Ya da, dedikten sonra gerisini getirmeye doğrusu cesaret edemiyorum. Çünkü Türkiye’nin Rusya’dan vazgeçmesinin hem inanılması çok zor, hem de oldukça sancılı bir ihtimal olduğunu düşünüyorum.
Sanırım Türkiye-Rusya ilişkileriyle ilgilenenlerin çoğu yazımın başlığına ve girişine karşı çıkacaktır. Pek çoklarının görüşüne göre, bugün iki ülke arasındaki işbirliği öyle bir düzeye gelmiştir ki, geri dönmek neredeyse imkânsızdır; çünkü artık “iki taraf da birbirine mecburdur”.
Bu durumda benim bazı sorunları abarttığımı iddia edenler olabilir. Bilemiyorum, belki de haklıdırlar. Gerçekler benim bu kuşkumu abartılı veya yanlış çıkarırsa, içtenlikle mutlu olurum.
Önce meseleyi sakin bir kafayla ortaya koymakta yarar var.
* * *
Rusya, Türkiye için en önemli ülkelerden biri.
Asırlardan beri bu böyle.
Ama bu asırlar geçerken iki ülke arasında çok sorun yaşanmış. Defalarca sıcak ve soğuk savaşlar yapılmış.
Komşular birbirine çok uzak düşmüş, daha doğrusu uzak düşürülmüş.
Hem bu iki ülkede, hem de onların dışında Türk-Rus yakınlaşması olmasın diye çaba sarf eden çok olmuş.
Bugün bu tablo epeyce değişti.
Son 20-25 yılda birçok yeni gelişme oldu.
Ekonomik-ticari ilişkiler komşuları yakınlaştırdı.
Turistik, kültürel, insanî bağlar hızla gelişti.
Son 7-8 yılda siyasi alanda da ciddi adımlar atıldı ve iki devletin yöneticileri arasında yapıcı, esnek, akılcı ilişkiler kuruldu.
Nispeten küçük sayılabilecek bazı sorunlar dışında Rusya ve Türkiye arasında engel kalmadı, hiçbir ciddi anlaşmazlık yaşanmaz oldu.
Ankara-Moskova hattında “bahar havası”ndan bahsedenler çoğaldı.
Ancak…
* * *
Geçen yıldan beri ilişkilerde sessiz bir yavaşlama, duraklama, yer yer isteksizlik hissedilir oldu.
İkili temaslara ve oluşturulması hedeflenen işbirliği mekanizmalarına ilişkin konularda bir gevşeklik ortaya çıktı. Kim bilir, belki bu fikir de “sübjektif” bulunabilir, uluslararası ilişkilerde zaman zaman gitgel ve yavaşlamalara rastlanabileceği söylenebilirdi…
Ne var ki, Türkiye’nin dış politikasında – özellikle Suriye konusunda – önemli değişikliklerin ortaya çıkmasının ardından, Rusya ile ilişkilerimiz kuşku ve kaygılar uyandırmaya başladı.
“Komşularla sıfır sorun” hedefinin ironiye dönüştüğü, çevremizdeki birçok ülkeyle yaşadığımız sıkıntıların tehlikeli biçimde arttığı, kendimize realiteyle çelişen abartılı rol ve amaçlar belirlemeye başladığımız, Ortadoğu’yla ilgili resmî tahminlerimizin çoğunlukla yanlış çıktığı bir ortamda, Rusya ile de ciddi fikir ayrılıkları yaşamaya başladık.
Önceleri bu ayrılıklar sanki fazla su yüzüne çıkmadı. İki taraf da karşılıklı çıkarları düşünerek birbirine karşı olağanüstü özenli davrandı. Başbakan Erdoğan’ın Temmuz ayındaki fazla sonuç vermeyen Moskova gezisi, Ankara’nın en ciddi ticari ve siyasi ortaklarından birine “baskı yaparak” Suriye politikasında ısrarcı olma tutumunda olduğunu hissettirdi.
Daha sonra devamı geldi. Hem Erdoğan, hem de ABD’li meslektaşı Clinton’ın hemen ardından “Rusya’yı izole etmek” gibi son derece riskli bir yaklaşımı dile getirebilmiş olan Dışişleri Bakanı Davutoğlu, yer yer Moskova ile ilişkilerin önemini geri plana attıkları izlenimini vererek ve Ortadoğu’yu mutlaka kendilerinin “mutfakta hazırladıkları” plana uydurma kararlılığını sergileyerek yeni ve iddialı adımlar attılar.
* * *
11 Ekimde Rusya üzerinden Suriye’ye giden bir sivil uçağın beklenmedik bir şekilde Ankara’ya indirilmesi, fiilen bizim penceremizdeki Suriye krizine Moskova’nın da katılması sonucuna yol açtı. Türkiye, uçakta el koyduğu ve hâlâ iade etmediği elektronik araçlarla çok net açıklamalar yap(a)madı, ancak sert siyasi demeçler vermeyi sürdürdü. Bu arada uçakla ilgili “istihbarat”ın kaynağı gizlenirken gözler haliyle okyanus ötesine döndü.
Ardından Ankara, NATO ile işbirliği içinde Suriye sınırına Patriot füzelerinin yerleştirilmesi gibi oldukça hassas ve tartışmalı bir planı gündeme getirdi. Bölgedeki birçok ülkeyle beraber Rusya da bundan rahatsız olduğunu dile getirdi. Güçlü diplomatik geleneklere sahip olan Rusya’nın, Dışişleri Bakan Yardımcıları (Lukaşeviç ve Ryabkov) düzeyinde “usule uygun” tarzda seslendirdiği bu kaygıyla ilgili olarak Türkiye hükümetinin açıklaması, yine en üst düzeyden, Başbakan’dan geldi ve ton yine fazla diplomatik değildi.
15 Ekimde Türkiye’yi ziyaret etmesi gerekirken, bu adımı erteleyen Rusya lideri Putin, bu pazartesi günü ülkemize geliyor. Eğer ilk erteleme olmasaydı, bu ortamda ziyaretin sonraya bırakılacağı tahminimi dile getirmek isterdim. Ama şimdi bu mümkün görünmüyor. Çünkü ikinci erteleme, neredeyse “başarısız bir zirve” ile eşdeğerde.
Onun için ziyaret yapılacak. Putin – bu ortamda fazla istekli olmasa da – Türkiye’ye gelecek. Kameralar karşısında el sıkışılacak ve gülümsenecek. Belki bazı önemli anlaşma ve kararlar duyurulacak. Ancak herhalde bu, taraflar arasında 2004’ten bu yana yapılan zirveler arasında belki de en “zoraki”si olacak. En azından bugünkü tablo bunu düşündürüyor.
Elbette konunun başka boyutları da var. Onları da birkaç gün içinde bu köşede yeniden ele alacağız.