Züğürt Ağa, bence sinemamızın en iyi filmlerinden biridir.
Birçok sahnesi unutulmaz.
Mesela, Abdo Ağa (Bahri Selin) dördüncü karısından da bıkmış, çok beğendiği (“her tarafı bıngıl bıngıl”) maraba kızı Kiraz’la (Nilgün Nazlı) evlenmek için yanıp tutuşmaktadır.
İkide bir sağ elini abartılı bir hareketle sağ kulağına dıştan içe doğru sürterek derdini haykırmaktadır:
“Karı istirem! Ben karı istirem!..” (Daha doğrusu “garı istirem”.)
Urfa’nın Haraptar Köyü’nün (şimdiki Sultantepe) asıl ağası ve sahibi olan Abdo’nun oğlu “Züğürt Ağa” (Şener Şen), bir taraftan babasını bu hırsından vazgeçirmeye, diğer taraftan da kendisinin de hoşuna giden Kiraz’ı kurtarmaya çalışmaktadır.
Ama ne çare!
Abdo Ağa, kızın abisi Kekeş Salman’la (Erdal Özyağcılar) anlaşıp parayı bastırır ve Kiraz’ı alır.
Alır almasına ama gerdeğe giremeden kalpten gider. (“Dede öldi!”)
Film boyunca Abdo Ağa, kim bilir kaç kez eliyle kulağını oynatarak aynı şeyi söyleyip durmuştur:
“Karı istirem... Karı istirem...” (Abdo’nun seslendirmesini Müşfik Kenter yapmıştı.)
Ve bu bitmek tükenmek bilmeyen istek, filmin yapımından sonra geçen 30 yıl boyunca birçok insan tarafından aynı kulak hareketiyle yarı şaka yarı ciddi söylenir durur:
“Karı istirem...”
* * *
Kadın isteyen erkekler kadar erkek isteyen kadınlar da vardır.
İstemenin sonu yoktur.
Evlenip “yuva kurmak” isteyen de çoktur.
İsterler de...
Evlenemezler.
Konunun tam burasında en kolayı, hayat pahalılığından ve düğün yapmakla ev döşemenin zorluğundan bahsetmektir.
E zor tabii, zor. Bu şartlarda evlenilir mi!
Ama hele bir durun!
Ondan önce başka bir zorluk var:
Kim kimle evlenecek? İnsanlar birbirini nasıl bulacak? Nasıl tanışacaklar?
Af buyurun, aşktan n’aber aşktan?
E zor tabii, zor. Bu şartlarda evlenmek...
* * *
Ama o kadar da kötümser olmayın canım.
Geçen gün ampul parladı ve bir ışık yandı!
Bu konuda artık devlet yardım edecek! (Tam anlamadım devlet mi, AKP mi; gerçi şu sıralarda pek fark etmiyor.)
Eskiden sadece kadınların kılık kıyafetine, gülüşüne yürüyüşüne ilişkin uyarılarda bulunurlar, iş “aile kurumu”na gelince de “3 çocuk yapın!” buyururlardı (Yoksa 5’e mi yükselmişti en son?).
Ama bu hafta içinde Başbakan Ahmet Davutoğlu hizmette sınır tanımadığını bir kez daha ortaya koydu:
“Eş lazım dediğinizde önce anne babanıza gideceksiniz. İnşallah onlar size hayırlı bir eş bulacak. Bulamazsa bize başvuracaksınız.”
Budur be!
Sosyal devlet budur!
Adaletli kalkındıran parti budur!
* * *
Ama yine durun bir dakika!
Ben tam anlamadım, nasıl olacak bu “devletin ya da AKP’nin yuva kurdurma” hizmeti?
Mesela, parti teşkilâtlarına haber salınacak ve “karı istirem” diyen, pardon, evlenmek isteyen adamla ilgili bilgiler iletilerek “uygun bir eşleştirme” mi talep edilecek?
(Kadın okurlar kızmasın, operasyonu erkek üzerinden anlatmayı deniyorum; çünkü AKP’nin bunun tersini yaparak “herif istirem” diyen bir kadına eş bulma çabası içine girebileceğini aklımda pek canlandıramadım.)
Eee, sonra?
“Falanca mahalle ve sokakta filankeslerin evlenme çağında bir kızları varmış. Kapalıymış, namusluymuş, yolda karşıdan karşıya geçerken bile sağa sola bakmazmış.” türünden övgü dolu bir rapor gelecek...
Ardından erkek tarafı şeker çiçek neyin alıp Allah’ın emriyle...
Yani sizce...
Bu kadar basit mi bu iş?
Gençlerin “yuvalarını yaptınız”, başlarını bağladınız, bitti.
Haydi bir sonraki müşteriye, pardon, seçmene, yani istek sahibine bakalım!
Öyle mi?
E hani tanışmak, anlaşmak falan?
Af buyurun, aşktan n’aber aşktan?
Yahu, normal şartlarda yıllarca birlikte yaşıyacak bu insanlar; yüreklerinde bazı duygular ve özlemler vardır; bütün mesele para kazanıp çorba yapmaktan ve o arada vatan-millet için 3-5 çocuk yapmaktan ibaret değil ki!..
Off, ne diyorum ben yaa...
* * *
Uzun etmeyin kardeşim!
Oyunuzu verin işte!
Adam daha ne yapsın?
Onca derdinin arasında “hayırlı işler”le uğraşmaya bile girişti.
Siz bakmayın HDP Eşbaşkanı Selahattin Demirtaş’ın kötü niyetli sözlerine:
“Bence siyaseti bırak. Şu evlilik, izdivaç programlarına çık artık. Vallahi yakışır da...”
Bence Davutoğlu çok fedakâr ve çalışkan.
Tam anlamıyla canını dişine taktı, her şeye yetişmeye çalışıyor.
Bir bakmışsın, şehir şehir dolaşıp mitinglerde konuşuyor...
Bir bakmışsın, çocuklarla karate yapıyor...
Başka bir yerde börek baklava açıyor...
Bir pazarda manav olup sebze satıyor...
Ya da ayakkabı dikiyor...
O arada seçmenin özel hayatını yoluna koymaya uğraşıyor...
Daha ne yapsın, Allah aşkına?
* * *
Tabii bu arada yorgunluk, uykusuzluk, sinir bozucu şeyler falan...
Ufak tefek kusurları da oluyor haliyle; insan bu, olmaz mı hiç!
Dili dolanıyor bazen, kelimeler takla atıyor, kavramlar ağzından fazla geniş açıyla dökülüyor:
“IŞİD’in kafasındaki İslam ile bizim savunduğumuz arasında 360 derece fark var.”
“Canlı bombacıların listesi elimizde. Ama eylem yapmadan onları tutuklayamayız.”
“Nankör IŞİD!”
“Nerede bir zalim varsa onun yanında olacağız.”
“Ankara’daki terör saldırısı sonrasında anket yaptık, oylarımızda yükseliş trendi var.”
“AKP iktidardan indirilirse buralarda beyaz Toroslar dolaşacak.”
Olur böyle şeyler; dil sürçmesi, yorgunluk, uykusuzluk...
Adam her bir sorununuzla uğraşıyor.
Hatta evlendiriyor bile sizi.
Daha ne yapsın ki?
O size bunca iyilik yapıyorken lütfen biraz kadirşinas olun...
IŞİD gibi nankörlük yapmayın!