Hakan Aksay

04 Eylül 2012

Müdahaleci Türk dış politikası: Özbekistan, Azerbaycan, Suriye (1)

Türkiye’nin Suriye politikası giderek daha geniş çevrelerde ve daha şiddetli eleştiriliyor.

Türkiye’nin Suriye politikası giderek daha geniş çevrelerde ve daha şiddetli eleştiriliyor. Bazı eleştirmenler, hem komşularımızla kötüleşen ilişkilere, hem de bölgedeki etnik sorunların tehlikeli bir hale gelmesine dikkat çekerek buna bir de ciddi askeri-siyasi hataların eklendiğine haklı olarak vurgu yapıyorlar. Türkiye’nin Suriye’deki muhalefetin organize edilmesine ve silahlandırılmasına karışması ise bazı yorumcular tarafından “dış politikamızda ilk kez gerçekleştirilen tehlikeli bir yanlış” olarak nitelendiriliyor.

Bu görüşlere genel olarak katılmakla birlikte, söz konusu tehlikeli yanlışın “ilk kez” gündeme gelmediğini belirtmek isterim.

“İmparatorluk mirası kompleksi” yaşayan öteki ülkelerdeki gibi, bizde de kendini dev aynasında görme, başka devletleri küçümseme, fırsatını bulup yayılma ve genişleme eğilimleri hep olagelmiştir.

Ankara, Sovyetler Birliği’nin dağılması sonrasında, Türki cumhuriyetlerin “ağabeyi olma şansı”nı epeyce abartmıştır. Yeterli ekonomik ve siyasi birikime sahip olmadan, sadece duyduğu bu coşkulu hevesle Türkiye’nin Kafkasya ve Orta Asya’da hareketlenmesi, yalnızca büyük hesap hatası sonucu “oyun dışına çıktığı” sanılan Rusya’da değil, “ağabeyden bıkarak bağımsızlığını ilan eden” bu eski Sovyet cumhuriyetlerinde de önemli tepkiler uyandırmıştır. Özellikle de kendilerine yönelik bol hamasi nutukla ilerlemeye çalışan, ama somut projeler önermekte yetersiz kalan Türkiye’nin tepeden bakan tavrı huzursuzluk yaramıştır.

Bu arada Ankara’daki bazı çevrelerde söz konusu ülkelerdeki siyasi dengelerle rahatça oynanabileceği izlenimi oluşmuştur. Kendi sesinin yankısıyla sarhoş olan Türkiye yöneticileri, bazı eski Sovyet ülkelerinde sahip olduklarını sandıkları “büyük otorite”yi kullanarak “Sovyet kalıntısı iktidarları değiştirmek gerektiği” fikrine kapılmışlardır.

Türki ülkelerle yakınlaşma politikamızın sonucu, daha doğrusu sonuçsuzluğu, bugün daha net görülebilmektedir. Türk Dili Konuşan Ülkeler Zirvesi denilen oluşuma sadece Kazakistan, Kırgızistan ve Azerbaycan’ın sürekli üst düzey katılımının sağlanabildiği, Özbekistan ve Türkmenistan’ın bu tür girişimlere soğuk baktığı da, bu tür zirveler ve benzeri toplantıların somut sonuçlar vermekte sıkıntı çektiği de apaçık ortadadır.

 

Özbekistan’la ilişkilerin bozulması

 

90’lı yılların başında bir taraftan Özbekistan Devlet Başkanı İslam Kerimov’la ilişkilerini geliştirmeye çalışan Ankara, diğer taraftan da Özbek muhalefetiyle açık ve gizli temasları hızlandırmıştır. Kendine ve Taşkent üzerindeki “devasa” (!) etkisine duyduğu güvenden dolayı bazen bunu gizlememiş, birçok uluslararası forumda Özbek muhaliflerin bulunmasını ve konuşma yapmasını sağlamış, bu tutumun Türk-Özbek ilişkilerini kötüleştireceği yolundaki uyarıları da “Biz demokratik bir ülkeyiz, herkesin konuşmasından yanayız” türü bir tavırla reddetmiştir.

Muhalefetin önde gelen ismi, Erk Partisi lideri Muhammet Salih ülkesinden kaçmak zorunda kaldığında Türkiye ona kapısını açmış, ancak Özbekistan’dan gelen tepkiler sonucunda daha sonra Avrupa’ya gönderilmiştir. Ne var ki bu dönemde Taşkent’le ilişkiler onarılmaz bir şekilde bozulmuştur. Üstelik Özbekistan’ı etkileme potansiyelinin hiç de öyle büyük olmadığı ortaya çıkmıştır. Bu arada istikrarlı bir strateji olmadığından dolayı, uzun süre kol kanat gerilen muhaliflere de yaranılamamıştır. Salih yıllar sonra bunu, “Türkiye’nin Orta Asya politikası yoktur. Türk kardeşlerimiz hep ‘hazırlıksız yakalandıkları’ mesajı vermektedirler” eleştirisiyle dile getirmiştir.

Türkiye’nin, Batı’nın Özbekistan’a yönelik “demokrasi ve insan hakları” eleştirilerine aynı tarzda katılması da “dost ve kardeş ülke” yönetimini iyice kızdırmıştır. Ankara’nın 2005 yılında Andican olaylarını ayrıntılarıyla okumak yerine “Batı ile tam uyum içinde” kınama yolunu seçmesi, neredeyse Taşkent’in bardağını taşırmıştır.

2003’te Başbakan Tayyip Erdoğan’ın gerçekleştirdiği ziyaretten sonra Türkiye ile Özbekistan üst düzey yönetimleri bir araya gelememektedir.

Burada ayrıntılarına girmeyeceğim son 20 yıllık Türk-Özbek resmî ilişkileri tarihi, bana, bugünkü yaklaşımından vazgeçmezse, Ankara’nın, Arap Baharı’nın “Orta Asya Baharı”na dönüşeceği izlenimine kapılması halinde, züccaciye dükkânındaki fil üslubuyla yürüttüğü Suriye politikasını orada da uygulamaya kalkacağını düşündürüyor.

Elbette bütün bunları algılayamayan Türk medyasında zaman zaman, “Özbekistan Türkiye’deki öğrencilerini geri çekti”, “Taşkent dizilerimizi yasaklıyor”, “işadamlarımızı hapse atıyor, firmalarımızı kapatıyor”, “cemaat konusunda aşırı sert davranıyor” türü başlıkların gündeme gelmesinin, olayların özünü aktarmakta çok yetersiz olduğu açıktır.

Türkiye’nin bir başka eski Sovyet ülkesi olan Azerbaycan’da 1995’te kalkıştığı darbe girişimi ise bundan çok daha korkunç bir deneyimdir. Onu da yarın aktaralım.