Nihayet Moskova'dan döndüm.
Ve bugün sizlerle paylaşmak üzere izlenimlerimi tamamlamak üzereydim ki, Rusya lideri Putin’in bu yılı değerlendirdiği 3 saat 10 dakikalık basın toplantısında Türkiye’yle ilgili söylediklerini dinledim.
İzlenimleri pazar gününe bırakıp krizin duygusal-psikolojik boyutu üzerine düşüncelerimi aktarmaya karar verdim.
Biliyorum, herkes politikadan, savaştan, krizden bahsederken duygulardan, psikolojiden dem vurmak bazılarına gereksiz görünebilir.
Ama hiç de öyle değil.
Özellikle de söz konusu ülkelerin yerleşik demokratik mekanizmaları geleneksel olarak güçlü değilse ve her şey büyük ölçüde liderlerin iki dudağından çıkacak sözlere bağlıysa...
Bizde Erdoğan, Rusya’da Putin...
Şu anda iki devlet arasında yaşanan krizin nedenleri de çözümü de neredeyse tümüyle onlara bağlı.
Putin’in büyük hayal kırıklığı
Kremlin'e, Duma'ya, Rusya Dışişleri Bakanlığı'na yakın isimlerle görüştüm Moskova’da.
Onlar da sıkıntılıydı. Ruh halleri eski görüşmelerimizden farklıydı.
"Türkiye'yle ilişkilerin düzelmesi kolay olmayacak."
Bu cümle hepsinin ortak fikrini yansıtıyordu.
Nedenini sordum.
Uçağın düşürülmesi, evet...
Türkiye'nin büyük hatası, evet...
Ama neden bu derece şiddetli bir tepki gösteriliyor?
İçlerinden biri son derece açık konuştu:
“Putin için bu mesele ‘kişisel bir sorun’ oldu. Her şeye rağmen Erdoğan’a güvenmişti.
Hatta bazen çevresinden gelen uyarılara aldırmıyor, Türkiye ile ilişkilerin ‘farklı yapıdaki devletler arasında karşılıklı yarar çerçevesinde işbirliği’ne örnek bir model olduğunu savunuyordu.
Dikkat et, Putin diplomasi veya ticaret değil, haberalma kökenli; onun için ‘güven’, ‘dostluk’, ‘mertlik’, ‘ihanet’ gibi kavramlar apayrı önem taşıyor.
Uçağın düşürülmesi gibi hiç beklemediği bir gelişmeyi ‘ihanet’ olarak gördü. Onun için ‘sırtımızdan bıçaklandık’ gibi duygusal bir anlatım kullandı.
Aldatılmışlık duygusu onda intikam isteğini kamçıladı.
Üstelik Suriye’de askerî operasyon gibi riskli bir adım atmışken, Rusya toplumuna ‘ciddi bir kayıp olmadan zafer kazanma’ vaadi vermişken...
Birdenbire beklemediği bir yerden ateş açıldı ve önemli bir darbe aldı. Yalnızca düşen uçak ve can kaybı değildi sorun; kaybedilen prestij ve çizilen karizma da önemliydi.
O günden bu yana Putin büyük bir şaşkınlık ve sınırsız bir kızgınlık duygusu yaşıyor...”
Uçağın düşürülmesi hiç beklenmiyordu
Uçak 24 Kasım’da düşürüldü. Yani dünkü konferanstan 23 gün önce.
Ama Putin Türkiye ile ilgili sorulara cevap verirken ilk günkü mimik ve jestleri ile ses vurgusunu aynen koruyordu:
“Uçağımızı vurmaya ne gerek vardı? Anlamıyorum, neden?..”
Ve devam ediyordu:
“Geçenlerde Antalya’da (G20 Zirvesi sırasında - HA) oturduk konuştuk. Türkiye, kendisi için çok hassas, ama uluslararası hukukla pek örtüşmeyen bir konuda bize özel bir ricada bulundu. Konuyu söylemeyeceğim. Gerçi şimdi ilişkilerimiz bozuldu, ama yine de bunu söylemek benim stilime uymaz. Biz muhatabımıza anlayış gösterdik ve bu ricayı kabul ettik.
Ardından birdenbire böyle bir şey oldu. Sırtımızdan hançerlendik!..”
Tam burada benim aklıma Erdoğan’ın iki kez anlattığı “Antalya sohbeti” geliyor. Ne demişti Cumhurbaşkanı:
“Putin’i uçaklarının sınırımızı ihlâl ettiği için uyardım. O bana ‘onları geçici misafir olarak görün’ türü bir cevap verdi. Ben de davetsiz misafir istemediğimizi söyledim.” (Tam alıntı değil, aklımda kaldığı gibi aktarıyorum - HA).
Bu sözler de Putin açısından uçaklarının Türkiye tarafından düşürülmesi gibi bir ihtimal olmadığını ve bu güveni Erdoğan’a “gayrıresmî tarzda” ilettiğini ortaya koyuyordu.
Ve dün Putin ilk gün yaptığı açıklamayı daha duygusal tonda tekrarlıyordu:
“Üstelik, böyle bir şey yaşandığında ne beklersiniz... Telefon açıp iletişim kurmalarını, değil mi? Ama onlar ne yaptı? NATO’yu arayarak Rusya’ya karşı koruma istediler. Doğrusu bu bize çok dokundu (‘Bana çok dokundu’ diye okuyun - HA)...”
