Hakan Okçal

13 Mart 2024

İnsanlığın Gazze utancı

İsrail’in her an güneydeki Refah yerleşimine kara operasyonu başlatması bekleniyor. Sivil halkın artık gidecek yeri kalmazken, Ramazan ayında durum çok daha kötüleşecek. İsrail’i kimse durduramıyor...

İsrail’in saldırısı beşinci ayını doldururken Gazze’den gelen görüntüler iç karartıyor. Gazzeli Filistinlilerin çektiği acılar kutsal kitaplarda anlatılan gazaba uğramış kavimlerin çektiği acılarla boy ölçüşecek niteliğe ulaştı. Otuz binden fazla sivilin İsrail bombardımanları sonucu hayatını kaybettiği Gazze’de artık açlık sorunu nedeniyle kitlesel ölümler bekleniyor.

Hamas-İsrail görüşmelerinden bir sonuç çıkmazken, bir yandan da İsrail saldırıları devam ediyor. İsrail’in her an güneydeki Refah yerleşimine kara operasyonu başlatması bekleniyor. Sivil halkın artık gidecek yeri kalmazken, Ramazan ayında durum çok daha kötüleşecek. İsrail’i kimse durduramıyor.

Sağlık ve altyapı hizmetlerinin tamamen çöktüğü, açlık, susuzluk ve sefaletin her yerde kol gezdiği Gazze’de yaşanan bu utanç ve kıyım artık batıyı, kendi kamuoylarıdan gelen baskının da etkisiyle, bir şeyler yapmaya zorluyor. ABD ve AB çareyi İsrail’i ateşkese zorlamak yerine, bu kez havadan ve denizden yardım malzemesi sağlamaya çalışmakta buldu. Zira karadan gönderilen malzemeler ihtiyaç sahiplerine  ulaşmadan daha kamyonların üzerindeyken sınırı geçer geçmez yağmalanıyor. Televizyonlara yansıyan görüntüler Gazze’de toplumsal dayanışma ve disiplinin çöktüğünü kanıtlıyor. Hamas’ın İsrail’e karşı kutlu bir direniş sergilediğini sananlar hiç kendilerini aldatmasınlar. Ortada büyük bir utanç tablosu var. Gazze’de can pazarı yaşanıyor. Gücü olan güçsüzün elindeki lokmayı kaparak canını kurtarmaya çalışıyor.

Batı'nın havadan göndermeye çalıştığı yardımlarda da aynı sorunlar yaşanmaya başladı. Panik halindeki umutsuz insanlar, aynı yardım kamyonlarına yaptıkları gibi havadan inen gıda malzemelerini kapışmak isterken ya birbirlerini eziyorlar, ya da güya düzen sağlamak isteyen İsrail askerlerinin kurşunları altında hayatlarını kaybediyorlar. Paraşütleri kopan yardım hurçlarının üzerlerine düşmesi sonucu ölenler de cabası.

AB’nin önderliğinde Kıbrıs Rum kesimindeki Larnaka limanından geçtiğimiz Pazar günü İspanya yardım örgütü “Open Arms” aracılığı ile gerçekleştirileceği açıklanan deniz köprüsünün ilk seferi bu satırlar yazılırken henüz başlatılamamıştı.  AB Komisyonu Başkanı Ursula von der Leyen (Layın diye okunur) tarafından açıklanan bu yardım girişimi için muhtemelen İsrail’in onayının alınmasında pürüz çıktı. Gerçekleşirse bu girişime AB’nin yanı sıra ABD, İngiltere ve BAE dahil olacak. Yardım malzemesinin nereye indirileceği, indirilme sırasında güvenliğin nasıl sağlanacağı henüz meçhul. Yardımların Güney Kıbrıs üzerinden ulaştırılacak olması nedeniyle Türkiye’nin bu grubun arasına girme şansı bulunmuyor.

AB Komisyonu Başkanı Sayın von der Leyen’ın bir zamanlar Avrupa’daki en keskin İsrail yandaşlarından biri olması ne kadar yaman bir çelişkiyse, bir zamanlar Mavi Marmara gemisini Gazze’ye gönderen Türkiye’deki İslamcı yardım örgütlerinin sessizliği de o kadar yaman bir çelişki.  Türkiye’den gidecek yardım malzemeleri için BM örgütleri ve Mısır’la işbirliği yapmaktan ve İsrail’in onayını almaktan başka çare yok.

ABD ise denizden Gazze’ye gönderilecek yardım malzemeleri için portatif bir liman tesisi (iskele/rıhtım) kurmak üzere bir lojistik gemisini Atlantik Okyanusu kıyısındaki Norfolk’tan yola çıkardı. Bu portatif rıhtımın kurulmasının iki ay alacağı söyleniyor. O zamana kadar Gazzeliler açlıktan ve susuzluktan ölmezlerse ne ala!

