Hakan Aksay

26 Ekim 2024

Neler yapmadık şu vatan için, kimimiz öldük kimimiz açılım başlattık

"Kardeş kavgasına bir nihayet olsun" isterim ben de ama seçimlerden sonra bitmeyen türünden olsun

Zor günler...

Zor ve karanlık…

Karanlık ve bunaltıcı…

Bir şeyler dönüyor…

İyi olacak deniyor…

Ama kimin için?

Bilemiyoruz.

Yarın barış mı gelecek?

Yoksa iç savaş mı çıkacak?

Kafamız karışık.

Düşüncelerimiz sessiz...

Yüreğimiz desen, o daha beter.

Duygularımız yoğun...

Hayatımız karamsarlık işgalinde...

Böyle bir gelecek mi düşlemiştik gençliğimizde?

Yıllar geçecek, karanlıklar aydınlığa dönecekti.

Şimdi karanlığın derinliğinde kaybolmaktayız.

Memleketimizi sevdik.

Haykırdık da bu sevgimizi.

Adalet istedik, hürriyet istedik, demokrasi istedik...

Vatanı sevdiğini söyleyen çoktu ama...

Orhan Veli’nin dediği gibi:

“Neler yapmadık şu vatan için... Kimimiz öldük, kimimiz nutuk söyledik...”

Son zamanlarda memleketi sevdiğimi söylersem sesim bu kavramı tepe tepe kullanan bir dolu yalancıya karışacak diye susan çok insan var.

Daha bir sürü kavram işgal altında.

Bazı kavramlara “öyle değil böyle” dediğin anda alnına tehditkâr bir damga vuruyorlar:

“Seni vatan haini!”

* * *

Vatan...

Vatanımız...

Memleketimiz...

Memleketimiz sanki artık bizim değil...

Birilerinin topraklarında kıytırık misafirlere dönüştük âdeta...

Ağzını açıp “A” desen: “Aha şu da vatana, millete, bayrağa (istediğiniz öteki kelimeleri buraya sıralayıp devam edebilirsiniz) karşı!” diye mimliyorlar.

“B” desen “Bak sen şu haine!” diye parmak sallayıp linç masalarına yatırıyorlar.

“C” desen “Cezaevi”...

Memleket cezaevi doldu. Sayıları 400’ü geçti. Toplamda kapasiteleri yaklaşık 300 bin kişi ama içerdekiler neredeyse 350 bine dayandı. Yani daha fazla cezaevi yapmak gerekiyor “yeni kapasite yaratılması noktasında”

Can Atalay, Osman Kavala, Selahattin Demirtaş serbest bırakılmıyor.

Ama Alaattin Çakıcı ile fotoğraf çektiren Devlet Bahçeli’nin açılımı ile bu memlekette barışa yelken açanlar var.

Memleket...

Memleketimiz...

Memleketimizle ilgili hayallerimiz, özlemlerimiz...

Yıllar önce Cahit Sıtkı Tarancı “Memleket isterim” diye başlayıp sıralamıştı:

“Gök mavi, dal yeşil, tarla sarı olsun.

Kuşların çiçeklerin diyarı olsun.

Ne başta dert, ne gönülde hasret olsun.

Kardeş kavgasına bir nihayet olsun.

Ne zengin fakir, ne sen ben farkı olsun.

Kış günü herkesin evi barkı olsun.

Yaşamak, sevmek gibi gönülden olsun.

Olursa bir şikâyet ölümden olsun.”

1946’da yazılan şiirdeki bazı istekler bugün kulağa ne kadar hoş ve ne kadar “sakıncalı” geliyor, değil mi?

Bugün yazılsa “Memleket isterim” diye bir şiir, dizelerin kanatları arasında hangi istekler sıralanırdı?

* * *

Ben de memleket istiyorum...

“Mavi gök, yeşil dal”da sorun yok; gerçekten de çok güzel bir memleket bizimki ama...

“Kardeş kavgası” olmadan olmuyor galiba...

Kavga bu memleketin alın yazısı.

Ve her yıl bir öncekinden daha fazla kavgaya ant içmiş gibiyiz.

İçerde, dışarda, her yerde kavga...

İşte benim de en çok istediğim “kavgasızlık...”

“Tuzaksız bir kavgasızlık” ama, kısa süreli olmayan, seçimlerden sonra bitmeyen…

Kavgasız, tehditsiz, küfürsüz, hakaretsiz, şiddetsiz bir hayat...

“Yaşamak, sevmek gibi gönülden olsun” diye en başta kini, nefret makinelerini, düşmanlık söylemlerini süpürüp atalım istiyorum.

Hem “Kış günü herkesin evi barkı olsun”, hem de kanlı kavgalarla insanlar harcanmasın, içerde ve dışarda barış olsun istiyorum.

İnanç özgürlüğünün olmasını, kimsenin din ve dinsizlikle ilgili görüşleri nedeniyle rahatsız edilmemesini istiyorum.

İnsanların insanca yaşayabilmesi için bir işe, yeterli gelire, sosyal ihtiyaçlarını karşılayacak fırsatlara sahip olmasını istiyorum.

Azınlıklara, zayıf olanlara, kadınlara, çocuklara, hayvanlara şiddet uygulayanların engellenmesini, engellenemezse cezalandırılmasını istiyorum.

Aslında daha çok şey yazarım istediklerimi sıralarken ama…

Sakıncalı şeyler de çıkar bakarsın...

Onun için işimi, mesleğimi nefes alarak yapabilmek için bir de “özgürlük” istiyorum.

Hakan Aksay kimdir?

Hakan Aksay, 1981'de 20 yaşında bir TKP üyesi olarak Sovyetler Birliği'ne gitti. Leningrad Devlet Üniversitesi Gazetecilik Fakültesi'ni bitirdi. Brejnev, Andropov, Çernenko ve Gorbaçov iktidarları döneminde 6 yıllık kıymetli bir SSCB deneyimi kazandı.

Doğu Almanya'da 1,5 yılı aşkın gazetecilik yaptıktan sonra TKP'den ayrılarak Türkiye'ye döndü. Bir yıl kadar sonra bağımsız bir gazeteci olarak Moskova'ya gitti ve 20 yıl boyunca (Yeltsin ve Putin dönemlerinde) çeşitli gazete ve TV'lerde muhabirlik ve köşe yazarlığı yaptı.

Bu dönemde Türk-Rus ilişkileriyle ilgili çok sayıda proje gerçekleştirdi. Moskova'da '3 Haziran Nâzım Hikmet'i Anma' etkinliklerini başlattı ve 10 yıl boyunca organize etti. Dergi ve internet yayınları yaptı. Rus-Türk Araştırmaları Merkezi'nin kurucu başkanı oldu.

2009'da döndüğü Türkiye'de 11 yılı T24'te olmak üzere çeşitli medya kurumlarında çalıştı; Tele1 ve Artı TV kanallarında programlar hazırlayıp sundu; Gazete Duvar'ın Genel Yayın Yönetmenliğini yaptı. Gazeteciliğin yanı sıra İstanbul Büyükşehir Belediyesi'nde Rusya-Ukrayna danışmanı olarak çalışıyor. Türkiye'nin önde gelen Rusya ve eski Sovyet coğrafyası uzmanlarından olan ve "Puşkin madalyası" bulunan Hakan Aksay'ın Türkçe ve Rusça dört kitabı yayımlandı.