Haluk Eyidoğan

03 Haziran 2021

Marmara'nın salyası, İstanbul'un kanalı

Marmara Denizi bu kirliliğe dayanamadı ve salyasını saldı. Bir afete dönüşen bu deniz salyası hastalığı ne kadar sürecek kimse kesin bir şey söyleyemiyor. Önümüzdeki ay sonunda Kanal İstanbul'un projesine başlanacağı ilan edildi. Salyasıyla nefessiz kalarak yoğun bakıma düşen Marmara Denizi, "inadına yapılacak" Kanal İstanbul sonrası morgdan sağ salim çıkamaz

Marmara'da deprem, tsunami, Kanal İstanbul ve Koronavirüs salgınını tartışıp dururken, bunlara ek olarak bir de Marmara Denizi'nde salya (müsilaj) sorunu ortaya çıktı. Önce derinlerde başlamış ve sonra yüzeye ulaşmış bu salya Kasım 2020'den bu yana Marmara Denizi'nin tümünde yayılmaya başlamış ve bugünlerde gördüğümüz gibi denizde büyük alanları kaplamış durumda. Deniz bilimi, iklim bilimi ve meteoroloji uzmanları tartışıp duruyorlar. Basın ve yayın organlarında her gün konuyla ilgili uzmanların demeçlerini görüyoruz. Sorun o boyuta geldi ki resmi kurumlar art arda açıklamalar yapmaya başladı.

1950'lerden sonra büyük göç almaya başlayan Marmara bölgesinde artan nüfus ve endüstri faaliyetleri sonucu üretilen atıkları yeteri kadar arıtamadan Marmara Denizi'ne boca etmişken, 40 yıl sonra Marmara Denizi'nin bu duruma gelmesi hiç kimseyi şaşırtmamalı. Çevresindeki yedi il ile nüfusu 25 milyona erişmiş bölgede, Marmara Denizi'nin evsel ve endüstriyel atık suların deşarjlarına, tarımsal faaliyetlere, gemi atık sularına ve atmosferik çökelme kaynaklı kirlenmeye büyük oranlarda maruz kaldığı herkesin malûmudur. Marmara Denizi'nde organik ve inorganik zehirli kirleticilerin deniz suyunda ve tabanındaki tortullarda yüksek düzeyde bulunduğu bilinmektedir ve bu kirleticilere maruz kalan balıkların ve doğal yaşamın olumsuz etkilendiği kuşkusuzdur.

Bandırma Onyedi Eylül Üniversitesi Denizcilik Fakültesi Dekanı Prof. Dr. Mustafa Sarı, Marmara'daki deniz salyasının bu denli artmasında üç önemli olayın etkisine dikkat çekerek şöyle diyor: "Bu sene Marmara Denizi'ndeki ortalama sıcaklık son 40 yıllık ortalama sıcaklıktan daha yüksek. Marmara Denizi soğuyamadı. Marmara Denizi yapısı gereği iklim şartlarındaki bu değişikliklere bağlı olarak daha durağan bir yapı arz etmeye başladı. Yani denizdeki sirkülasyonlar az. Buna bağlı olarak bizim yıllardır yanlış uyguladığımız atık yönetimi politikası Marmara Denizi'nin yükünü arttırdı. 25 milyon insan yaşıyor Marmara Denizi'nin çevresinde. Türkiye'nin sanayisinin, endüstrisinin yarısı Marmara Denizi'nin çevresinde. Bunların atıkları doğrudan ya da dolaylı şekilde Marmara Denizi'ne gidiyor. Azot fosforik yükü arttı. Bu üç faktör bir araya geldiğinde de biz deniz salyasını denizlerimizde görmeye başladık."

