Anılar iyi de olsa kötü de olsa, insana acı verir. Bunu kimin söylediğini hatırlamıyorum, ama her kimse doğru söylemiş.
Hayatımın önemli bir dönemini bugünlerde bana hatırlatıp acı veren iki şey oldu. Birincisi, Leningrad’dan 30 yıllık arkadaşımla görüşüp geçmişi yâd etmemiz. İkincisi, Rusya gündeminden siyasi bir gelişme.
İkincisini, yazının ikinci yarısına bırakarak siyasetle karışık bir sırrımı açayım size.
* * *
Acaba aşk bu muydu, yoksa yanılıyor muydum? Bu sorunun ilk kez uykularımı kaçırdığı sıralarda sanırım 23 yaşındaydım.
Bir gün ailesi ile tanışmıştım. Annesi, kızının ilk aşkının bir yabancı olmasını onaylamadığını ve duygularımızın geçici olduğunu umduğunu pek gizleyemiyordu. Babası ise oldukça sıcak ve dostça davranıyordu.
Zaman annesinin ümidini boşa çıkarmıştı; aylar geçmiş, ilişkimiz ilerlemişti.
Sonra beklemediğim bir şey oldu.
Bir hafta içinde iki uyarı aldım.
Özel hayatıma siyasi müdahale yaşadım.
Birinci uyarı, 80’lerin başında illegal bir “kardeş” partinin SSCB’ye okumaya gelmiş genç bir üyesine çeki düzen vermek isteyen “Sovyet yoldaşlar”dan geldi:
- Bak yoldaş! Gençsin. Elbette, bizim kızlarımızla tanışır, gezer tozarsın. Buna bir şey demeyiz. Ama ciddi ilişkilere girme! Burada evlenmeyi asla düşünme! Biz hiçbir yabancının bir Sovyet yurttaşını kendi ülkesine götürmesini istemeyiz.
Şaşırmıştım. Bir şeyler söylemeye çalıştım. Ama “konuk” olduğum bir ülkede o ana kadar dostça davranan “evsahibi”nin bu tavrı beni alt üst etmişti.
Bir süre bu uyarıyı ilişkimize yansıtmamaya, bir şey olmamış gibi davranmaya çalıştım.
Birkaç gün sonra kız arkadaşım, babasının benimle görüşmek istediğini söyledi. Gittim. Boris Amca her zamanki gibi yumuşak ve sevecen bir tavırla karşıladı beni.
Konuşma uzadıkça gözleri kederlendi. Bir an geldi sustu, yutkundu...
Ve ben onun istihbarat kurumu KGB’de albay olduğunu öğrendim.
Kızıyla ilişkimiz sürerse “başına iş açılacağını” çok zorlanarak ve sert ifadelerden olabildiğince kaçınarak açıklamıştı.
Oradan ayrılırken içimde bir yara kanıyordu.
İlk uyarının bende yarattığı tepki, şimdi çaresizliğe dönüşmüştü.
Burada ayrıntılarına girmeyeceğim birkaç zor hafta geçirdik.
Ve ayrıldık.
* * *
''Yabancı''...
İlk kez bu kelimenin esareti altına giriyordum. Soğuk bir yemeği mideme indirmiş gibiydim. Rahatsızdım, ama durumu kabul etmem gerekiyordu.
Oysa oraya ilk kez gittiğimde, daha hiç Rusça bilmezken bile kendimi “yabancı” hissetmemiştim. Ne de olsa “katıksız bir enternasyonalist”tim.
O günden sonra Sovyet gençlerinin, üniversitedeki öğretmenlerimizin, tanıştığım insanların bir kısmının benimle dostluk kurmaktan kaçındıklarını ya da ilişkide her zaman sanki bir ayaklarını frenin üzerinde tuttuklarını daha iyi gördüm.
O zamana kadar komünist olmanın ve aynı idealleri paylaşmanın, Sovyet yurttaşları ile yakınlaşmayı kendiliğinden kolaylaştırdığını sanırdım. Öyle olmadığını anladım.
“Ne de olsa yabancı” olduğumu, “üstelik bir kapitalist ülkeden geldiğimi” bir daha asla unutmadım.
Hayır, elbette ki bu olaydan sonra ne milliyetçi oldum, ne içime kapandım, ne de yeni aşk ve dostluklardan kaçındım.
Ama çoğu kez birçok şeyi gizledim. Daha doğrusu gizledik. 1981’de usulca terk ettiğim ülkemde vaktiyle uyguladığımız “konspirasyon” kurallarını uyguladık orada da çoğu kez....
Bu dünya böyleydi işte!.. Yabancı olanın farklı, farklı olanın tehlikeli, tehlikeli olanın ajan, ajan olanın da düşman sayılabildiği bir coğrafyaydı buraları…
* * *
Eski bir arkadaşımı görmemin dışında, bütün bunların neden şimdi aklıma geldiğinin ikinci nedenini mi merak ediyorsunuz?
