Hakan Aksay

28 Mart 2013

'İnadına gazetecilik' (1): Derya Sazak ve Hasan Cemal

Başından beri ciddi sorunlar ve çarpıklıklar içinde ilerlemeye çalışan medyamız, son 10 yılda AKP lideri ve Başbakan Recep Tayyip Erdoğan tarafından yeniden biçimlendiriliyor

Başından beri ciddi sorunlar ve çarpıklıklar içinde ilerlemeye çalışan medyamız, son 10 yılda AKP lideri ve Başbakan Recep Tayyip Erdoğan tarafından yeniden biçimlendiriliyor. Bu sürecin yeni aşaması PKK ile barış sürecine girilen birkaç haftadır yaşanıyor.

Her konuda son kararı verme eğilimindeki Başbakan Erdoğan, bu kez de barışa giden yolda "çatlak ses" duymak istemediğinden dolayı bazı gazetecileri eleştiriyor, azarlıyor, neredeyse "hain" ilan ediyor. İmralı tutanaklarının haberleştirilmesiyle ilgili duygularını 2 Martta "Batsın sizin gazeteciliğiniz", 5 Martta da "gayri milli gazetecilik" sözleriyle dile getiren Erdoğan, Milliyet gazetesinde ve medyada - etkileri hâlâ sürmekte olan - ciddi bir karışıklığın doğmasına önayak oldu.

Haberin yapılmasında, düzenlenmesinde ve yayımlanmasında rol oynayan kişiler tepkileri zor da olsa atlatabildiler. İzleyebildiğimiz kadarıyla, buraya kadar Milliyet'in Genel Yayın Yönetmeni Derya Sazak'ın sorumlu tutumunun da etkili olduğu kanısına vardık.

Sonra "batması gereken" gazeteciliğin, "Gazete yapmak ayrıdır, devlet yönetmek ayrıdır. Kimse kimsenin işine karışmasın!” diyen Hasan Cemal hedefinde netleştiğini gördük. Ardından Hasan Cemal'e "iki hafta yazmama cezası" gibi ilginç bir yaptırım uygulandığını öğrendik. Bir süre Milliyet'te nelerin döndüğünü anlayamadık. Cezayı kim, neden veriyordu? Hasan Cemal, yakın arkadaşı Cengiz Çandar'ın geçtiğimiz günlerde Skytürk'te kullandığı anlatımla "ilkokuldaki 'git ve zil çalana kadar köşede tek ayak üzerinde bekle' türü bir ceza" karşısında susmayı mı, ayrılmayı mı tercih edecekti? Gerilimin üst düzeye tırmandığı gazeteden bir veya birkaç ismin istifa haberinin gelebileceği öne sürüldü. Ama gelmedi.

Bu isimlerden biri olan Hasan Cemal, ceza süresinin bitmesine yakın bir zamanda gazeteye gönderdiği yazısının yayımlanmayacağının kendisine bildirilmesi üzerine Milliyet'ten ayrıldı. İstifa edebileceği söylenen isimlerden biri de Derya Sazak'tı. Ama o, kendisi istifa etmediği gibi, Hasan Cemal'in istifa etmesinde de önemli rol oynadı. İlk bakışta nezaketi akla getiren, ancak yakından bakıldığında insana garip gelen veda cümlelerini (fiilen gazeteden uzaklaştırılan köşe yazarına "yine bekleriz" veya "akıllandığınızda köşenizi yeniden açabiliriz" algısı yaratabilecek bir mesaj vermesini kastediyorum) sonradan düzeltmedi. Dahası, bu pazartesi yazdığı "yönetici yazısı"nda tavrını aynı doğrultuda fersah fersah ilerleyerek geri dönülmez bir noktaya taşıdığını kararlı biçimde kanıtladı.

