Hakan Aksay

23 Mayıs 2024

Sokak köpekleri seçmen değildir, öldürün gitsin!

Hayvanlar da bu hayatın bir parçası, bir sahibi; hem hayatın, hem de gezegenin. Her şey bize ait değil bu dünyada

AKP'nin sunacağı yeni düzenlemeyle sahipsiz sokak hayvanlarının uyutulması planlanıyor

Rusya’dan Türkiye’ye dönerken aklımdaki çok sayıda kaygıdan biri de şuydu:

Nerede yaşamalı ki, köpeklerimin başına bir şey gelmesin?

Yani?

Köpeklerim zehirlenmesin…

Ya da en azından, onları ve sahibi olarak beni şikâyet etmesinler…

Sadece birilerinin köpeklere yakın bir yerde yaşaması odaklı bir sorun çıkmasın…

Mesela, köpekler havlar, duymuşsunuzdur.

Bazen coşarlar, koşarlar; her adımlarını kontrol edemezsiniz.

Dişleri vardır…

Galiba bu ülke, bu halk köpekleri (ve genel olarak hayvanları) pek sevmiyor. Bazen de onlara saldırıyor, zarar veriyorlar.

Köpeklerin onlara verdiği zarardan daha fazla.

Ve bilinçli, planlı olarak…

Neyse ki seçtiğimiz yerde fazla bir sorun çıkmadı, sonrakinde de…

Çıkan bazı sorunları da köpeklerimizle birlikte atlatabildik.

Önce biri, sonra diğeri eceliyle öldü.

İkincisi henüz yaşıyorken ona kardeşlik eden kedim de…

Üç çocuğumu kaybettim.

Üç çocuğumdan çok şey öğrendim ben.

Çok geç de olsa.

Çünkü hayvan sevgisini, onlara ve doğaya karşı sorumluluğumu anlamakta çok geciktim (hâlâ ne kadar anlayabildim, o da ayrı konu).

Bu arada ilginç bir şey oldu: Bir köpeğimin ardından T24’te yazdığım veda yazısı  en çok okunan yazılarımdan biri oldu ve ben buna gerçekten çok şaşırdım.

Acaba yanılıyor muydum, bu ülkenin, bu halkın köpekleri, hayvanları pek sevmediği yolundaki yargım yanlış mıydı? Bakın onca köpeksever yazımdan etkilenmiş, birçoğu kendi acısını benimle paylaşmıştı.

Bu beni çok mutlu etti, acımı biraz hafifletti.

Ama bu ülkede köpeklerle, hayvanlarla, doğayla ilgili sevgisizlik ve saldırganlık konusunda hayalperest olamadım hiç.

Hâlâ bakıyorum, birçok çocuk sokak hayvanlarına savaşılacak ve etkisiz hale getirilecek birer korkunç yaratık ve hatta düşman gibi bakıyor, onlardan korkuyor, korktuğu için de onları korkutuyor.

Bu çocukları böyle yetiştiren anaları ve babaları üzerine ayrıca bir şeyler yazmak şart değil herhalde…

Daha gerilere gidersek “atalarımız”ın günah hanesinde yer alan en korkunç sayfalardan biri, 1910 Hayırsız Ada Katliamı…

İstanbul’da 80 bini aşkın köpeğin bir adada açlığa ve sonra çıkan trajedilere mahkûm edilmesi (isteyen ve yüreği kaldırabilen internetten bu vahşetin öyküsünü bulup okusun…)

Zalimlikte sıra köpeklere mi geldi?

Yazının başlığına daha sert bir şeyler yazıp sildim. Sonra “Sokak köpekleri seçmen değildir, öldürün gitsin!” demeye karar verdim.

Öldürmek, “itlaf etmek” ama bunu öyle hemen yapmamak, önce bir şeyler yapıyor gibi görünmek…

Ardından “planı uygulamak…

“Ee, İngiltere bile böyle yapıyormuş diyorlar…”

Sokak köpeklerini toplayıp bir yerlere tıkmak, dostlar alışverişte görsün bir süre (sadece 1 ay) bunların fotoğrafını bir yerlere koyarak sahiplenmelerini beklemek, sonra da “bakın, yapacak başka şey kalmadı” diye onları öldürmek…

Bu mu çözüm yolunuz?

En usta olduğunuz konu “yok etmek” mi?

Ah pardon, “uyutma…

Kim kimi “uyutuyor” acaba? Siz onları? Ve bizi?

Kaç veterineriniz, kaç barınağınız var? Kısırlaştırma imkânlarınız nedir?

Ya halka hayvanları anlamaları, onları sevmeleri, korumaları için nasıl bir eğitim veriyorsunuz?

