Hakan Aksay

08 Ocak 2017

Yalancının mumunu yatsıya kadar söndürme kılavuzu (ücretsizdir)

Hayatımızın her alanı yalanlarla çevrili. Hele siyaset. Acaba siyasi liderleri yalan makinesine bağlayıp sorgulasak mı?

Hayatımızın her bir köşesi yalan dolu.

Ama asıl rahatsız edici olan, adım başı karşılaştığımız yalanlardan rahatsız olmamamız. Yalanlara alışmamız.

Ancak ara sıra da olsa yalana tepki gösterdiğimiz, en azından eskiden kalma bir ahlaki refleks olarak yalancılığa karşı çıktığımız oluyor.

Bakın, mesela, Facebook’a “yalan butonu” eklenecekmiş.

Yani dolaşıma sokulan paylaşım ve haberlerden bazıları, okurların “önemli miktarı” tarafından (kaç kişi gerektiği açıklanmıyor) “yalan haber” olarak işaretlenirse silinecekmiş.

O sayıya ulaşılmıyorsa, ama yine de kullanıcıların “kayda değer miktarı” tarafından (kaç kişi olduğu yine belirtilmiyor) doğru olmadığı iddia ediliyorsa ise, o haber de silinmese de “kuşkulu” olarak gösterilecekmiş.

Şimdilik test aşamasındaki bu uygulama yürürlüğe girdiğinde, içerikler, Facebook tarafından Poynter Enstitüsü'ne bağlı Uluslararası Veri Kontrol Ağı bünyesindeki bağımsız uzmanlarca denetlenecekmiş.

Aman ne güzel!

Demek böylece Facebook’u yalanlardan arındıracağız.

Darısı gerçek hayatın başına!

*      *      *

 

Gerçek hayatta yalanı engellemek o kadar kolay değil tabii.

Herkesin alnına bir buton mu yerleştireceksin?

Birisi yalan mı söyledi?..

Kibarca uzanıp butona basacaksın...

Daha da kibar olmak isterseniz, uzaktan kumanda aletiyle alnına nişan alabilirsiniz.

Bir de bakmışsınız, az sonra o kişinin alnı cankurtaran gibi kıpkırmızı yanar döner ışıklarla donanacak.

En başta da politikacılara buton koyacaksın.

Aslında yalnızca onlara değil, herkese ekleyeceksin bu butonları.

İş hayatında, okulda, sokakta, ailede, arkadaşlıkta, aşkta...

Eminim butonlara pil dayanmaz...

 

*      *      *

 

Neden bu kadar çok yalan var hayatımızda? Neden yalansız geçmiyor günlerimiz?  

Bilim adamları kendilerine özgü sakin ses tonları veya durgun satırları ile “aydınlatıyor” bizi: Yapılan araştırmalara göre, herhangi bir insanın günde ortalama 20 civarında yalan söylemesi pek olağanmış…

20 yalan! Bunların çoğu “küçük yalan”… 

Örneğin, boş boş oturduğunuz zamanda çalan telefona cevap verirken “kitap okuduğunuzu” söylemeniz veya falanca filmi görüp görmediğiniz üzerine sorulan bir soruya pek de düşünmeden hemen olumlu cevap verme tavrınız gibi.

En sık yalanlar arasında erkeklerle kadınlar arasındakiler varmış (şaşırdık mı?    ). Patrona ve işçiye, öğrenciye ve öğretmene, bakkala ve müşteriye söylenen yalanlar da hayatın normal bir parçasıymış. Ve – ben bilim adamlarının yalancısıyım – genellikle üzerinde bile durulmayacak konularmış bunlar…

Günde 20 küçük yalan söyleyen birinin, kendi dürüstlüğüne son derece inanarak “hiç yalan söylemediğini” iddia etmesi şaşılacak bir şey değil yani. 

*      *      *

 

Facebook’un bile yalanlarla nasıl baş edeceği belli değilken, biz gerçek hayatta yalanları nasıl anlayacağız ve anlatacağız?

Zor, çok zor.

Ama belki de hayatın ve siyasetin temel konusu bu.

Yalanlar ortaya çıktığında bazen aşklar ve dostluklar bitiyor.

Yalanlar çürütüldüğünde bazen ülkelerin, liderlerin hayatı değişiyor.

Mesela, Watergate skandalı 1974’te ABD Başkanı Nixon’ı nasıl süpürüverdi.

Oradaki tek sorun yalanın yalan olduğunu kanıtlamaktı, hepsi o kadar!

Ancak bağımsız yargı vardı, medya vardı, toplumsal duyarlılık vardı orada.

Şimdi bizde bütün bunlar var mı?

O halde ne yapacağız?

 

*      *      *

 

Mesela, diyorlar ki, “vücut dili” çok önemlidir.

Yani tamam, bir insan sizinle konuşurken gözlerini kaçırıyorsa ya da konuşmanın bir kısmında aşağıya doğru bakıyorsa yalan söylüyor olabilir.

Bir başka belirti de ses tonunda değişim olması, sesin alçalıp yükselmesi. Yüzünü ya da ağzını kapatmak, yerinde rahat oturamamak, ellerini ya da bacaklarını sürekli hareket ettirmek de “kuşkulu hareketler”den.

Yalan söyleyenler, çoğu kez ellerini, daha çok da avuç içleri saklamaya çalışırlarmış (Çünkü avuç içleri güvenilirliğin, doğruluğun, doğru söylenildiğinin göstergesi sayılırmış).