2014-2018 döneminde Çevre ve Şehircilik Bakanlığı Müsteşarlığı yapmış olan Prof. Dr. Mustafa Öztürk'ün 29 Mayıs 2021 tarihli yazısında Marmara Denizi'nin kirliliği ve arıtma konusunda tespitleri ve önerileri şöyle: "Marmara Denizi'nde bulunan körfezlerin hepsi hassas alan statüsündedir. Söz konusu illerde, atık su arıtma tesislerinin teknolojisinin geliştirilmesi gerekmektedir. Marmara Denizi'ne noktasal belediye ve sanayi atık suları, Su Kirliliği Kontrol Yönetmeliği'nde belirtilen sınır değerlerine göre derin deniz deşarjları devam ettiği ve gerekli denetimler yapılmadığı sürece kirlenme ve fitoplankton (tek hücreli planktonik alg) patlaması devam edecektir. Verilen kirletici sınır değerlerine göre noktasal kaynaklı (evsel ve sanayi) atık suların en az yüzde 70 ile yüzde 100 oranında ileri kademe (azot ve fosfor dahi) arıtılması gerekir." Prof. Öztürk, deniz salyalarının hızla ortamın oksijenini tükettiğini, oksijensizlikten ve salyalardan dolayı denizlerde ciddi balık ölümleri olduğunu, balıkçılık sektörünün olumsuz etkilendiğini ve turizme darbe vurduğunu ve haziran ayında deniz salyasının sürmesi durumunda Marmara Denizi için acil eylem planının uygulamaya konmasını öneriyor. Prof. Öztürk, aksi halde ölü denizle karşı karşıya kalınabileceğini, bu durumu önlemek için Marmara Denizi'ne kıyısı olan belediyeler ve sanayi tesislerinin atık sularını ileri kademe arıtmasını, denize deşarj edilen tüm atık suların anlık izlenmesini ve raporlanmasını, sınır değerlerin üzerinde deşarj yapan belediyeler ve sanayilere yaptırımlar uygulanmasını, denetim, izleme ve raporlama sınır değerlerinin üzerinde atık su deşarjı yapanlara Çevre ve Şehircilik Bakanlığı'nın yaptırım uygulaması gerektiğini vurguluyor. Prof. Öztürk'ün demecinden anlaşılıyor ki, bir dönem müsteşarlığını yaptığı Çevre ve Şehircilik Bakanlığı bütün bu sorunları ve çözüm önerilerini biliyor ama bugüne kadar Marmara Denizi'nde kirliliği önleme konusunda etkin ve yaptırımcı olamamış.

30 Mayıs 2021'de Ege ve Marmara Çevre Belediyeler Birliği, yıllardır yazılan ama belediye ve bakanlık raflarında kalan raporları, yapılan uyarıları ve çözüm önerilerini hatırlatarak şöyle bir açıklama yaptı: "Son yıllarda ülkemizde yaşanan çevre katliamı ve gösterilen duyarsızlık had safhadadır. Artan nüfus ile doğru orantılı olarak insan kaynaklı evsel atık suların tam olarak arıtılmadan denizlere, göllere ve akarsularımıza deşarj edilmesi, aynı zamanda bu su kaynaklarına yakın alanlarda kurulan endüstri ve sanayi tesislerinin atık sularını, bırakın yeterli arıtmayı, arıtma bile yapmadan atık sularını deşarj etmeleri sonucu, doğa ve eş zamanlı olarak tüm canlı yaşamı tehdit altındadır."

Yıllardır yazılıp çizilmesine ve bilimsel tespitler doğrultusunda yapılan bir dizi önerilere rağmen Marmara Denizi artık dayanamayıp her yerinde oluşan bir salya ile çürüme işaretleri verince Çevre ve Şehircilik Bakanlığı harekete geçti. Çevre ve Şehircilik Bakanı Murat Kurum 31 Mayıs 2021'de "Çözüme herkesi dahil ederek tüm tarafların katılımıyla 4 Haziran'da 'Marmara Denizi'nde Müsilaj Problemi ve Çözüm Önerileri" çalıştayımızı yapacağız. 6 Haziran'da da 'Marmara Denizi'ni Koruma Eylem Planı'nı kamuoyuyla paylaşacağız" açıklamasında bulundu. İlgili WEB sayfasından öğrendiğimize göre bu çalıştay Çevre ve Şehircilik Bakanlığı destekleri ve iş birliği ile Marmara Belediyeler Birliği tarafından çevrimiçi olarak yapılacakmış.