 

Derya Sazak'ın 'yazdığı' tarih

 

"Bizim kuşağın, gazeteciliğin şekillenmesinde çok önemli bir değer olan Abdi İpekçi gazeteciliği bu. ... Başbakan ya da Bakanlar ... bozulur ya da onların tepkisini üstümüze çekeriz diye düşünürseniz ve bunu vermezseniz o zaman otosansür ve sansür olur. O da bizim mesleğimizi yaralar. ... Ben kavgayı severim. Habere çıktığım zaman ya da sahaya çıktığım zaman gözüm hiçbir şeyi görmez. Öyle çok uzlaşmacı bir tip değilimdir."

Bu Derya Sazak'ın Milliyet'in "ombudsmanı" olduğu dönemde, Haber X adlı internet sitesinde 6 Aralık 2010 tarihinde yayımlanan "Türkiye'de alçaklık çok" (bu onun kendi cümlesi) başlıklı mülakatından şık bir bölüm. (Mülakatın tamamını okumak için tıklayın)

"Ne sansür, ne oto sansür, ne de baskı iddiaları bizi mesleğimizi yapmaktan alıkoyamaz. Bizler Abdi İpekçi ekolüyüz. İnadına gazetecilik yapacağız!"

Bu da Sazak'ın Milliyet Genel Yayın Yönetmeni olmasının ardından MadiaCat'e verdiği ve 2 Kasım 2012'de yayımlanan demecinden birkaç önemli cümle. (Mülakatın tamamını okumak için tıklayın)

Zaman bazen eskisinden daha hızlı değişir. Ve birçok şey de zamanla yarışarak değişir.

Derya Sazak, bu hafta başında gazetesinde yayımladığı "Tarih yazılırken neredeydin?" başlıklı yaklaşık yarım gazete sayfası büyüklüğündeki iddialı yazısında Ortadoğu'daki gelişmelere ve Türkiye'deki tarihi barış sürecine dikkat çekerek Başbakan Erdoğan'ın cesur adımlar attığını vurguladıktan sonra "Hasan Cemal dosyası"na önemli notlar düştü.

Bazılarına birlikte bakalım:

- "Bu sürecin ne yöne gideceğini göremeyen kimi meslektaşlarımız ise ‘tartışmayı’ gazetecilik işlevinden uzaklaştırarak, Hasan Cemal’in yazılarına ara vermesine ortam hazırlayan ‘sabotaj’ noktasına kilitlemişlerdir." (Sakın sorun, "sürecin yönünü görenler"in, gazetecilik işlevinden uzaklaşarak siyasete, iktidara doğru akması olmasın? Sabotaj ile ne kastettiğinizi iyice açsaydınız keşke.)
            
- "Barış sürecinde görüşlerine en fazla ihtiyaç duyduğumuz, siyasi iktidarın da ‘akil insan’ olarak görev vermeyi düşündüğü Hasan Cemal’le yollarımızı gazetecilik dürtülerini aşan ‘kışkırtmalar’ sonucu üzülerek ayırdık." (İktidarın yaklaşımını açıklama ihtiyacını bırakıp şu "gazetecilik dürtülerini aşan kışkırtmalar" iddianızın ne olduğunu açıklamanız gerekmez mi? Hasan Cemal kışkırtmalara mı kapıldı, kendisi mi kışkırtıcı yoksa?..)

- "Buradaki sorumluluk genel yayın yönetmeni olarak benimdir." (Burada "bağımsız karar mercii" olmanın gururunu mu, berbat bir karar almanın üzüntüsünü mü yaşıyorsunuz?)

- "Masum değiliz hiçbirimiz!" (Bu "melodik cümle"yi biraz açar mısınız lütfen? Hem de yabancı günahların gölgesine sığınmadan. Siz kendinizi hangi açılardan masum bulmuyorsunuz ve neden?)

 

Hasan Cemal'in 'yakaladığı' tarih

 

Devam edelim.