Birkaç gün önce Duma’da bir yasa teklifi görüşüldü. Teklifin konusu Sivil Toplum Örgütleri (STÖ). Daha doğrusu yurtdışından/yabancılardan yardım alan STÖ’ler. Hazırlanan yasanın adı çok ilginç: “Yabancı ajanlar üzerine”. Açıklamasında “ajan” kelimesi sanki yumuşatılarak onun – tıpkı Türk dilinde olduğu gibi – “sadece casus” değil, aynı zamanda “bir kimsenin veya kurumun işlerini yapan kişi, temsilci” anlamına geldiği vurgulanıyor. Ama Fransızca “agent” kelimesini aynen kullanan Ruslar açısından da – tıpkı bizde olduğu gibi – “ajan” kelimesinin “casus”u aklına getirdiği kuşku götürmüyor. Yani yasanın saldırgan özü, daha adından “gülümsüyor”.
Rusya’nın “renkli devrimler”den, “Arap Baharı”ndan ve Batı’nın çeşitli kışkırtma girişimlerinden ne kadar rahatsız olduğunu bu köşede defalarca yazmıştık. Bu “ajan yasası girişimi” de anlaşılan bu işin bir parçası. “Dışarıdan para yardımı alan” örgütler, Maliye Bakanlığı başta olmak üzere birçok Rus kurumunca daha sıkı denetlenecek, cezalandırılacak, olmazsa kapatılacak.
Bu örgütlerin bir kısmının siyasetle ilgilendiği biliniyor. Ama insani yardımlarla, ekolojiyle, hayvanları korumayla, sanatla, eğitimle vs. uğraşan STÖ’ler de var. Örneğin, oğullarını savaşlarda kaybedenlerin kurduğu “Asker Anaları” derneği var; birçok gözü yaşlı annenin üyesi olduğu örgüt için yabancılardan gelen bağışlar yaşamsal önemde.
İzinsiz gösteri yapma konusunda getirilen son derece ağır para cezalarından sonra, şimdi de STÖ’lere daha sıkı denetim dönemi başlayacak.
Muhalif güçler ve insan hakları savunucuları, hatta yakın zamana kadar iktidara tepki göstermeyen bazı aydınlar, yeni yasa tasarısının özüne ve kışkırtıcı adına büyük tepki gösterdiler. Belli ki, bu cuma Duma’da tekrar gündeme gelecek bu teklif kesinleşirse, muhalif ve insan hakları savunucusu örgütlenmelerin neredeyse yok edileceğini ya da tekrar yurtdışına sürgüne gönderileceğini düşünüyorlar. Rusya Devlet Başkanlığı’na bağlı İnsan Hakları Konseyi üyeleri de teklifin görüşülmesinin iki ay ertelenmesini talep ederek kaygıları paylaştı. Lider Putin’le iyi ilişkisiyle bilinen ve başkanlık seçimlerinde üçüncü olan işadamı Prohorov bile “İstenirse her türlü faaliyetin siyasetle bağlantısı kurulabilir” diyerek yasaya karşı çıktı. Muhaliflerden Adaletli Rusya Partisi de karşı. Ancak tasarının sahibi olan iktidar partisi Birleşik Rusya’yı hem komünistler, hem de Jirinovski’nin partisi destekliyor.
Dört yıl kadar önce “vatan hainliği” ve “casusluk” kavramları yeniden tanımlanmış, “yabancılarla ilişkilerdeki sakıncalı durumlar” uzun süre toplumun gündeminde tutulmuştu. O zamanlarda da “Rusya’daki yabancı ülke yurttaşlarıyla her türlü temas kuşkulu bir durumdur” diyenler çıkmıştı. Şimdi bütün bunlar yeniden gündeme gelecek.
* * *
Bu konudaki haberleri okumaktan sıkılarak burada durdum...
Tekrar aklıma geldi o kelime: “Yabancı”...
Ben yıllar içinde “yabancılık” ile barışık yaşamaya alışmıştım. Yalnız Rusya’da değil, kendi ülkemde bile...
Ama Rusya yurttaşları için üzüldüm.
Onlar yıllar sonra yeniden “Ne de olsa yabancıdır; dikkat etmek gerekir” kompleksini yaşayacaklar...
Ben oldum olası pek sevmedim bu kelimeleri: vatan hainliğiymiş, casuslukmuş, ihanetmiş...
Casusların olmayacağını sandığımdan veya istihbarat örgütlerinin sinsiliklerinden habersiz olduğumdan değil. Bu tür kelimelerin genellikle demokrasiyi sınırlandıran birer silaha dönüştüğünü bildiğimden.
Devlete saygısızlık, egemenliğe saldırı, anayasaya aykırı falan diye başlayan cümlelerden ürktüm hep.
Kendi ülkemde uzun yıllar 141-142’lerden çekinerek yaşardım; sonra 301. maddeye dikkat etmek gerekti her daim...
Olur a, “ters bir laf” ediverirsin, “Türk Milletini, Türkiye Cumhuriyeti Devletini, Devletin kurum ve organlarını aşağıladın” diye yakana yapışıverirler...
Ve “sistemin dışında” olduğunu sokarlar gözüne, “izole” ederler, en azından alnına bir etiket yapıştırırlar, “bizden değildir” diye.
“Yabancı” olursun böylece.
Orada da, burada da…