Şu yazdığımız kelimeler var ya…
Şu konuştuğumuz sözler...
O herkesin ağzında ve kaleminde bambaşka
bir renk kazanan cümleler…
Hepsinin kaderi aynıdır aslında.
Dinleyen ve okuyan inanmıyorsa eğer…
Tümü anında buharlaşır gider.
* * *
İktidar yalnızca her türden azınlığı ezmekle, köşeye sıkıştırmakla kalmıyor; kendisine göre “çoğunlukta” ve “haklı” sayılanları bin bir yöntemle azınlıklara karşı kışkırtıp ülkedeki gerginliği ve kutuplaşmayı arttırıyor.
Türk Kürt’e kuşkuyla yaklaşıyor, Sünni Alevi’yi yanında görmek istemiyor. Öteki azınlıkların her türlü hakları ayaklar altına alınıyor.
Bu şartlarda Kürt olmak, Alevi olmak, başka azınlıklara mensup olmak zor, çok zor…
Ama görünüşte “çoğunluk” içinde bulunup da bu rezilliklere karşı çıkan birisi olmak da o kadar kolay sayılmaz.
Çoğunlukta olmak elbette marifet değil. Ne Türk olmak, ne Sünni olmak, ne de – ne bileyim, örneğin, - heteroseksüel olmak… Övünülecek şeyler de değil bunlar, utanılacak şeyler de değil. Sıradan özellikler işte…
Ama kendini kökensel ve biçimsel olarak bile olsa, ezilen, aşağılanan azınlıklara mesafeli bir yerde gördüğünde, savunduğun fikirlere, aklına, mantığına karşın; ahlakınla, vicdanınla, iç hesaplaşmalarınla bazen ister istemez zor durumda kalırsın.
* * *
Kürt arkadaşlarımla söyleşirken hissederim bunu bazen. Aynı şeyleri dile getiririz. Onlar kendi özgürlüklerini, ben onların haklarını savunurum. Sözlerimiz aynı hedefe savrulur.
Ama bir an gelir… Hassas bir sorun, yaşanmış bir acı, anlatılması zor bir trajedi, hayat boyu insanların tepesine çuvallanmış bir karabasan, çocukluktan bu yana gelen bir korku, bir nefret, bir özlem…
Bir an gelir… Ve o anda onlarla aynı şeyleri söylemekten çekinirim. Susarım. Bazen gözlerine bile bakamam. Çünkü onların bakışlarında birkaç saniyelik bir boşluk görmekten korkarım. Bir kuşku, bir uzaklık hissetmekten.
“Sen ne yaparsan yap ve ne söylersen söyle, bizim çektiklerimizi hissedemezsin” suskunluğuna hedef olmaktan ürkerim.
Çünkü ne kadar benzer şeyler söyleyip aynı görüşleri savunuyor olsak da, ben onlar gibi olmadığımı bilirim.
Utanırım, çünkü ben çoğunluktanım.
Kürt değilim, Türk’üm sonuçta. Ve Kürtler’i, onların sorunlarını, hayatlarını ne kadar anlamaya çalışsam da, tam olarak anlayamayacağımı düşünürüm.
Aynı şey Ermeni arkadaşlarımla buluştuğumda da ortaya çıkar bazen. Benzer sözcükler dostça uçuşurken havaya, uzaklara bir yere dalan gözlerden, cevabı basitmiş gibi gelen bir sorudan, bir ortaokul anısından korkarım.
Utanırım, çünkü ben çoğunluktanım.
* * *
İlk bakışta herkesin birbirini desteklediği, birinin bıraktığı yerden ötekinin aldığı, susanların konuşanlara kafa salladığı, ciddi bir anlaşmazlığın çıkmadığı, bazen boş bazen dolu ama genellikle kolay bir iletişim gibi gelen dost söyleşileri aslında her zaman öyle değildir. Herkes yanındakine sanıldığı kadar inanmaz, ilgi göstermez, hak vermez ve dinlemez.
