Uzun zaman aldığından dolayı çoktandır dizi izlemekten kaçınıyordum. Birkaç arkadaşımdan gelen önerilerde adı sık sık tekrarlandığı için dayanamadım ve House of Cards dizisine bir göz atayım dedim. Atış o atış…
Bazen 1-2, bazen 3-4 bölüm derken şu anda üçüncü sezonda ilerliyorum. 2013-2018 arasında çekilen bu siyasi drama tarzı film altı sezonda bitmiş, ben herhalde yarısındayım.
Tam da ben bu diziyi keşfetmişken filmin yıldızı ve ABD Başkanı Francis Underwood'u canlandıran aktör Kevin Spacey hakkında medyada birçok haber çıktı. Cinsel taciz, eşcinsellik, şikâyetler, acayip açıklamalar derken hakkındaki davalardan geçenlerde aklanan Spacey ile ilgili haberleri okumayı bıraktım. Çünkü diziye konsantre olmamı zorlaştırıyordu.
Spacey ünlü bir aktör. İki Oscar ödülü var. Dizideki performansı da çok iyi. Ama doğrusu, aktörlüğünün dışındaki özellikleri fazla ilgimi çekmedi.
* * *
Roman Polanski'den Yılmaz Güney'e kadar bazı ünlü kişilerin sanatı ve kişisel yaşamlarıyla karakterleri üzerine yazdığım olmuştu. Eleştiri ve suçlamaların sanatın değerini düşürmediği kanısındayım ama kimsenin insan hakları ve hukuk konusundaki sorumluluklarının üstü şöhret ve torpille kapatılamaz, o da başka mesele tabii.
Geçenlerde Franz Kafka hakkında yazılmış eski bir yazıyı okudum. James Hawes adlı bir araştırmacı, Kafka ile ilgili kitabında, yazarın bilinmeyen bir özelliğini, "pornografi merakını" ortaya çıkarmış. Hawes, Kafka'nın yirmili yaşlarında abone olduğu dergileri evinde kilitli bir çekmecede sakladığını yazıyor, bunun yazarın psikolojisini anlamakta önemli bir unsur olabileceğini savunuyormuş.
Konuyla ilgili bazı haber başlıklarını tahmin edebilirsiniz: "Koskoca yazar meğerse pornocuymuş!"
Muhtemelen onu hiç okumamış gazeteciler, dünyanın en iyi yazarlarından birini sanki suçüstü yakalayıp kendi düzeylerine çekmiş olmaktan zevk alırlar.
Diğer bazı Kafka uzmanları da Hawes'e kızıp onu "sansasyon meraklısı olmakla", hatta "antisemitizmle" suçlamışlar. Fotoğrafları kendisinin de bildiğini ima eden bir uzman, bunların sadece "karikatürümsü, eğlenceli şeyler" olduğunu söyleyerek hakkında kitap yazılmasını eleştirmiş.
Franz Kafka (1883-1924)
* * *
Daha sonradan bu tür haber ve başlıklardan neden rahatsız olduğumu düşündüm.
Bunda sadece "kahramanlarını yerle bir etmekten hoşlanan sıradan ölümlülerin acımasızlığını" gördüğüm için mi?
Yoksa insanlık tarihinde önemli rol oynamış kişilerin, özel hayatlarının kurcalanarak aşağılanmasına, şu ya da bu zaaflarının (ya da çoğunluğun zaaf, hatta suç kabul ettiği şeylerin), yaptıkları işleri karalamak için kullanılmasına duyduğum tepkiden mi? (Bunu eşcinsel olduğu için büyük zorluklarla karşılaşan dünyanın en büyük bestecilerinden Pyotr Çaykovski'nin hayatını okurken de düşünmüştüm.)
Yoksa aslında kendileri de sayısız kusur ve bağımlılık içinde olan insanların, aralarında sessiz bir anlaşma yaparak, sırayla gündeme düşen şanssızlara karşı yaptığı riyakâr mücadelelere duyduğum tepki yüzünden mi?
Bu listeye "büyük insanlar"ın zaaflarını gizleyerek onları putlaştırmaya çalışanların işgüzarlıklarını da ekleyebiliriz.
* * *
Kafka örneği, bana Rus kültürünün ve dilinin büyük ustası Aleksandr Sergeyeviç Puşkin'i hatırlattı. Puşkin Rusya'da ulusal bir semboldür. Neredeyse bir bayrak veya ulusal marş gibi. Rusya'da ona yan bakan yalnızca devleti değil, halkı da karşısında bulur.
Örneğin, milliyetçiliğin ve yabancı düşmanlığının iyice arttığı günümüz Rusya'sında Puşkin'in "Afrikalı kökenlerini hatırlatmak" bile bazen en azından "densizlik", hatta "art niyetlilik" olarak görülebiliyor.
Puşkin'le ilgili yaşanan en büyük tartışmalardan biri, bugün bile neredeyse sır gibidir; konu açılmak istenmez, açılsa da genellikle ses tonları yükselir.