- "Hasan Ağabey’in yazamaz duruma düşürülmesinde ‘gazete yönetimini’ suçlayanlar, İmralı zabıtlarını yayımlayarak ‘editoryal bağımsızlık’ ilkesine sonuna kadar sadık kaldığımızı nedense unutuyorlar." (Bir yanlış kaç doğruyu götürüyor sizce?..)

- "Sayın Erdoğan Demirören’i sorumlu kılmaya çalışanlara ise Başbakan’ın Balıkesir konuşmasındaki ‘Batsın bu gazetecilik’ sözlerini anımsatmakla yetineceğim." (Bravo! O zaman asıl suç Başbakan'da, öyle mi?)

- "Başbakan’a yanıt ve ‘medyadaki sermaye yapısını’ sorgulama konusundaki ısrarı nedeniyle, yayımlamadım." (Neden? Hasan Cemal Başbakan'a tekrar yanıt veremez mi? "Medyadaki sermaye yapısını sorgulamak" ne zaman yasaklandı?)

- "Kürt meselesinin çözüm süreciyle medyada yüzyıllık kavram olan ‘sermaye yapısı’ tartışmasının herhalde zamanı değildi!" (Medyada nelerin, ne zaman tartışılacağını belirleyen bir ilke veya yasa var da, biz mi bilmiyoruz acaba? "Şimdi zamanı değil" gerekçesinin tarihteki bütün baskıcı yönetimlerin pek sevdiği bir tez olduğunu duymadınız galiba?)

- "Hasan Cemal, o yazıda ısrarın gazeteyle ‘vedalaşmak’ olacağını biliyordu." (Desenize tüm sorumluluk ona ait!.. Olay aydınlandı işte! Kendi düşen ağlamaz!)

- "Çünkü gazetecilikte mesleki etik kadar, gazeteci-yayıncı ilişkilerini tanımlayan ‘iş etiği’ de geçerlidir. Yayın yönetmeni olarak o ilkeyi gözetmek de görevimdir ve Milliyet’in logosunda ‘Basında güven’ yazmaktadır." (Galiba sizin kafanız iyice karışmış. İş etiğini "patronu zor duruma düşürmemek" olarak anlarken, son yazısında bile size destek vermekten geri durmayan, "Ağabey" dediğiniz bir meslektaşınızı kapının önüne koyabiliyorsunuz. "Basında güven"i buraya bağlamanız pek anlaşılmıyor, ama korkarım Milliyet son haftalarda epeyce güven kaybetti.)

- "Hasan Cemal her zaman sevgi ve saygıyla anacağımız meslek ustamızdır." (Siz gazeteden ayrılmak zorunda bıraktığınız, Türkiye gazeteciliğinin en saygın isimlerinden birini şimdiden "anmaya" başlarken, o - 69 yaşında - son zamanların en büyük gazetecilik olayına imza attı ve Kandil Dağı'na çıkarak Murat Karayılan'la görüştü. Haklısınız, o işini büyük bir enerjiyle ve özenle yapan bir "meslek ustamız." "Tarih bazen yaşarken de yakalanır” yaklaşımını içine sindirmiş bir gazeteci.)
 
Derya Sazak'ın yazısı, çok uzun bir "gizli savunma" ve neredeyse her bir tezi, sahibini ve "inadına gazetecilik" amacını iyice aşağı çekiyor. Konuştukça batmak dedikleri şey, herhalde bu olsa gerek.

Yine de hakkını yemeyelim, yazının başlığı güzel ve çarpıcıydı. Ama azıcık eksikti sanki. O, günümüz koşullarında gazeteciliği ele aldığı yazısına, şu başlığı atarak kendi yaklaşımını ve önceliğini ortaya koymuştu:

"Tarih yazılırken neredeydin?"

Bana kalsa, tercihim biraz farklı olurdu:

"Gazetecilik tarihi yazılırken neredeydin?"

Devam edeceğiz. "İnadına gazetecilik" uğraşımıza. Ve bu yazıya...