Hakan Aksay

13 Nisan 2012

Yine kime çakmalı bugün! Kimi kime gammazlamalı!

Hepsi gerçek gazeteci değildir belki. Ama her biri bu işi iyi kıvırdığını her fırsatta kanıtlamaya hazırdır

 

Onları o kadar da hafife almayın.

Hepsi gerçek gazeteci değildir belki. Ama her biri bu işi iyi kıvırdığını her fırsatta kanıtlamaya hazırdır.

Onlar zaten “mektepte kompozisyonları iyi olan”, zeki, en önemlisi, gazeteciliğin kime ve neye yaraması gerektiğini çoktan çözmüş zatı muhteremlerdir.

Duruma göre her alanda kalem oynatabilirler: Politikaysa politika, ekonomiyse ekonomi, sporsa spor, kültürse kültür, hatta isterseniz romantizm veya cinsellik… Bir de “hayata dair derin düşünceleri” vardır ki, ahh!..

Kısacası, her şey onlardan sorulur.

“Döktürme” sanatını iyi becerirler. Az bildikleri konularda bile “edebiyat yapma sanatı”nı yutmuşlardır.

Çok kıvraktırlar. Mesela, bir gün “yukarıya” bakarak “bölgemizde barış ve halklar arası kardeşlik” dedikten sonra, ertesi gün – yine aynı yere bakarak - “sınıra birlik göndermek” ve “askerî ders vermek” mevzuunda mangalda kül bırakmazlar.

Bakmayın, ben burada onları yan yana dizdim, ama aslında hepsi çeşit çeşit boyda, renkte ve fiyattadır.

Bazıları ülkücü ortamda yeşermiştir vaktiyle, bazıları ise keskin devrimci kökenlidir... “Müebbet liberaller” de vardır içlerinde, memurluktan ve “futbolculuk”tan çark edenler de…

Yoğurdu hepsi sonsuz bir iştahla kaşıklar, ama yiyiş tarzları birbirinden farklıdır.

Küfürlüdür bazıları ve tüm dostlarından arınmış, en yakınlarını bile satmaya hazır bir “Tanrısal yalnızlık” içindedir…

Bazıları efendi görünüp alttan almaya, ama sabırlarının gerisine acımasız bir sinsilik yerleştirmeye eğilimlidir…

Her fırsatta patlamaya hazır olanları da vardır. Bazıları viski kokusu üstüne kırmızı burunlu çemkirmeleriyle ünlüdür…

Kimisi delikanlı havalı, gözünü budaktan sakınmaz çehreli, dayı konuşmalıdır; ama “çizgiden çıkmama ve haddini aşmama” konusunda şaşılacak kadar “eğitimli” ve uysaldır…

Televizyonlara çıkanları arasında kibar konuşup engin bilgi dağarcığı üzerinde sağlam bir mantık yürüteni pek azdır. Ama evelallah tartışmadan çekinmezler; çünkü “bana şunu dedirtemezsiniz” imanını kaybetmeden ve sahibinin sesini durmadan çalarak mutlaka başarılı olacaklarından emindirler.

Zor durumlarda yapılması gerekeni de bilirler: bir yerlerden öğrendikleri yapış yapış bir “özgüven gülümsemesi” (ki onların suratında sırıtma sınırındadır) sarkıtırlar titrek bıyıklarının altından…

Ama güven rezervleri fazla sınav kaldırmaz. Bir süre sonra yan gözle bir yerlere bakıp kıpır kıpır kıpırdanırlar.

Kendilerine bambaşka bir gözle bakıp daima gölgeleri kollayan, tetikte bekleyen bir halleri vardır.

Bunu hissettirmemek için envaiçeşit taklalar atarlar.

Sanki durmadan bir ipin üzerinde cambazlık yapmaya çabalarlar.

“Uygun gündem yaratmak” olmasa bile, “gündemde kalabilmek”tir çırpınışlarının amacı.

Bazen hazır üne sahip birinin, mesela, bir sanatçının paçasına yapışıp gündem olmayı denerler…

Bazen vaktiyle iktidara ve kendilerine yakın gördükleri birinin, bugün kutsal mevkilerde oturanlara saygıda kusur etmesine, söz gelimi “sen” diye hitap etmesine takarlar…

Bazen de saltanatları geçmiş dönemlerde kalmış kimi gazetelere ve gazetecilere saldırırlar; nasılsa riski yoktur bu ucuz dalaşların…

En azından “medya sitelerinde birileri oltaya takılır, alır beni haber yapar” diye ritmik hareketlerle raks ederler.

Gönüllerinde yatan, bundan çok daha fazlasıdır elbette.

“Efendileri”ne, hiç olmazsa “Aferin lan bizim kerataya!” dedirtebilmektir en mütevazı hırsları.

Aslında yalnızca mücadele ettikleri karşıtları değildir dertleri; kendi aralarında da sıkı bir göze girme yarışı vardır; gizliden gizliye yerler birbirlerini.

Her biri “daha sadık”, “daha uyanık””, “daha dişli” ve “daha hokkabaz” olduğunu göstermek için günbegün yeni dopingler yapar kendine.

Birileriyle dalaşma, ötekilerini şikâyet veya ihbar etme, başkalarına “çakma” planları yapar durur.

Nâzım’ın dediği gibi, “güneş doğarken yatağından çıkar, dalgın giyinir”:

 

“Bugün kimi kime gammazlamalı? 

Âmirin gözüne nasıl girmeli?

 

Sanmayın ki onlar yazdıklarını öyle “milyonlar okusun” falan diye yazarlar. Hedefleri çok nettir: “Beyefendi” okusa, kâfidir. Ya da, ne bileyim, hiç değilse makalecikleri “Beyefendi”nin masasına konulan raporlar arasında yer alsın, yeter!..

Eğer o yüce kata ulaşmazsa mesaj…

Sadakatin adresi, her daim haberdar olmazsa kendisine koşulsuz bağlılıkla verilen hizmetten…

Uşaklık sahibin göz hizasının dışında kalır, yalakalık uzaktan auta çıkar, yağcılık menzil dışında pis bir yağ lekesi olarak kalırsa…

O zaman yıkılırlar!..

Kolay değildir onlar gibi olmak…

“Onlar” olmak ise “korkunç” bir beceridir…

Gerçekten çok korkunç…