ABD’de seçim atmosferine girilmiş olması nedeniyle Biden yönetimi ciddi bir ikilem içinde sıkıştı. Bir taraftan sivil toplumdan gelen tepkiler nedeniyle Gazze’de İsrail saldırılarına eskisi gibi arka çıkması mümkün değilken, Musevi lobisinin gücü nedeniyle İsrail’i karşısına alması da mümkün değil. ABD halkı içinde Gazze’deki vahşete karşı tepkiler giderek yükseliyor. Oskar ödül töreninin dahi bundan nasibini aldığı bir ortamda Biden’in her iki tarafın tepkisini fazla üzerine çekmeden vaziyeti idare etmeye çalışmaktan başka çaresi yok. Biden yönetimi özellikle krizin ilk başlarında fazlasıyla İsrail yanlısı bir tutum sergileyerek tarafını belli etmişti. Ama başkanlık seçimini ABD Büyükelçiliğini Tel Aviv’den Kudüs’e taşıyan ve İsrail’in başkenti olarak Kudüs’ü tanıyan Trump kazanırsa Filistin halkını daha da zor günler bekleyecek.

Son zamanlarda, sağlanacak bir ateşkesten sonra iki devlet temelinde Filistin sorununa nihai çözüm bulunması yönündeki çağrılar yeniden seslendirilmeye başlandı.  Filistin davası Arap devletleri tarafından bile unutulmak üzereyken, hele İbrahim anlaşmalarıyla Suudi Arabistan dahil bir çok Arap devleti İsrail ile uzlaşmanın yolunu aramaya başlamışken, bu şekilde bir iman tazelenmesi belki olumlu karşılanabilir ama, iki devletli çözümü hayata geçirmek mevcut koşullarda hemen hemen imkansız. Zira her şeyden önce iki tarafta da bu yönde samimi bir irade mevcut değil. FKÖ Filistin davasının siyasi önderi olma konumunu çoktan kaybetti. Hamas ise İsraillileri denize dökmek istiyor.

Hamas’ın Filistin halkının saygın ve meşru temsilcisi olma şansı Gazze krizinden sonra ortadan kalktı. BM tarafından, geçtiğimiz hafta içinde, İsrail’e gönderilen araştırma ekibinin Ocak ayının sonu ile Şubat ayının başında yerinde yapılan araştırmanın ilk sonuçları açıklandı. Açıklamada 7 Ekim’de Hamas’ın gerçekleştirdiği “El Aksa” huruç harekatında toplu tecavüz ve uzuv kesme gibi ağır cinsel suçlar işlendiğine dair ciddi bulgular edinildiği belirtiliyor. 7 Ekim’de çocuk yaşlı demeden sivilleri katleden Hamas’ın bu tür suçlar da işlediğinin iddia edilmesi, bu örgüt bakımından meşruiyet sorunu doğuruyor.

İsrail toplumu ise giderek sağa kaydı. Ülkede Netanyahu karşıtlığı artsa da, İsrail halkı içinde bağımsız bir Filistin devletini kabul etme iradesinin, hele Gazze krizinden sonra iyice azaldığını düşünmek yanlış olmaz.

Kaldı ki Filistin devletinin üzerinde kurulabileceği topraklar 1968’den bu yana büyük ölçüde İsrail’in eline geçti. Batı yakasının bir çok bölgesinde illegal İsrail yerleşim yerleri hakim. Bunların sayısı Gazze krizinden sonra daha da arttı. İsrail’in Batı Şeria’dan ve Doğu Kudüs’ten çekilmesini beklemek gerçekçi olmaz. Gazze’de ise İsrail doğu-batı istikametinde yeni bir karayolu inşa ederek bu dar kıyı şeridini daha da küçülttü. İsrail tüm Gazze’yi boşaltamazsa muhtemelen bu yolun kuzeyinde Filistinlilerin kalmasına izin vermeyecek. Böylesi küçük ve yamalı bohça bir coğrafyada kurulacak bir Filistin ancak kozmetik bir devlet niteliği taşır. Kaldı ki şimdiye kadar, Araplar dahil hiç bir ülke iki devletli bir çözümün hayata geçirilmesi için ciddi bir çaba içinde olmadı. Bundan sonra olmalarını beklemek gerçekçi değil.

