Hakan Aksay

09 Eylül 2023

Kıyamet günü gelip çatsa…

Diyelim ki 'kıyamet günü' dedikleri an gelmek üzere. Yani artık günlerimiz sayılı. Çok yakında öleceğimizi biliyoruz

Michelangelo, İtalya'da Rönesans döneminin ünlü ressamlarından. Aynı zamanda heykeltıraş, mimar ve şair.

1534-1541 yılları arasında Papa III. Paulus için Sistine Kilisesi'nin sunak duvarına Kıyamet Günü adlı olağanüstü zengin ve kapsamlı eserini çizer.

Bir sonraki Papa IV. Paulus, her ne kadar "ucube" demese de, tablodaki imgelerin fazlaca müstehcen olduğu iddiasıyla Michelangelo'dan eserini "biraz düzelterek daha uygun hale getirmesini" ister.

Ünlü usta şöyle cevap verir:

"Hiç sorun değil, düzeltirim… Ama söyleyin Papa'ya, önce kendisi dünyamızı daha uygun ve yaşanılır bir hale getirsin, sonra bu tablo da aynı uygunluğa girecektir."

Bunu okuduğumda aklıma bizim sanat uzmanı Reisimiz geldi. O, zaman zaman Papa IV. Paulus'a göre daha sert olabiliyor. Düzeltme falan istemiyor; "kaldırın" diye buyuruyor.

Sonra Michelangelo'nun Kıyamet Günü'ne baktım. Öyle 5-10 dakika bakarak yorumlanabilecek bir eser değil. Ayrıntılar büyüleyici.

* * *

Ardından Kıyamet Günü'nü düşündüm. Hani şu "Mahşer" denilen…

Hani İsrafil'in sur borusunu üfleyeceği, bütün insanların cansız bir hale geleceği, dağların parça parça olacağı, denizlerin birbirine gireceği, yıldızların yerlere döküleceği gün…

Hani sağ ve sol tarafımızda duracak meleklerin yardımıyla günahlarımızın ve sevaplarımızın ortaya döküleceği, amel defterinin açılacağı, büyük hesaplaşma günü…

Hani kimilerine göre "belki yarın, belki yarından da yakın"...

Sonra hayallere daldım…

Diyelim ki "kıyamet günü" dedikleri an geldi çattı.

Söz gelimi, uzayda varlığı daha önceden bilinmeyen dev bir gök taşının birkaç gün sonra dünyamıza çarparak onu yok edeceği ortaya çıktı.

Yani artık "günlerimiz sayılı"

Çok yakında öleceğimizi biliyoruz.

Ne olurdu acaba?..

* * *

Son günlerimizde ne yapardık?

Dünyadaki savaş ve çatışmalar sürer miydi?

Rusya ve Ukrayna birbirlerine son bir darbe indirmeyi mi denerdi; ya da İran, var gücüyle nükleer bir felaket mi hazırlardı Amerika için? ABD, Çin'e nükleer bir bomba mı fırlatırdı?

Yoksa hepsi iptal mi ederdi savaş, bombalama ve işgal planlarını?

Savaşmaları istense bile, hücum emri alan askerler eskisi gibi koşar mıydı ölmeye ve öldürmeye? Yoksa kalan zamanlarını ailelerinin yanında geçirmek için bir küfür basıp fırlatır mıydı silahlarını?

Batı'dan kredi bekleyen ülkelerin liderleri de benzer küfürlerle milyarlarca dolardan son bir keyifle vazgeçer miydi?

Kremlin'de, Beyaz Saray'da ve başka yerlerde en önemli koltuklarda oturanların ömürleri, en yakınları tarafından birer kurşunla kısaltılır mıydı?

Başkanların, bakanların, müdürlerin danışmanları ve yardımcıları, şeflerine gerçek duygularını nefretle haykırır mıydı?

Yağcılar yağcılığa devam eder miydi son günlerinde de? "Yandaş medya" aynı enerjiyle "ıslak misyonunu" sürdürebilir miydi acaba?

