Hakan Aksay

19 Ağustos 2015

Vicdansızlıkta son aşama: Tabuta dayanarak oy istemek

Siyasi toplantılar, yemekler, açılışlar falan bilirdik de, böylesini ilk kez görüyoruz: Cenaze mitingi!..

“Trabzon’daki mitinge ben de katılacağım.”

“Efendim?”

“Trabzon’daki cenazeye, diyorum, ben de gideceğim. Neydi ölen komiserin adı?”

Ahmet Çamur, efendim. Onun cenazesine mi gideceksiniz?”

“Evet, o mitinge katılacağım.”

“Efendim, o miting değil, cenaze...”

“Neyse ne! Bir konuşma yapacağım orada.”

“Efendim?”

“Ne var anlayamayacak yav! O mitingde bir konuşma yapacağım. Bana bir mikrofon ayarlasınlar. Bir de kürsü gibi bir şey.”

“Ama efendim...”

“Yok yok, kürsüye gerek yok. Bayrağa sarılı tabutun yanında konuşursam daha etkili olur.”

“Emredersiniz, efendim.”

 

*       *       *

 

Bundan sonrasını gördük hep birlikte.

Şehit cenazesi...

Bayrağa sarılı bir tabut...

Yanında Cumhurbaşkanı Erdoğan, yanında imam, sağlarında sollarında özel güvenlik, polisler, askerler...

Karşıda ölenin akrabaları ve tanıdıkları ağlaşıyor...

Onlar acılarıyla baş etmeye çalışırken Erdoğan aklına koyduğunu yapıyor ve mikrofonu eline alıyor...

Sıradan bir seçim kampanyası konuşması...

Toplantılar, yemekler, açılışlar falan bilirdik de, böylesini ilk kez görüyoruz: Cenaze mitingi!..

Kürsüden konuşmaya alışmış Cumhurbaşkanı, biraz yadırgıyor yerini; gerçi kendisi her şartta belagat sanatını icra edebilir tabii.

Elini bir yere yaslamak istiyor.

Yanındaki ölüye doğru uzanıyor.

Tabuta dayanarak (hem mecazi, hem de gerçek anlamıyla) oy istemeye devam ediyor.

 

*       *       *

 

Tabutun içinde yaşanmamış bir hayat...

Büyük bir siyasi oyunda figüran olmuş bir insan, bir baba, bir eş, kardeş, arkadaş...

Mikrofonlu adam “çözüm süreci” derken yaşıyordu ve daha da yaşayabilirdi, bu karanlık sandığın içine girmeyebilirdi.

Ama ne zaman ki öteki – içine oy atılan – sandıklardan “yanlış sonuç” geldi ve “çözüm süreci buzdolabına kaldırıldı”...

Kurbanlar ve riyakâr törenler gerekti.

Ahmet Komiser de bu kurbanlardan biri işte.

Ama doğrusu “pek şanslı” bir ölü: Cenazesine koskoca Cumhurbaşkanı teşrif etti.

Ailesi de şanslı, hatta mutlu; bunu da tane tane anlattı orada Erdoğan:

“Şehadet makamına ulaşmış olan bu şehidi uğurluyoruz. Peygamberlikten sonra en yüce makamdır. Ne mutlu onun ailesine, ne mutlu onun tüm yakınlarına!”

 

*       *       *

 

Buz kesti cenaze.

Buz kesti Trabzon.

Buz kesti Türkiye.

Sıradan insanlar, bir oğlu askerlik yapmamış öteki birkaç hafta bedelli olmuş birinin ağzından böylesine rahat ve cömert bir üslupla dağıtılan şehitlik mertebesinin değerini kavramakta zorlandı.

Her zaman çabuk anlayamıyor maalesef bu halk.

Mesela, aylar önce neredeyse apaçık söylemişti mikrofonlu adam: “400 milletvekili verin ve bu iş huzur içinde çözülsün” demişti.

Anlamadınız, vermediniz.

Şimdi başınıza neler gelebileceğini gördükten sonra (ve birkaç yüz kurban verip akıllanarak inşallah) tekrar gideceksiniz aynı sandıkların başına.

Ya sizden isteneni vereceksiniz “huzur içinde”, ya da...

 

*       *       *

 

Hayır, Sultanım, hayır!

Hesabın yanlış!

Masana konan anketlerde ne yazdığını bilemem ama...

Bu kez kazanamayacaksın!

Dün barış deyip oy istedin (ve bir miktar aldın da), bugün de savaş ve terör diyerek (daha da fazlasını) alacağını sanıyorsun.

Alamayacaksın!

Bu sefer eskisinden de beter bir sonuçla karşılaşacaksın.

Pahalı sarayında ve sana sadece senin duymak istediklerini söyleyip yazanların arasında gerçeklerden ve halktan öylesine uzaklaştın, kendini öylesine kutsal ve kusursuz saymaya başladın ki...

Eskiden büyük bir uysallıkla evlatlarını devlete feda eden yurttaşların şimdi cenaze törenlerinde nasıl isyan ettiklerini duyup anlayamıyorsun.

İşte son günlerden sadece birkaç örnek:

“Kendi cumhurbaşkanlarından, kendi konsoloslarından, kendi milletvekillerinden hiçbir çocuk ölmedi.”

“Versin zengin parayı yatsın evde, benim gibi garibanın çocuğu ölsün. Niye bir milletvekilinin çocuğu ölmüyor?”

Vatan elbette önemlidir. Ama benim oğlum, bizim çocuklarımız öldükten, vurulup düştükten ve yitip gittikten sonra vatan da önemsizleşiyor.”

Kendi çocuğu yatta yaşıyor. Hep fakir çocuğu ölüyor, yazık değil mi? Çözüm süreci bu mu, ayıp değil mi? Analar ağlıyor, bizler ağlıyoruz, o ağlamıyor. O yaşıyor, yaşıyor. Çeksin partiden elini gayrı! 81 yaşındayım, atsın beni de içeri, ama gençler ölmesin. Yeter yavrum, yeter! Bitirdi bizi, yeter!”