Yıllarca görmezden gelinen, uzmanların ve çevre örgütlerinin uyarılarının kulak arkası edildiği böylesine ciddi bir sorun için artık "herkesi dahil ederek" bir "çalıştay" yapmak ve "çözüm önerilerini almak" Çevre ve Şehircilik Bakanlığı için önemli bir konu oluvermiş. Aslında çözüm önerileri ve kimin neyi yapacağı konusunda çok sayıda rapor ve makale zaten var. Çalıştay sonrası yapılacak "Marmara Denizi'ni Kurtarma Eylem Planı" umarız geçmiş 40 yıllık eksiklikleri ve ilgisizlikleri bir takvim içerisinde kısa sürede giderecek ve sürdürülebilir nitelikte bir plan olur. Ancak, Marmara için başka bir önemli sorun kaynağı daha var. O sorunun adı İstanbul'un coğrafyasını değiştirecek, nüfusunu arttıracak ve tüm çevre ve doğal dengelerini olumsuz etkileyecek İstanbul Kanalı, namı diğer Kanal İstanbul.

Hükümetin 2011 yılında gündeme getirdiği ve "inadına yapacağız" dediği Kanal İstanbul ile ilgili çok yönlü tartışmalar her düzeyde sürüyor. Çevre ve Şehircilik Bakanlığı Nihai ÇED raporunu onayladı ancak birçok sivil toplum kuruluşu, meslek odaları ve İstanbul Büyükşehir Belediyesi çok sayıda bilim insanının ve uzmanın katkılarıyla raporlar yayınladılar ve projenin İstanbul'un tüm çevre dengelerini olumsuz etkileyeceğini ve Marmara Denizi'nin canlı yaşamını ve deniz kalitesini nasıl ağır bir şekilde bozacağını anlattılar.

12 Ocak 2021 tarihinde Medyascope'dan Fırat Fıstık'a demeç veren Hacettepe Üniversitesi Çevre Mühendisliği bölümü öğretim üyesi Prof. Dr. Cemal Saydam Kanal İstanbul açıldıktan sonra Marmara Denizi'ne neler olacağını şöyle açıklıyor: "Marmara Denizi astımlı doğan çocuğa benzer, solunum rahatsızlığı çeker. İyileşmez, ama üzerine yük bindirdiğiniz zaman kötüye gider. Bunu zaten İstanbul, atıklarıyla yapıyor. Mevcut durumu kaldıramayan sisteme kanalı (Kanal İstanbul) açarsınız, Marmara'nın üzerine iki kat yük biner. Ondan sonra hidrojen sülfür kokusu çıkar, çürük yumurta kokusu. Lodos olduğu zaman tüm Marmara'da koklayacaksınız. Bu gaz dağılmaz ve de ilerler. Gelecek nesillere balık diyeceksiniz, ‘ne o pardon' diye cevap verecekler. Marmara'da balığı unutun. Siz Everest'in tepesinde yaşayabiliyor musunuz? Oksijen yok. Burada da yok. Şakası olmayan, korkunç sonuçları olacak bir projeye dönüşür."