Parlamentolarda kavga gürültü çıkmaz mıydı? Siyasetçi, milletvekili ve bakan olmak için söylenen yalanlardan ağız dolusu itiraflarla vazgeçilmez, sonunda gerçekler dile getirilmez miydi?

Siyasetin, ideolojinin, dinin kimi liderlerine göstermelik saygı sunanlar, bir anda gerçek duygularını haykırmaz mıydı? "Demokratik hoşgörü" şemsiyesinin arkasına saklananlar, tarihin son darbesine soyunmaz mıydı?

Faili meçhul cinayetlerin sırları anında ortaya dökülür müydü?

* * *

Tecavüzler yaygınlaşır mıydı son günlerini yaşadığını bilen insanlar arasında? Ya cinayetler, saldırılar, hakaretler? Yağmacılık artar mıydı? Ya da intiharlar?

Ömür boyu para biriktiren cimriler kalpten gider miydi?

Kılıbık koca sonunda karısına "Aslında seni hiçbir zaman sevmemiştim!" diye bağırır mıydı? Karısı da geçen yaz onu aldattığını itiraf eder miydi?

Sevenler, aşklarının büyüsüne teslim olarak birbirlerinin kollarında mı beklerlerdi ölümü?

Bazı toplumların kutsal kızlık zarı son günlerde de korur muydu otoritesini?

Pısırık oğlanların her biri birer aslan kesilmez miydi?

Yıllardır dile getirilmemiş sevgi sözleri ve zamanında dilenmemiş özürler daha kolay telaffuz edilmez miydi?

Kıyamet Günü'nün sıcak nefesini ensesinde hissedenler, yıllar boyunca düşünmeye bir türlü fırsat bulamadıkları bir şey olan "hayatın anlamı" üzerine kendilerini bile şaşırtan sonuçlar çıkartmaz mıydı?

Ben en eski dostlarımdan biri olan güncemle vedalaşırken onun son satırlarına "Keşke her günümüzü son günümüzmüş gibi yaşayabilseydik" diye yazmaz mıydım?

Hakan Aksay kimdir?

Hakan Aksay, 1981'de 20 yaşında bir TKP üyesi olarak Sovyetler Birliği'ne gitti. Leningrad Devlet Üniversitesi Gazetecilik Fakültesi'ni bitirdi. Brejnev, Andropov, Çernenko ve Gorbaçov iktidarları döneminde 6 yıllık kıymetli bir SSCB deneyimi kazandı.

Doğu Almanya'da 1,5 yılı aşkın gazetecilik yaptıktan sonra TKP'den ayrılarak Türkiye'ye döndü. Bir yıl kadar sonra bağımsız bir gazeteci olarak Moskova'ya gitti ve 20 yıl boyunca (Yeltsin ve Putin dönemlerinde) çeşitli gazete ve TV'lerde muhabirlik ve köşe yazarlığı yaptı.

Bu dönemde Türk-Rus ilişkileriyle ilgili çok sayıda proje gerçekleştirdi. Moskova'da '3 Haziran Nâzım Hikmet'i Anma' etkinliklerini başlattı ve 10 yıl boyunca organize etti. Dergi ve internet yayınları yaptı. Rus-Türk Araştırmaları Merkezi'nin kurucu başkanı oldu.

2009'da döndüğü Türkiye'de 11 yılı T24'te olmak üzere çeşitli medya kurumlarında çalıştı; Tele1 ve Artı TV kanallarında programlar hazırlayıp sundu; Gazete Duvar'ın Genel Yayın Yönetmenliğini yaptı. Gazeteciliğin yanı sıra İstanbul Büyükşehir Belediyesi'nde Rusya-Ukrayna danışmanı olarak çalışıyor. Türkiye'nin önde gelen Rusya ve eski Sovyet coğrafyası uzmanlarından olan ve "Puşkin madalyası" bulunan Hakan Aksay'ın Türkçe ve Rusça dört kitabı yayımlandı.