretinin anısına 1900 yılında yaptırılmış. Parçalar Almanya'da üretilmiş ve şu anki yerinde monte edilmek üzere tek tek İstanbul'a gönderilmiş. Neo-Bizans dönemini andıran sekizgen kubbesi sekiz granit sütun tarafından desteklenmekte. Alman Çeşmesi ne heykelli Avrupa çeşmelerine ne de Osmanlı meydan çeşmelerine benzer. Bir cami şadırvanını andırması ise özellikle hedeflenmiş. Nitekim günümüzde burada abdest alan, yüksekliğine rağmen o kurnalarda ayak yıkayanları görebiliyoruz.
Şark'ta halkın suya kolay ve ücretsiz ulaşabilmesini sağlamanın, kamuya açık çeşmeler, hayratlar tesis etmenin halk nezdinde çok puan toplayacağını bilmek, kendinden "gâvur" değil de "İslam dostu" diye söz ettirmek Alman İmparatorunun ve danışmanlarının siyasi ileri görüş başarısı olarak değerlendirilebilir. Çünkü ardından daha büyük adımlar gelecektir.
Wilhelm mimari tasarım heveslisiymiş, ama mimar değilmiş sonuçta. Döneminde yapılan birçok eseri ya eskiz aşamasında kendisi tasarlamış ya da mimarları yönlendirmiş. Bu yüzden gerek onun dönemini gerekse onun zevkini karşılayan bir kelime, "wilhelmin" tarzı diye bir kavram oturmuş mimaride. Haşmetmeap'ın emirleri ve eskizleriyle Alman mimarlar Max Spitta, Schoele ve Carlitzik ile İtalyan Giuseppe Antonio kolları sıvamışlar. Zamanının parasıyla 200.000 Mark'a mâl olmuş.
Çeşmenin açılışı II. Abdülhamit'in tahta çıkışının 25. yıldönümünde, yani 1 Eylül 1900 tarihinde olacakmış. Ama işler yetişmemiş. Bunun üzerine 27 Ocak 1901'e, yani II. Wilhelm'in doğum gününe ertelenmiş. Alman İmparatoru, Osmanlı payitahtına hediye ettiği çeşmenin açılışına gelememiş.
Kubbe içindeki altın varak mozaik tasarımı Alman saray sanatçısı August Oetken'e ait. O zaman henüz çok genç olan August yuvarlak madalyonlar içinde iki dost hükümdarın mühürlerini ölümsüzleştirmiş. İslam yeşili fonda II. Abdülhamit tuğrası, Prusya mavisi fonda ise II. Wilhelm'in monogramı: W harfinin altında Roma rakamlarıyla II, üstünde ise minik bir taç var. Sütunlar arası kemerleri içeriden süsleyen yazı bandında da bir Osmanlıca kitabe var. Bu kitabede Osmanlı Seraskerlik Dairesi'nden, aynı zamanda edebiyatçı olan Ahmet Muhtar Paşa'nın bir beyti sülüs yazıyla İzzet Efendi tarafından yazılmış. August ile İzzet'in ortak eseri denebilir bu kubbeye.
Burada günümüz Türkçesiyle şu yazmaktadır:
"Sultan Abdülhamid Han'ın gerçek, saffetli dostu, müzeyyen taç sahibi, büyük Kayzerler soyundan gelen Alman İmparatoru, şeçkin hükümdar II. Wilhelm Hazretleri bu devirde arzusuna nail olmak ve yüce Osmanlı Padişahını ziyaret etmek maksadıyla İstanbul'a tekrar geldi. Bu görüşme sonucunda teyit edilen Türk-Alman dostluğunu koruyup hatırlatacak bir vesile olması için bu meydanı süsleyen bu çeşmeyi yaptırdı. Çeşmeden akan duru ve temiz sular iki ülke ve hükümdar arasındaki samimi dostluğun simgesi gibidir. Durup dikkatli gözlerle altın yaldızla süslenmiş eşsiz güzellikteki yapısını seyredenler hayret ederler. Hayatın en önemli esası, yapı taşı akıcı su oldukça bu dostluk eseri de sağlam bir şekilde itibarını korusun. İki hükümdar arasındaki görüşmenin gönül çekici bir hatırası olarak bu çeşmenin musluğundan akan su bedelsizdir."
Burayı bir aziz insanın türbesi sanıp avuçlarını göğe doğru açarak dua eden insanlar da görebileceğimiz çeşmenin bir de bronz kitabesi var. Bu kitabe tek dilde yazılmış - Almanca. Türkçesiyle üzerinde şu yazıyor:
"Alman Kaiser'i Wilhelm II. 1898 yılı sonbaharında Osmanlılar'ın hükümdarı II. Abdülhamid nezdinde ziyaretinin şükran hatırası olarak bu çeşmeyi yaptırdı."
Atmeydanı'ndan iki tramvay durağı sonra, Beyazıt meydanında bir simge yapı daha var: İstanbul Üniversitesi kapısı. Bu kapıdan içeri girildiğinde solda pek göze batmayan bir Alman kitabesi daha var bu şehirde. Bu da bir şükran ifade ediyor. Almanya'nın merhum Federal Başkanlarından Richard von Weizsäcker tarafından 1986 yılında buraya çakılan kitabedeki şükran konusu ise ihale değil. Bir beklentiyle değil, aksine yıllar sonra bir samimi bir şükran duygusuyla buraya konmuş.
Malum, şu görkemli kapının üstünde 1453 yazıyor - Fatih II. Mehmet'in fetihten hemen sonra kurdurduğu medreseye ithafen. Aslında 1933 daha doğru olurmuş. Atatürk Cenevreli eğitimci Albert Malche'den o zamanın Türkiye'sinde eğitim sistemini incelemesini istemiş. Sunulan raporda özellikle profesörlerin eğitiminin yetersiz olduğu vurgulanmış.
Sene 1933, Almanya'dan ilk Yahudi veya sosyalist profesörler kaçmaya başlamış. O günlerin genç, körpe Türkiye Cumhuriyeti'nde de üniversite hocası açığı var. Açılışı Atatürk'ün çağırdığı 78 profesörle yapmışız. Akademik hayat 1933'te İstanbul'da yeniden doğmuş. Bu ilk gelenler arasında kimler yokmuş ki? Hukukçu Ernst Hirsch, İktisatçı Fritz Neumark, Tıp Profesörü Erich Frank, Kimyacı Fritz Arndt… Bu liste uzayıp gider, çünkü ilerleyen yıllarda bin küsur üniversite profesörü Nazi teröründen kaçıp genç Türkiye'ye sığınmış. Ankara Üniversitesi de bunların çoğuna kucak açmış.
Türkiye aslında bu Alman hocalara şükran duymalı. Ama Weizsäcker olayı tersine çevirmiş ve Almanya'nın minnet ve şükran duygularını dile getirmiş iki dilde yazılmış kitabesinde.
Sevilen Cumhurbaşkanı Weizsäcker'in kitabe metni kendisinin tarih şuurunu gösteriyor. Ondan topu topu 80 küsur sene önce çakılan, tek dilde yazılmış Wilhelm kitabesi ise sanki daha çok bir kişisel kibir abidesi.
Sahi, ihaleyi almadan önce verilen hediyeye ne deniyordu?