Karşındakinin yüzü, mimik ve jestleri, vücut dili adına neyi varsa, en çok da gözleri, söylediğin sözleri anında yansıtır sana. Davranışları ele verir. Ve vurguları… Özellikle de kısa ve kaçamak bakışları… Sessizlik içinde kısaca parlayıp kaybolan çığlıkları…
Sözü aldığında ne dediğinden çok nasıl dediği, özellikle de nasıl baktığı gerçeği fısıldar.
O seni utandırmak istemez aslında, yalnızca en iyi kendisinin hissettiği acısını dillendirir. Ama sen utanırsın…
* * *
Cinsel tercihleri farklı olan insanlardan tanıdıklarım vardır. Onların iktidarlar ve toplumlar tarafından her fırsatta ezilip horlanmasını, aşağılanmasını büyük haksızlık sayarım. Bu düşüncelerimi onlarla da paylaşır, onlardan çok şey öğrenmeye çalışırım. Hayatlarını merak eder, karşılaştıkları baskıları sorar, hissettiğim kızgınlığı dile getiririm.
“Sen ne dersen de, gerçekte asla bizim çektiklerimizi anlayamazsın” suskunluğuna hedef olmaktan ürkerim.
Utanırım, çünkü ben çoğunluktanım.
* * *
Benzer durumları ülkemizde kadınların sorunlarını tartışırken, özürlülere yapılan haksızlıkları ele alırken, ırkçılığı kınarken de yaşayabilirim.
Eğer karşımda ezilen, horlanan kadınlar, özürlüler, farklı ırktan insanlar varsa.
Eğer biçimsel olarak bile “güçlü” ve “ezen” tarafta görünüyor olmaktan dolayı kendi varlığımdan çekiniyor ve sıkılıyorsam, yine siner susarım.
Utanırım…
* * *
Bazen bir Alevi dostum benim “Sünni” olmamla geçer dalgasını.
Yine “çoğunlukta” görünürüm. Ama bu kez susmam.
Çünkü “azınlıkta” olmanın keyfini en az onun kadar çıkaracak bir yerde durduğumu bilirim.
Çoğu kez istatistiklere bile alınmaya değer bulunmayan ateizm, teizm, deizm, panteizm ve agnostisizm gibi felsefelerin yandaşları arasında yer aldığımdan, durumum Aleviler’den beterdir çoğu kez.
“Bu kadar azıcık bir azınlık” içinde olduğumdan dolayı kimseden utanmam. Ve “çoğunlukta olan” arkadaşlarımla konuşurken kendimi daha güvenli hissederim.
Utanmam.
Hayat bana siyasi konularda da yelpazenin “azınlık” dilimlerini armağan etmiştir her zaman. Asla şikâyet etmem bu durumdan, gocunmam.
Onun için de utanmam.
Başka bir ülke vatandaşı çıkıp “Türkiye’de yabancı olma”nın zorluklarını anlatsa, ona hak vermeye de, kendimi “çoğunluk”ta görmekten dolayı mahcup olmaya da hazırımdır.
Ama bu koca hayatın yarısından fazlası birkaç ülkede “yabancı azınlık” olmakla geçmiştir. Bu “hafifletici neden” yükümü azaltır biraz.
* * *
Gel gör ki, azınlıkta kalan halklardan ya da fiziksel olarak çoğunluğa benzemeyen veya hayatlarına ilişkin farklı tercihleri olan dostlarım çıktığında karşıma, o kadar güvenli olamam.
Onlarla aynı şeyleri söylesem, benzer görüşleri savunsam, onları ezen ve baskı altında tutan yaklaşımlara, toplumsal ve siyasi güçlere karşı aynı coşkuyla mücadele etsem de…
Bilirim ki, bir an gelir… Davranışlardan ve bakışlardan sessiz bir kıvılcım yayılır.
Çoğunluktan olduğumu hatırlarım.
Utanırım.