Siz kendiniz seviyor musunuz hayvanları?

Kediniz, köpeğiniz var mı?

Ya bir hayvanın başını okşamışlığınız?

Sokakta aç susuz bir hayvanla göz göze gelmişliğiniz?

Hayvanlar da bu dünyanın parçası

Geçen hafta yepyeni bir Rus filmi izledim: Огненный лис (Firefox, bence Türkçesi pekâlâ Kızıl Tilki olabilirdi.)

Rusya’nın kuzey doğusunun en ücra köşesindeki Kamçatka’da havadan, karadan, denizden çekilen olağanüstü doğa manzaralarıyla kaplı, eh biraz da teknoloji sihirbazlığıyla ama en çok da doğa ve hayvan sevgisiyle üretilen harika bir film!

Огненный лис filmi

Çok sevimli bir kızıl tilkinin doğum, büyüme, doğada yaşamaya çalışma, âşık olma, âşık olduğu kadının kalbini çalma, aile kurma, çocuk sahibi olma, onları koruma, bir ara korkaklıkla onlara ihanet edip aileden dışlanma ve sonradan tekrar güven kazanma öyküsü…

Ayılar, geyikler, kurtlar, kartallar, balıklar, fareler… Okyanus, ova, dağ, kar kış… Ne ararsanız var…

Tam bir yaşam öyküsü…

Yaşam dedim de mesele bu zaten: Onlar da bu hayatın bir parçası, bir sahibi. Hem hayatın hem de gezegenin.

Her şey bize ait değil bu dünyada.

Kendimizi fasulye gibi nimetten sayıp “en akıllı, en becerikli” havalarında tüm doğanın kaderini elimizde tuttuğumuzu sanıyoruz ya…

Aklımız ve becerimiz teknolojilerin düğmelerinde yoğunlaşmış durumda.

Yoksa durmadan kötülük, hainlik, kalleşlik yapmak, durmadan çatışmalar ve savaşlar çıkarmak, bütün hayatı yok etmeye çalışmak: Hepsi “süper akıllı” insanlara özgü.

Hayvanlarda bu yok.

Orada her şey normal ve öngörülebilir.

Onlar doğanın efendisi değil sadece bir parçası olduklarını kabul ediyorlar.

Pandemi döneminde biz can korkusuyla evlerimize kapanıp türlü pislikleri yapamadığımız zamanlarda doğanın ne kadar canlanıp güzelleştiğini bir hatırlasanıza!

Ey insanlar, siz sandığınız kadar önemli değilsiniz, değiliz.

Biraz aklımız ve becerimiz varsa doğa ve hayvanlar için bir şeyler yapalım!

Elbette bir şeyler derken kastettiğim katliam değil!

İnsan olmanın en önemli bileşenlerinden biri hayvan sevgisi çünkü.

Hakan Aksay kimdir?

Hakan Aksay, 1981'de 20 yaşında bir TKP üyesi olarak Sovyetler Birliği'ne gitti. Leningrad Devlet Üniversitesi Gazetecilik Fakültesi'ni bitirdi. Brejnev, Andropov, Çernenko ve Gorbaçov iktidarları döneminde 6 yıllık kıymetli bir SSCB deneyimi kazandı.

Doğu Almanya'da 1,5 yılı aşkın gazetecilik yaptıktan sonra TKP'den ayrılarak Türkiye'ye döndü. Bir yıl kadar sonra bağımsız bir gazeteci olarak Moskova'ya gitti ve 20 yıl boyunca (Yeltsin ve Putin dönemlerinde) çeşitli gazete ve TV'lerde muhabirlik ve köşe yazarlığı yaptı.

Bu dönemde Türk-Rus ilişkileriyle ilgili çok sayıda proje gerçekleştirdi. Moskova'da '3 Haziran Nâzım Hikmet'i Anma' etkinliklerini başlattı ve 10 yıl boyunca organize etti. Dergi ve internet yayınları yaptı. Rus-Türk Araştırmaları Merkezi'nin kurucu başkanı oldu.

2009'da döndüğü Türkiye'de 11 yılı T24'te olmak üzere çeşitli medya kurumlarında çalıştı; Tele1 ve Artı TV kanallarında programlar hazırlayıp sundu; Gazete Duvar'ın Genel Yayın Yönetmenliğini yaptı. Gazeteciliğin yanı sıra İstanbul Büyükşehir Belediyesi'nde Rusya-Ukrayna danışmanı olarak çalışıyor. Türkiye'nin önde gelen Rusya ve eski Sovyet coğrafyası uzmanlarından olan ve "Puşkin madalyası" bulunan Hakan Aksay'ın Türkçe ve Rusça dört kitabı yayımlandı.