Gazze’deki Filistin halkınının çektiği mevcut acıları sona erdirmek için uluslarası toplumun  samimi bir çaba içinde olmadığı da çok açık. Buna Arap ülkeleri ve diğer müslüman ülkeler de dahil. İslam dayanışmasının şampiyonluğunu kimseye kaptırmak istemeyen Ankara’dan yapılan açıklamalar bırakın dünya müslümanları arasında etkili olmayı, Türkiye içinde dahi inandırıcı bulunmuyor.  AKP adayının İstanbul belediye seçimleri alınırsa Gazze’nin de kazanacağına dair siyasi literatüre geçecek sözleri ciddi tepki çekti. AKP seçmenleri dahi miting alanlarında samimiyet adına her gün Türk limanlarından İsrail’e yapılan ihracatın durdurulmasını talep ediyorlar.

Samimiyetin bir mihenk taşı da Güney Afrika’nın İsrail’e karşı Uluslararası Adalet Divanı (UAD) nezdinde açtığı soykırım davasına Türkiye’nin müdahil olması. Şubat ayı sonunda UAD’de Dışişleri Bakan Yardımcısı Ahmet Yıldız’ın yaptığı sunumun soykırım davasıyla bir ilgisi yok. Meslek büyüğümüz değerli hukuk adamı Rıza Türmen’in T24’teki son yazısında bu konuda gerekli açıklamalar yapıldı. Bakan Yardımcısı Yıldız 2022 yılında BM Genel Kurulu’nda alınan bir karar uyarınca UAD’den Filistin’deki siyasi durum konusunda istişari görüş talep edilmesi çerçevesinde bir beyan yaptı. Yakında Türkiye’nin BM Daimi Temsilcisi olarak New York’da yeni görevine başlayacak olan Bakan Yardımcısı Yıldız basından edindiğimiz bilgiye göre önemli bir bölümünde Kudüs’deki İslam mabetlerinin durumuna dikkat çektiği konuşmasında Filistin sorununun İsrail’in Filistin topraklarını yasadışı işgalinden kaynaklandığı belirtti ama İsrail’i soykırım suçu işlemekle itham etmedi. Sayın Türmen yazısında haklı olarak Türkiye’nin İsrail aleyhine UAD’de açılan soykırım davasına neden müdahil olmadığını sorgulamakta ve iktidarın Gazze hakkında söyledikleriyle yaptıkları arasında çelişki olduğuna dikkat çekmektedir.

Bu sorunun cevabını ben Ocak ayında bu portalda çıkan “Gazze Savaşı Yayılıyor mu?” başlıklı yazımda yanıtlamaya çalışmıştım. O yazıda “Türkiye’nin diğer bazı Müslüman ülkeler gibi davaya müdahil olması devlet ezberi nedeniyle mümkün değil. Soykırım niyetinin saptanmasını kolaylaştıracak her girişim ve karar Türkiye’nin Ermeni soykırımı konusundaki tezlerini zayıflatır.” demiştim.

Şimdi de aynı görüşteyim. Zamanında Ermeni soykırım iddiaları dosyasına hasbelkader Dışişleri Bakanlığı’nda bakmış bir kimse olarak Türkiye’nin karine veya yorum yoluyla soykırım niyetinin (genocidal intent) tespitine karşı olduğunu düşünüyorum. Türkiye soykırım niyeti için belgeye dayalı somut kanıtlar aranmasını tercih eder. Ancak UAD’nin bu konuda farklı bir tavır takınması da mümkün. Gelişmeleri hep beraber takip edip göreceğiz.

Sonuç itibarıyla Gazze halkının yaşadığı acılar karşısında tüm dünya bir samimiyet testinden geçiyor. Ve büyük bir ekseriyet, özellikle batılılar ve Araplar bu testten sınıfta kaldılar. Türkiye de bu testten zayıf not alanlar arasında. Bu utançla uygarlık nasıl ilerler bilemiyorum. Umut her ülkede haksızlığa ve zulme karşı ayağa kalkan sivil toplumlarda. İyi ki başta İsrail olmak üzere, her ülkede aydınların, üniversite gençliğinin, kadınların ve hak mücadelesi veren emekçilerin başını çektiği vicdan sahibi sivil toplumlar var. 

Not:

Şubat ayında yayınlanan “Sadık Ahmet Filmi ve Batı Trakya’da Türk Kimliği”başlıklı yazımın bazı bölümleri, aldığım bilgilere göre Yunan basınında yaygın bir şekilde yer almış. Gördüğüm kadarıyla yazının Yunanistan için eleştiri içeren bölümlerine yer vermemişler. Keşke yazının bütününü yayınlasalardı. Yazının amacı zaten bilinen bir gerçeğin vicdani sorumluluğum çerçevesinde kayda geçirilmesiydi. Sanıyorum bu amaç hasıl oldu. Benim en büyük mutluluğum yazının Batı Trakya Türkleri arasında çok yaygın bir şekilde okunmuş olması ve Batı Trakyalı dostlardan eleştiri değil, takdir ve teşekkür almamdır.