Hakan Aksay

13 Ağustos 2022

Vatanı sevmek liderin kıçını öpmek midir?

"Vatanseverlik" bazen saldırmanın gerekçesi oluyor. Bazen susmanın. Bazen jurnalcilik yapmanın. Bazen öldürmenin... Kelimenin içinde "sevmek" olsa da bu kadar çok nefret dolu eyleme gerekçe yapılabilmesi garip değil mi?

Başlıktaki soru benim değil. Bir Rus şarkıcının. 

DDT Grubu'nun 65 yaşındaki solisti Yuriy Şevçuk, Ukrayna Savaşı'nın başlamasından sonra verdiği konserlerden birinde şöyle dedi:

"Vatan, Devlet Başkanı'nın her daim öpülmesi gereken kıçı değildir. Vatan, tren garında patates satmaya çalışan yoksul ninedir."

Genç seyircilerin alkışlarıyla desteklenen bu sözlerden kısa süre sonra, Rusya haber alma teşkilatının temsilcileri kendisine sorular sorarak "silahlı kuvvetlere saygısızlık" gerekçesiyle tutanak oluşturdular.

Şevçuk Rusya'dan ayrılmadı ve bildiğim kadarıyla henüz göz altına alınmadı. Ama yeni konserler düzenleyemiyor. 

Daha sonra bir gazetecinin sorusunu cevaplarken şunları söyledi: 

"Vatan savaşa gitti bugün. Evine dön ey vatan, memleketine dön!.." 

* * *

Daha ilk günden, 24 Şubat'tan bu yana savaşa karşı çıktığımdan dolayı birçok eleştiri aldım. Bir arkadaşım şöyle dedi:

"Hayatının neredeyse yarısını geçirdiğin Rusya'yı sevmiyor musun sen?"

Düşündüm… Rusya gerçekten de benim için "ikinci vatan". Onu seviyorum elbette. Doğasını, insanlarını, kültürünü… Ancak ona kızdığım, ondan yorulduğum, hatta ondan nefret ettiğim de oluyor. Ama Rusya'dan vazgeçmek aklıma gelmiyor.

Doğrusu, bütün bunları Türkiye ile ilgili olarak da söyleyebilirim.

Sahi, ne demek "vatan"?

Vatan doğa mı? İnsanlar mı? Devlet mi? Ülkeyi yöneten lider mi vatan?

24 Kasım 2015'ten sonra Rus televizyon kanallarında birkaç kez tartışma programlarına katılmıştım. Ben ne kadar Rus uçağının düşürülmesini kınadığımı söylemeye çalışırsam çalışayım, yanı başımdaki Ruslar bağırıp beni susturmaya çalışıyorlardı. Ve hepsi "Rus vatanseveri" idi. Ben de "dış düşman" idim. Görüşlerim önemli değildi, kimliğim yeterliydi. 

* * *

"Vatanseverlik" bazen saldırmanın gerekçesi oluyor. Bazen susmanın. Bazen jurnalcilik yapmanın. Bazen öldürmenin...

Kelimenin içinde "sevmek" olsa da bu kadar çok nefret dolu eyleme gerekçe yapılabilmesi garip değil mi?

Vatan ve vatanseverlik kavramları üzerine çok şey yazıldı. En çok bilinen eleştirel tanımlardan biri Samuel Johnson'a ait: "Vatanseverlik, alçakların son sığınağıdır."

Rus ve dünya edebiyatının önde gelen ismi Lev Tolstoy'un sözleri ondan daha yumuşak sayılmaz:

"Vatanseverlik, kendini kılavuzu akıl olan özgür bir insan olarak kabul etmenin yerine geçen ahlaksız bir duygudur. Vatanseverliğin etkisi altındaki her insan, kendini hükümetin kölesi sayar ve kendi aklı ile vicdanına ters eylemlerde bulunur. İktidar açısından bu, çıkarcı egemenlik amaçlarına ulaşma yolunda bir araç, yönetilenler açısından ise insanlık onurundan gönüllü bir vazgeçiş anlamına gelir."

Ukrayna’da 5,5 aydır süren savaşta on binlerce insanın hayatını kaybettiği sanılıyor.

Artık en önemli örgüt NATO

Putin'in belki de en büyük hatasını yaparak başlattığı savaştan sonra, vaktiyle Macron'un "beyin ölümü gerçekleşti" dediği NATO güçlendi, üyelerini konsolide etti, yeni üyelere kucak açtı. 

Şimdi bakıyorum da artık BM, G-7, AB ve başka uluslararası örgüt ve toplulukların esamesi bile okunmuyor. Varsa yoksa NATO…

Paktın yöneticileri bence bu "yeniden doğuş" için Rusya liderine ödül vermeyi düşünmeli.

'Ruhumun bir parçasını uyandıran' dostuma veda 

Biliyorum, doğmak gibi ölmek de hayatın değişmez gerçeği. Dahası, ölümlerle yeni doğanlara yer açıldığı savunuluyor. 