Erdoğan’ın canını acıtmak...
Şimdi hatırlayalım. Uçağın düşürülmesinden sonra Putin 5-6 saat beklemiş, ardından o ilk sert açıklamasını yapmıştı. Sonraki açıklamaları daha yumuşak olmadı. Hatta bazen daha sertleşti.
Bir taraftan da Rusya’dan ekonomi, ticaret, turizm, inşaat, kültür, öğrenim, spor ve en önemlisi insani ilişkileri olumsuz etkileyen bir dizi karar ve yasa geldi.
“Durumdan vazife çıkarıp” Putin’in sert üslubunu kendi alanında uygulayarak ikili ilişkilere ve en başta da Rusya’daki Türkiye vatandaşlarına zarar verecek şekilde keyfi adımlar atan öteki yetkililer ve söylemlerini “Türk düşmanlığı”, “nefret”, “ırkçılık” sınırına taşıyan politikacılarla gazeteciler de cabası...
Putin’in 3 Aralık’taki konuşmasında tek yumuşama unsuru “eleştirimiz Türkiye yönetiminedir; Türkiye toplumunu ayrı tutuyoruz” paragrafındaydı. Buna dün de kısaca değindi. Ancak bu tür sözlerin fiilen Rusya’daki ortamı yumuşatma şansı çok az gibi görünüyor.
Bu arada “IŞİD’in petrol ticaretiyle Erdoğan ailesi arasında bağ olduğu” yolunda daha önce Moskova’dan seslendirilen iddiayı, dün Putin’in dile getirmekten kaçındığını da es geçmemekte yarar olabilir.
Ne var ki, dikkatler, yumuşama unsurlarından ziyade daha da sertleşen cümlelere yöneldi.
Anlaşılan yakın zamana kadar Erdoğan’a karşı – aralarındaki tüm farklılıklara karşın – olumlu duygular besleyen Putin, şimdi yaşadığı “aldatılmışlık ve ihanet” hislerinin sonucu olarak “eski dostu”nun canını acıtmak istiyor.
“Türkiye’nin İslamlaşması”nın (“herhalde Atatürk mezarında ters dönmüştür”) ve cihatçı teröristlerin Ankara yönetiminden gördüğü hoşgörünün altını çizerken bu duyguların etkisi altında gibiydi.
Uçağın vurulmasından sonra Suriye’deki Rus askerî varlığını güçlendirdiklerini, bölgeye S-400 füze savunma sistemini yerleştirdiklerini söyledikten sonra meydan okuması da sanırım aynı amaca hizmet ediyordu:
“Eskiden orada Türk uçakları uçar ve sürekli Suriye hava sahasını ihlâl ederdi. Haydi şimdi de uçsunlar bakalım!”
Rusya lideri, bir soruya cevap verirken hızını alamayıp diplomasinin sınırlarını ezdi geçti. Uçak düşürme ile Türkiye’nin ABD ile yapmak istediği gizli bir anlaşma ihtimali üzerine fikir yürütürken şöyle dedi:
“Eğer Türkiye yönetiminden birileri ABD’ye yalakalık yapmak (tam olarak kullandığı kelimeyle yazacak olursam ‘Amerikalıların bir yerini yalamak’ - HA) istedilerse, onu bilemem... Ama sonuçta herkesi zor duruma düşürdüler.”
Dün Konya’da “40 yıllık siyaset tarzım var. Kimse şu saatten sonra benden başka biri gibi hareket etmemi beklemesin” diyen Erdoğan’ın, bütün bunları soğukkanlılıkla izleyip unutacak yapıda olmadığını herhalde hepimiz biliyoruz. Kuşkusuz, o da kendi egosunu ve duygularını daha önemsiz görecek bir lider değil.
Masada iki liderin duyguları var
Durum ortada.
Türkiye Rus uçağını düşürerek büyük hata yaptı.
Putin de olayı tam anlamıyla “kişiselleştirerek” sürekli gaza basıp duruyor.
Peki bu durum nasıl düzelir?
Dün bir gazetecinin sorusundaki vurguyu düzelten Putin şöyle dedi:
“Uçağımızın düşürülmesi düşmanca bir eylemdir. Ama Türkiye’yi düşman olarak görmüyoruz. Evet, ilişkilerimiz bozuldu. Nasıl düzelir, doğrusu bilmiyorum. Top bizim değil, Türk tarafının sahasında...”
Bu aşamadan sonra Ankara’dan Moskova’nın istediği doğrultuda adımlar (“1. özür, 2. tazminat, 3. suçluların cezalandırılması”, özellikle de ilk talep önemli, yani “net bir özür”) gelir mi, üst düzeyde olmasa da bu tür bir girişim olur mu, uluslararası aracılar iki tarafın uzlaşacağı bir yol bulur mu?..
İmkânsız denemez elbette, ama zor...
Çok zor...
Çünkü sadece iki devlet arasındaki siyasi anlaşmazlık, hatta askerî eylem değil ortada duran.
Aynı zamanda iki lider arasındaki “aldatılma”, “ihanet”, “kin” ve herhalde “aşağılanma”, “tehdit edilme”, “hakarete uğrama” gibi duygular...