Yalancının hafifçe öksürmesi, boğazını temizlemeye çalışması da bir “işaret”. Çünkü genellikle insan bedeni söylenilen yalanı kabul etmiyor ve onu dışarı atmaya çalışıyormuş. Öksürmek de bedenin otomatik olarak verdiği bir tepki. Tabii öksüren kişi, bu arada zaman kazanmaya da çalışıyor olabilir.

Bir de yalan söylediğinde burnu uzayan “Pinokyo” meselesi var. Bu da tesadüf değil. Sinir sisteminin en hassas uçları burunda olduğundan dolayı, insan beyninin verdiği uyumsuzluk sinyalleri, kendini ilk olarak burunda gösterir ve burun karıncalanmaya, kaşınmaya başlarmış. Ellerin ister istemez buruna uzanması ondan.

Yakayla oynamak, boynun özellikle yan tarafını okşamak, çocuklarda parmak emmek, bir aksesuara uzanmak ve onu eline alarak durmadan kurcalamak da yalan söylenildiğinin belirtileri arasında olabilir.

Ama bütün bunları bilmek bizi kolay kolay kurtarmayacak gibi.

Çünkü “çağdaş yalancılar” çok becerikli.

İnsanın gözünün içine baka baka yalanları sıralıyorlar.

Ve onlar yalancılık yaparken, ruhlarıyla işbirliği yapan sahtekâr vücutları da dilsizleşiyor.

*      *      *

 

Yine de bazen kimi yalanların parıltısı ortaya yayılıveriyor.

O zaman başlıyor bir “yanlış anlama”, “dil sürçmesi”, “maksadını aşma” (en sevdiğim açıklama bu sonuncusu!) edebiyatı!

Bazen de yalan, atıldığı yerde kara bir leke gibi kalıp ülkenin kaderine yapışıyor; ne desen kâr etmiyor!

Kabataş'ta “başı örtülü bacım”a saldırı oldu mu, olmadı mı?

Bakanlar ve oğulları yolsuzluğa karıştı mı, karışmadı mı?

Türk ordusu Suriye’ye teröristlerle savaşmak için mi, yoksa Esad’ı devirmek için mi girdi?

Buralarda bir yalan kokusu var gibi, değil mi?

Ya da liderlerin bazı demeçleri! Adam bir şey demiş, bir süre sonra (bazen 1-2 yıl, bazen 1-2 gün sonra) tam tersini söylüyor. Ve ekliyor: “Ben daha önce başka bir şey demedim!”

Videosunu bulup önüne koyuyorsun.

“Hayır, kesinlikle demedim!”

Ne yapacaksın!

“Yalan butonu” da yerleştiremezsin kimsenin alnına!

“Vücut dili” ile de çözemezsin!

Daha ne yapmalı?..

 

*  *  *

 

Benim önerim şu: 

Yalan makinesi (poligraf) denilen bir şey var.

İnsanın yalan söyleyip söylemediğini tespit etmeye çalışan alet. Yalan söylediğinden veya söyleyebileceğinden kuşku duyulan kişi sensörlerle alete bağlanıyor. Sensörlerden gelen sinyaller, bir kâğıdın üzerine çizilen grafik ile, kişinin nefes alış hızını, nabzını, kan basıncını, terleme miktarını vs. kaydediyor.

Bazı Amerikan filmlerinde FBI ve CIA görevlilerinin sanıkları bu cihaza bağlayarak sorguladıklarını görmüşsünüzdür.

Rusya'da ve başka bir dizi ülkede de yalan makinelerinden aktif yararlanılıyor. Hatta bazen işe eleman alınırken yapılan görüşmelerde bu yönteme başvuruluyor. Şike soruşturmalarında da poligraflardan yararlanıldığı oluyor.

Her ne kadar yüzde yüz garanti vermese de, yalanı yakalamak için etkili bir yöntem.

*  *  *

 

Tabii yalan makinesinin siyasi liderlere uygulanması önerisi biraz “uygunsuz” ve zor bulunabilir.

Düşünsenize, adamlar yeryüzü tanrısı gibi kabararak geziniyorlar; çevresindekiler bir dediklerini iki etmiyor, yalakalığın bini bir para...

Sen tut da onları soğuk kablolarla ne idüğü belirsiz aletlere bağla...

“Yüce liderler”e ayıp olmaz mı?

Olsuuun!

“Hiç kusura bakmasınlar”.

Memleketin kaderini etkileyen şahsiyetler, bu kadarcık sıkıntıya katlanıversin.

Ve büyük adamların büyük yalanları ortaya çıktığında kırmızı ışıklar yansın!

Hatta ülke çapında sirenler çalsın!

Var mısınız, eyy “dürüstlük timsalleri”?

 

*  *  *

 

Bir fıkra ile bitirelim mi?

“ABD’nin en zeki Devlet Başkanı” Bush, yeni geliştirilen bir yalan makinesini önce kendi üzerinde denemek ister.

Başkan’ı makineye bağlayan uzmanlar son açıklamaları yapar:

“Sorularımıza dürüst cevap verirseniz yeşil, yalan söylerseniz kırmızı ışık yanacak. Anladınız mı, sayın Başkan?”

“Elbette anladım.”

Kırmızı ışık yanar!..