Ama bu koca dünyada, bunca rezil insanın herkese durmadan kötülük ederek yaşadığı bu devasa gezegende neden senin daha uzun yaşaman mümkün olmadı?

Üstelik birkaç kalbi saymazsak eğer, kapladığın yer küçücüktü. En fazla, iri bir turuncu kedinin kaplayabileceği yer kadardı.

Oysa seni ilk gördüğümde, sokakta, sen bana hiç ilgi göstermeden annenin sütünü emmekle meşgulken el kadardın. 

Sonra tanışıp hayatı paylaşmaya başladık. Keşifler yaptık. Bol bol oynadık. Onca komiklikler yaparken bile yüz ifadendeki ciddiyeti hep koruman beni daha çok güldürüyordu. 

İlk aylardaki bir uçuş denemende sağ gözümü çıkartmana az kalmıştı. Sonra seni severken aldığım yaralardan hiç çıkmayanı, sol koluma ince bir işaret gibi yerleşti. 

Kalıcı iz bakımından asıl olan o değil tabii. Seni ve senin temsil ettiğin "asil kedi milleti"ni tanırken ruhuma kazıdığım sevgi ve saygı duyguları… Bağımsızlığın, gururun, gerekli görmediğin zaman uzlaşmaya yanaşmaman ve karşındakini kendi usulünce itaat ettirmen, aşırı duygusal tepki sergilemeye (mesela köpekler gibi) meyyal olmasan da sevgini ve sıcacık sihirli enerjini paylaşarak insanı yatıştırma becerin… Her an kendini çok önemli hissetmen ve hissettirmen. (Burada 10 yıl önce Doğan Akın yazmıştı: "Bir kedi, sizin için önemli olmamaya asla izin vermez.")

2019'da vedalaştığımız ablan Belisa, bana köpekleri öğreterek insanlaşma sürecimde benzersiz bir katkı vermişti. Sen de, Havuç Bey, bana kedileri öğrettin. Tabii benim öğrenmeyi becerebildiğim kadarıyla… 

İkinizden geriye birçok tatlı anı ve artık ne yaparsam yapayım size dokunamayacak olmamın yürek parçalayan acısı kaldı. 

Şimdi sizin dolaştığınız, oynadığınız, yattığınız yerler o kadar ıssız ve soğuk geliyor ki bana…

Ve artık ben çalışırken hiç kimse doğal ve sevimli bir küstahlıkla bilgisayarımın üzerine yatmaya çalışmıyor. 

Senden sonra bir buçuk ay geçti ve yokluğunu öğrenenler bana yatıştırıcı sözler söylediler. Benzer deneyimi ve acıyı yaşamış birkaç kişi dışında, bu sözler öylesine renksizdi ki. Hayır, o insanları suçlamıyorum, sadece onlar için üzülüyorum. Hayvanları sevmeyen ya da en azından onlara mesafeli olmak gerektiğini sanan milyonlarca insana Anatole France'tan ödünç aldığım şu cümleyi fısıldamak isterdim: "İnsan ruhunun bir parçası hayvan sevgisini tadana kadar uyanmaz."

 

Hakan Aksay kimdir?

Hakan Aksay, 1981'de 20 yaşında bir TKP üyesi olarak Sovyetler Birliği'ne gitti. Leningrad Devlet Üniversitesi Gazetecilik Fakültesi'ni bitirdi. Brejnev, Andropov, Çernenko ve Gorbaçov iktidarları döneminde 6 yıllık kıymetli bir SSCB deneyimi kazandı.

Doğu Almanya'da 1,5 yılı aşkın gazetecilik yaptıktan sonra TKP'den ayrılarak Türkiye'ye döndü. Bir yıl kadar sonra bağımsız bir gazeteci olarak Moskova'ya gitti ve 20 yıl boyunca (Yeltsin ve Putin dönemlerinde) çeşitli gazete ve TV'lerde muhabirlik ve köşe yazarlığı yaptı.

Bu dönemde Türk-Rus ilişkileriyle ilgili çok sayıda proje gerçekleştirdi. Moskova'da '3 Haziran Nâzım Hikmet'i Anma' etkinliklerini başlattı ve 10 yıl boyunca organize etti. Dergi ve internet yayınları yaptı. Rus-Türk Araştırmaları Merkezi'nin kurucu başkanı oldu.

2009'da döndüğü Türkiye'de 11 yılı T24'te olmak üzere çeşitli medya kurumlarında çalıştı; Tele1 ve Artı TV kanallarında programlar hazırlayıp sundu; Gazete Duvar'ın Genel Yayın Yönetmenliğini yaptı. Gazeteciliğin yanı sıra İstanbul Büyükşehir Belediyesi'nde Rusya-Ukrayna danışmanı olarak çalışıyor.

Türkiye'nin önde gelen Rusya ve eski Sovyet coğrafyası uzmanlarından olan ve "Puşkin madalyası" bulunan Hakan Aksay'ın Türkçe ve Rusça dört kitabı yayımlandı.