Hakan Aksay

19 Ağustos 2011

Moskova gözyaşlarına inanmaz

Ağustos 1991’de öldürülen gençlerin cenaze töreninde Yeltsin tarafından söylenen bu sözler...


- Bağışlayın, sizi koruyamadık!
Ağustos 1991’de öldürülen gençlerin cenaze töreninde Yeltsin tarafından söylenen bu sözler, bugün gibi kulaklarımda çınlıyor hâlâ.
Ne çabuk geçti yirmi yıl!
Gorbaçov’un devrildiği haberiyle sarsılmıştı o gün dünya. Moskova’ya tanklar sürülmüştü. Bayraklar açılmış, barikatlar kurulmuştu.
Komünist Parti Politbürosu’nun birçok üyesi, lider Gorbaçov’un reformlarının Sovyetler Birliği’ni tehdit ettiği gerekçesiyle darbe yapmaya kalkmış, ama her şeyi yüzüne gözüne bulaştırarak korumaya çalıştıkları devletin dört ay içinde dağılmasına yol açacak devasa gelişmelere yol açmışlardı.
Barikatlara koşup, yeni filizlendiğine inandıkları demokrasiyi korumak isteyen yüzlerce cesur insan arasında İlya, Dmitriy ve Vladimir de bulunuyordu.
Bu üç genç o gün öldü. Parlamentonun bembeyaz binası, onların kanlarıyla sulandı.

Onların cenaze töreninde, darbecilere karşı direnişin önderliğini yapan Yeltsin, Hasbulatov ve Rutskoy kol kolaydı. Gorbaçov da onların hemen yanı başındaydı. Daha sonraları iktidar mücadelesinin hırsıyla birbirine düşman olacak o liderleri birleştiren bu tablonun ortak paydası, o üç gencin yaşamdan ayrılmasıydı.
Yaşayabilirlerdi, ama veda ettiler hayata. Ne kadar genç, ne kadar dürüsttüler! Ne yazık!..
Yeltsin’in alanı inleten gür sesi bir ara alçaldı, güçlükle duyulur oldu. Kızıl karanfillerin arasına üç kelime yayıldı:
- Bağışlayın, sizi koruyamadık!
Sloganlar ve alkışlar arasında eriyip gitti bu üç kelime. Yine yitirilenle değil kazanılanla ilgileniyordu insanlar. Zafer sarhoşluğu içinde, daha cenaze bitmeden unutulmuştu sanki o üç genç. Ve o üç kelime boşa gitmişti.

*      *      *

Tarihin durdurulamaz akışının ve politikanın kutsal çıkarlarının yanında üç gencin yaşamlarının lafı mı olurdu zaten!.. Onlar, kazanılan zaferlerin bedellerinin ne denli pahalıyla geldiğini kanıtlamaya yarayan kaçınılmaz zararlar hanesindeki yerlerini sessizce almış, böylelikle dava arkadaşları tarafından ikinci kez kurban edilmişlerdi. İkinci ölümleri suskun ve kansız olmuştu.
Onların asla unutulmayacakları söylendi o gün. Şehit düştükleri yerde anıt yapılması karar altına alındı. Ailelerine 50’şer bin rublelik yardım yapılacağı ve yüksek emekli maaşları bağlanacağı açıklandı. Cinayetin tüm ayrıntılarının ortaya çıkarılacağı vaat edildi.
Yirmi yıl geçti.
Unutuldular. Anıt projesinden – pahalı bulunduğu için – vazgeçildi. Ailelerine yalnızca 250’şer ruble verildi. Kovuşturmalarla cinayetin aydınlatılması şöyle dursun, gençlerin kendi aptalca yanlışlarının kurbanı oldukları, kaza sonucu öldükleri, hatta alkollü oldukları yolundaki söylentilere hiçbir yanıt getirilmedi.
Ne demişti Yeltsin cenaze töreninde:
- Bağışlayın, siz koruyamadık!
Keşke söylemeseydi bunu! Hiç düşünmeden tertemiz karanfillerin üzerine savurmasaydı keşke bu üç sözcüğü!
Cenaze törenindeki binlerce kişi, sloganlarla ve alkışlara karşılamasalardı tribünden söylenen bu cümleyi keşke!
Alçalmanın ve onursuzluğun önündeki son engeldir bazen susmak...

*      *      *

Tutarlı kalan ölüler oldu. Yaşayanlar çok değiştiler.
Uğrunda barikatlara çıkılan değerler tekrar tekrar sorgulandı. Pek çok direnişçi, “Bir daha asla!” diyerek pişmanlığını açığa vurdu. Üç gencin arkadaşlarının ezici çoğunluğu iyice yoksullaştı, yalnız maddi değil manevi değerlerini de yitirdi. Kimisi yeni iktidarla işbirliği içinde özel girişimci, kimisi mafyacı oldu. Sevdikleri kızlar, artık yalnız yüreğe değil, cüzdana da bakmak gerektiğini içlerine sindirerek, yirmi yıl öncesinde kalan eski aşklarını çok derinlere gömdüler.
Herkes, her şey unuttu onları. Hiç yaşamamışlardı sanki uğrunda ölümün üzerine yürüdükleri bu güzel dünyada. Onlardan geriye hiç, ama hiçbir şey kalmadı. Vardılar, yok oldular. Silinip gittiler.
Yalnızca, mezarlarının başında sessizce gözyaşı döken, ak saçlı, kara elbiseli üç kadın kaldı. Oğullarına, daha doğrusu oğulsuzluklarına yanan üç dertli ana… Ölümün mü, yoksa yaşamın mı daha kalleş olduğunu anlayamayan üç garip ihtiyarcık... Kaygısızlığın ve terk edilmişliğin aşağılayıcı yükü altında ezilen üç zavallı insan…
Kurumak üzere olan göz pınarları son bir çabayla ikişer damla gözyaşı daha üretti onlara; damlalar yerçekimine boyun eğip mezarlara doğru hızla ilerledi, düştü; gözyaşları da terk etti yaşlı kadınları; artık tümüyle yalnız kaldılar...