Hakan Aksay

16 Ağustos 2015

Kardeşin duymaz, eloğlu duyar...

MHP'li delikanlı 'Yunan bayrağı altında güneşlenmem!' demiş. Ben güneşlenirim. Hatta güneşleniyorum...

Bu satırları Ege'nin öteki yakasından yazıyorum.

Ve hiç utanmadan...

Bir Yunan bayrağının altında...

Tatil yapıyorum.

Ne demişti MHP'den milletvekili seçilemeyen Mehmet Aslan adlı delikanlı:

"Yunan bayrağı altında güneşlenmem!"

Sıkı bir milliyetçi-Türkçü söylem, değil mi?

Şimdi ben birkaç günlüğüne "karşı komşuya geçip" Yunan adalarına merhaba derken birdenbire aklıma geliverdi nedense.

Tepemde Yunan bayrağı...

Ve işe bakın ki siz...

Gayet de güzel dinleniyorum.

*    *    *

 

"Hainnn", "vatan haini", "Yunan casusu", "ihanet" gibi saçma salak sözlerden twitter baloncukları uçuracak arkadaşlara daha fazla malzeme vereyim:

Ben hayatımın yarısını yabancı bayraklar altında yaşayarak geçirdim.

Bunun sekiz yılı orak çekiçli kızıl bayraktı.

Hayır canım, gerilla kampında falan değildim; Sovyetler Birliği'ndeydim.

Bir dönem Alman bayrağı (ama "dost ve müttefik" değil, yıkılmadan önceki "düşman" Doğu Almanya bayrağı) altında yaşamışlığım var.

Ve tabii en çok da Rusya bayrağının altındaydım.

Malum, Ruslarla durmadan savaştık durduk tarihimiz boyunca.

Uzun lafın kısası, "düşman" ülke, "düşman" millet, "düşman" bayrak...

Onlara karşı hep tetikte olmak gerekiyordu.

Ama ben pek tetikte olamadım; daha beteri, sık sık gevşedim.

"Düşman millet"in kızlarına kaç kez âşık olduğumu ben bile unuttum.

İnsan hiç "düşmanlığı" unutur mu, geçmiş savaşları, atalarımızın dökülen kanlarını falan!..

Ben unuttum!

 

*    *    *

 

Ha, unutmadan şunu da ekleyeyim:

İçimdeki şeytan, beni her zaman birilerinin inatla "düşman" gösterdiği ulusların temsilcileriyle dost olmaya yöneltti.

Ruslarla, Rumlarla, Ermenilerle, Kürtlerle...

Yıllarca yurtdışında okuyup da bin bir milletten gençlerin barındığı öğrenci yurtlarında yaşayınca hemen herkesle ilgili bir izlenimi ve duygusu oluşuyor insanın.

Kestirmeden söyleyeyim: Her zaman en iyi arkadaşlarım, Yunanistan'dan gelenlerdi.

Başlangıçta biz 12 Eylül'den kaçmıştık ve güvenlik gerekçesiyle Türkiye'yle, ailelerimiz ve arkadaşlarımızla bağlarımız kesilmişti.

En çok Yunan gençleri bizimle dayanışma içindeydi; her zaman hâlimizi hatırımızı sorar, yardımcı olmaya çalışırlardı.

Uzaktan bakınca "eloğlu" gibiydiler, ama "kardeşten yakın"dılar...

Özellikle o dönem aynı siyasi görüşleri paylaştığımız Yunanistan Komünist Partisi ve Kıbrıslı AKEL üyeleri...

Onlarla birçok ortak etkinlik ve dayanışma gecesi düzenledik...

 

*    *    *

 

 

Yıllar sonra bugün Yunan bayrağı altında bir gemideyim.

Yolcuların çoğu Türk, rengârenk personel birçok ulustan mükemmel bir karma.

Adalar ve bayraklar Yunan.

Müzik de öyle çoğunlukla.

Severim Yunan müziğini.

Ege'nin "bizim kenarları"nda gezerken arabamın radyosu daha çok Yunanca şarkı söyler.

Dün gece geminin güvertesinde neşeli bir Yunan grubu çalıp söylüyordu.

Kendi şarkılarının yanı sıra "ortak" şarkılarımız da çınlatıyordu misafiri olduğumuz Mikonos'un kıyılarını.

Bol bol Çiftetelli ve Mastika dinledik.

Ve hem Yunanca hem Türkçe Artık Sevmeyeceğim, Aman Doktor, İndim Havuz Başına, Zeytinyağlı Yiyemem Aman, İzmir'in Kavakları, Telli Telli...

Büyük keyif aldım.

O şarkılar (tıpkı baklava, lokum, helva, musakka, dolma, köfte ve cacık türü yiyecekler gibi) "aslında kiminmiş de, kim ona sahip çıkmış" falan, bu tartışmalar umurumda değil.

Her şeyden Türklüğün hanesine bir çentik atarak kendini bir halt sananlardan değilim.

Sonunda hepimiz dünya vatandaşıyız; nerede doğup hangi özelliklere sahip olduğumuz bir tesadüften ibaret.

Diller, inançlar, sınırlar, tepemize dikilmiş bayraklar ne olursa olsun...

 

*    *    *

 

Sahneden yükselen müzik sanki bütün Yunan adalarında, oradan da öte, bizim Ege kıyılarında yankılanıyor gibiydi.

Müzisyenler kendi arasında oynaşıyordu.

Gemideki hemen hemen bütün kadınlar gibi "sonradan sarışın" olan orta yaşlı solistimiz, mantar topuklarının üzerinde kıvrak danslar ederken yorgun ve beyaz göğüsleri gecenin karanlığında bir fener gibi ışık saçıyordu.

Arkasındaki yaşlı erkek müzisyenlerden biri (belki bir ilişki yaşadılar, hatta belki de eski eşidir, kim bilir; ya da ben öyle bir öykü uydurmak istiyorum sadece) ona kederle bakıyor, gitarıyla öne çıkan genç meslektaşını kıskanarak izliyordu.

Sonra Yunan dilinde Olmasa Mektubun'u söylemeye başladılar.

Arka sıralardan bir Türk kızı, "işin aslını" Türkçe seslendirirken pek başarılıydı.

 

*    *    *

 

Saat gecenin 2'sine geliyordu; geminin Mikonos'tan ayrılıp Santorini yoluna koyulması ve bu arada konserin bitmesi gerekiyordu.

Benim için "son dakika sürprizi" olan bir şarkı yankılanıverdi.

Ve ben, Yunan dilinde tek kelime bilmeyen zavallı halimle birdenbire kendimi Yunanca bir şarkı söylerken buldum:

     "Syrma kai allo syrma kai xontro gyali,

     Matwse o hlios thn anatolh

     Klais kai anastenazeis, leytaria fwnazeis,

     Mah elpida mayro apiasto pouli..."

Sanırım 32-33 yıl kadar önce, Yunanistanlı komünist arkadaşların ısrarıyla siyasi bir gecede bu şarkıyı onlarla iki dilde okumuştuk.

(Burada sevgili Zülfü Livaneli'yi ve Maria Farantouri ile Mikis Theodorakis'i anmadan geçemem. Sağ olsunlar, Türk-Yunan dostluğu için az şey yapmadılar.)

Gece bitti.

Gülümseyerek kamarama yöneldim.

Dilimde yıllar sonra Yunancasını hatırladığım aynı şarkının Türkçesi:

     "Susarlar, sesini boğmak isterler.

     Yarımdır, kırıktır sırça yüreğin.

     Çığlık çığlığa yarı geceler.

     Kardeşin duymaz, eloğlu duyar..."