Meslektaşım, Jeofizikçi Prof. Dr. Bedri Alpar Kanal İstanbul'un Marmara Denizi'ni çok olumsuz etkileyecek bir başka konuya değiniyor. Prof. Alpar, ÇED raporunda Kanal İstanbul'un girişindeki Küçükçekmece Gölü'nün derinleştirilmesi amacıyla 6.5 milyon metrekare alanda yapılacak dip tarama ile çıkarılacak çamur ve tortul miktarının 53 milyon metreküp olacağına ve 2018'de yayınladıkları bilimsel araştırmada bu kütle içerisinde çok yüksek miktarda birikmiş HCH ve DDT gibi aşırı zehirli maddeler bulunduğuna dikkat çekiyor. Söz konusu zehirleyici maddeler göl tabanının hemen altında 1945 ile 1972 yılları arasında çökelmiş. Gölün dibinden alınan örneklerde çamur birimlerin içerisinde HCH ve DDT en yüksek değerlere ulaşmaktadır. Bu zehirli çamurun Marmara Denizi'ne karışması durumunda denizdeki tüm canlılar üzerinde kalıcı ve ölümcül etkiler oluşacaktır. Kanal İstanbul'un ÇED raporunda bu konuda bir çalışma yapılmadığı gibi, zehirleyici etkisi olan diğer çevresel kirleticilerden ve mevcut bilimsel verilerden bahsedilmemiştir. Dip taraması yapılarak alınacak bu zehirli çamurun Marmara Denizi'ne bulaşması nasıl önlenecek, nereye dökülecek veya nasıl bertaraf edilecektir?

Kanal İstanbul'un Marmara Denizi'nin kirlenmesine neden olacak diğer bir olumsuzluk ise kanal kazısından çıkan hafriyat malzemesinin denize dökülmesidir. Her ne kadar ÇED Raporu'na göre toplam 1.08 milyar metreküp hafriyat olacağı ifade ediliyorsa da, Maden Mühendisleri Odası'nın hazırladığı rapora göre kazının yapılacağı jeolojik yapı dikkate alındığında, kazı sonrası taşınacak hafriyat miktarı 1.76 milyar metreküp ile 1.43 milyar metreküp arasında değişecektir. Bu büyüklükteki hafriyat hacmi, yoğunluk 2.5 metreküp/ton alındığında 4.4 milyar ton ile 3.6 milyar ton arasında bir hafriyat ağırlığına karşılık gelir. ÇED raporuna göre bu hafriyat Karadeniz kıyısına dolgu amaçlı dökülecektir. İstanbul Boğazı'nın doğusuna Karedeniz kıyısı boyunca dökülecek bu hafriyat akıntılarla İstanbul Boğazı'ndan geçerek Marmara Denizi'ne inecektir. Böylece Marmara Denizi için mevcuda ek bir kirlilik soruna daha yaratılacaktır.

Marmara Denizi'nin salyası sorununu çözmek için aceleyle çalıştay düzenleyip eylem planı yapmayı kararlaştıran Çevre ve Şehircilik Bakanlığı (ÇŞB) ve çalıştayı üstlenen Marmara Belediyeler Birliği, acaba ÇŞB Bakanı Kurum'un "boğazımızı kurtarma projesidir" dediği Kanal İstanbul'un Marmara Denizi'nin mevcut kirliliğine ek olarak yapacağı tahribatın büyüklüğünü gündeme alacak mı? Oluşturulacak eylem planına Kanal İstanbul'un Marmara Denizi'ne yükleyeceği fazladan kirliliği de ekleyecekler mi?

Onlarca yıldır kirletilen Marmara Denizi'nin nasıl hastalandığını bugün herkes görüyor. Salyalı deniz görüntüleri her gün ekranlarda ve gazetelerde. TV haberlerine çıkan uzmanlara en çok sorulan sorulardan iki tanesi "Balıklar yenir mi?" ve "Denize girebilir miyiz?" Uzmanların bu sorulara verdiği yanıtlar şöyle: "Balık bulursanız yiyin" ve "Ben şahsen denize girmem".

Marmara Denizi bu kirliliğe dayanamadı ve salyasını saldı. Bir afete dönüşen bu deniz salyası hastalığı ne kadar sürecek kimse kesin bir şey söyleyemiyor. Önümüzdeki ay sonunda Kanal İstanbul'un projesine başlanacağı ilan edildi. Salyasıyla nefessiz kalarak yoğun bakıma düşen Marmara Denizi, "inadına yapılacak" Kanal İstanbul sonrası morgdan sağ salim çıkamaz.