Sözünü ettiğim, şairin "1836-1837 yılları gizli notları" (Kitap Türkiye'de 2001 yılında A.S. Puşkin Gizli Günce 1836-1837 adıyla yayımlandı).
Puşkin'in yayımlanmak için en az yüz yıl geçmesini şart koştuğu iddia edilen bu notlar (iddiaya göre şair "100 yıl sonra nasıl olsa sansür de kalmaz, utanç duyabilecek yakın akrabamız da" diye düşünmüş), büyük maceralardan sonra ilk olarak ABD'de, eski Sovyet yurttaşı Mihail Armalinski tarafından basılmış.
Orijinali içeriği Fransızca olan kitap, Türkiye de dahil 24 ülkede basıldıktan sonra Rusya'da Rusça basılabildi. Ve kıyametler koptu.
Puşkin'in cinsel deneyimleri, sınırsız fantezileri, eşi ve çevresindeki kadınlarla ilişkileri ve küfür sınırında açık saçık konuşmaları, pek çokları açısından bir putu deviriyordu. Bunu Puşkin yazmış olamazdı; bu tezgâh, ancak şairi yıpratmak ve onun adını kullanarak para kazanmak isteyen sahtekârların işi olabilirdi.
Kitap şiddetle reddedildi. Üzerinde konuşulup yazılması "pek tercih edilmedi". Konuyla ilgili bulabildiklerimin çoğu, Gizli Günce'yi yerin dibine sokan ve onun Puşkin'in kaleminden çıkmış olmasının asla düşünülemeyeceğini anlatan sinirli yazılardı.
Aleksandr Sergeyeviç Puşkin (1799-1837)
* * *
Acaba kim haklı? Kitabı Puşkin mi yazdı, yoksa bu bir düzenbazlık mı?
Doğrusu umurumda değil.
Kitap sürükleyiciydi. Tutkulu bir erkeğin kadınlar, evlilik ve cinsel konularla ilgili iddialı fikirlerini okumak asla zaman kaybetmek sayılmazdı. Puşkin'i 37 yaşındayken düelloda öldüren Fransız kökenli subay Georges d'Anthés'in şairin baldızıyla evliyken eşi Natalya'ya göz koymasını, Çar ile Natalya arasında olanları, şairin kıskaçlıklarını okumak ilginç, bazen de eğlenceliydi.
Bir tek cümle bile (örneğin, "Mutluluğun iki biçimi vardır: Biri, bir kadına sabırsız bir halde umutla giderken ve diğeri, bir kadından ve tutkudan kurtulmuş olarak geri dönerkendir") kitabı okuma tercihini haklı çıkarmaya yeterdi.
Onun dışındakiler, bu arada kitabı Puşkin'in yazıp yazmadığı, benim için fazla önemli değil.
Bu kitap, benim bildiğim Puşkin'i asla gözden düşüremez. O yazmışsa da, yazmamışsa da...
Çünkü Puşkin ve Kafka gibi isimlerin yazdıkları, akıllarda ve yüreklerde, onlarla ilgili tartışma, eleştiri ve övgülerden çok daha büyük etkiler bırakmıştır.
Hakan Aksay kimdir?Hakan Aksay, 1981'de 20 yaşında bir TKP üyesi olarak Sovyetler Birliği'ne gitti. Leningrad Devlet Üniversitesi Gazetecilik Fakültesi'ni bitirdi. Brejnev, Andropov, Çernenko ve Gorbaçov iktidarları döneminde 6 yıllık kıymetli bir SSCB deneyimi kazandı. Doğu Almanya'da 1,5 yılı aşkın gazetecilik yaptıktan sonra TKP'den ayrılarak Türkiye'ye döndü. Bir yıl kadar sonra bağımsız bir gazeteci olarak Moskova'ya gitti ve 20 yıl boyunca (Yeltsin ve Putin dönemlerinde) çeşitli gazete ve TV'lerde muhabirlik ve köşe yazarlığı yaptı. Bu dönemde Türk-Rus ilişkileriyle ilgili çok sayıda proje gerçekleştirdi. Moskova'da '3 Haziran Nâzım Hikmet'i Anma' etkinliklerini başlattı ve 10 yıl boyunca organize etti. Dergi ve internet yayınları yaptı. Rus-Türk Araştırmaları Merkezi'nin kurucu başkanı oldu. 2009'da döndüğü Türkiye'de 11 yılı T24'te olmak üzere çeşitli medya kurumlarında çalıştı; Tele1 ve Artı TV kanallarında programlar hazırlayıp sundu; Gazete Duvar'ın Genel Yayın Yönetmenliğini yaptı. Gazeteciliğin yanı sıra İstanbul Büyükşehir Belediyesi'nde Rusya-Ukrayna danışmanı olarak çalışıyor. Türkiye'nin önde gelen Rusya ve eski Sovyet coğrafyası uzmanlarından olan ve "Puşkin madalyası" bulunan Hakan Aksay'ın Türkçe ve Rusça dört kitabı yayımlandı. |