Hakan Aksay

26 Haziran 2016

İmamın zaafı, ‘teröristin gururu’ ve Erol Evgin’in isyanı

Kutuplaşma ortamı bizi Pavlov’un köpeklerine benzetti: Zil çalıyor ve salgı bezlerimiz hemen çalışmaya başlıyor...

Ruh sağlığımızı yitirdik.

Nefret, düşmanlık, kutuplaşma gözlerimizi öylesine kör, kulaklarımızı öylesine sağır etmiş durumda ki...

Hiçbir şeyi düşünmeye, hiçbir ayrıntıya dikkat etmeye, hiçbir kuşkuya yaşam hakkı tanımaya niyetimiz yok.

Her zaman çok aceleci, aşırı derecede net ve sonuna kadar savaşkanız.

Duyduğumuz/gördüğümüz/okuduğumuz ve “bize karşı safları hatırlatan” her şeye anında saldırmaya hazırız.

Bir tür şartlı reflekslerin esiri durumundayız.

Hani şu ünlü Pavlov’un köpekleri gibi: “Zil çalıyor” ve bizim salgı bezlerimiz hemen çalışmaya başlıyor. 

“Zaten BUNLAR hep böyledir”...

Ve gerisi geliyor...

 

Yaralı makat ya imama ait olmasaydı?..

 

Önceki gün gazetelerin “inanılmaz”, “şaşırtıcı” ve “flaş açıklama” diye duyurdukları habere göre, Kayseri’de bir camide imamlık yapan bir adam rahatsızlanıp hastaneye kaldırılmış. Yapılan cerrahi müdahalede makatından bir parça salatalık çıkarılmış. Müftülük de imamı işten atmış...

Bir sağlık sorunu nedeniyle hastaneye başvuran vatandaş, hem işini kaybediyor, hem de sosyal bir linç taarruzuyla karşı karşıya kalıyor.

İktidar refleksi, bu “tatsız” olayın muhtemel zararını en aza indirmek için imamı feda etmeye dünden razı.

Tabii asıl tepkiler “muhalif cephe”den:

“Sapık imam”, “Bunlar hep böyle zaten”“Bugün kendi poposuna, yarın bir çocuğun masumiyetine” vs. bir sürü yorum...

Sanki cinsel eğitim, deneyim, bilgi açısından her şeyin yolunda gittiği sağlıklı bir toplumuz ve böyle şeylere hiç rastlanmıyor...

Sanki ilk cinsel deneyimini hayvanlarla yaşayanlar, vitrinlerdeki mankenlere, hatta damacanalara saldıranlar bu ülkeden değil...

Adam imam olmasaydı haber böyle ilgi görecek miydi acaba?

Ya da haberden, çoğunluğu kısa sürede tahrik edebilecek bir “eşcinsellik kokusu” yükselmeseydi?

Gazeteciler hiç düşünmeden olayın üzerine atlamakta, söz konusu adamla ilgili ayrıntıları – herhalde hastane personelinin de iştahlı katkısıyla – neredeyse tümüyle deşifre etmekte ne kadar haklılar?

Bu ve benzeri durumlarla karşılaşanların hastanelere, doktorlara başvurması bu “haber”den sonra daha da zorlaşmadı mı?

Adamın kendi vücuduyla ilgili bir tasarrufundan siyasi malzeme devşirenler, onu bir anda “tecavüzcü”“kadın ve çocuk düşmanı” yapanlar, acımasızca alay edenler, ne kadar soğukkanlı ve ahlaki davranıyor sizce?

Erdoğan ‘teröristin gururu’ dedi, saldırın!

 

14 yıldır “belagat sanatı” üzerine tonla övgüler alan Erdoğan’ın aslında Türkçe’nin kullanımıyla ilgili birçok sorunu var. Özellikle de promptere bakmadan, “serbest stilde” konuştuğu zaman.

Bazen, kafası net olmadığında karışık cümleler kurabiliyor. Geçen Eylül ayındaki Moskova ziyaretinden sonra Suriye’yle ilgili bir soruya cevap verirken söylediği gibi:

“Esed'siz bu sürecin olması veya geçiş sürecinde belki Esed ile gidilme gibi bir şey olabilir.”

Bazen sinirlerine hâkim olamadığında hata yapıyor. Örneğin, 28 Şubat 2015’te şöyle diyordu:

Burada ikili görüntü söz konusu. Yalçın Bey ile açıklama yapanların açıklamaları farklı. Eşbaşkanın yaptığı açıklama farklı. Burada iki maymun oynanıyor.” (Buna cevap verirken oraya bir maymun daha ekleyen Demirtaş, ironik olarak deyimin aslının “üç maymun” olduğunu hatırlatmıştı.)

Bazen de Erdoğan kelimenin tam anlamını bilmiyor veya onu amaçladığı doğrultuda kullanamıyor.

Bunun bir örneği bugünlerde yaşandı.

Doğu ve Güneydoğu Anadolu’nun “kanaat önderleri”ne yönelik konuşmasında şöyle bir cümle kurdu:

“Teröristler kadar bizler gururlu, onurlu olmazsak onların karşısına dikilmezsek bilesiniz ki bu ülkede büyük bir kırılma olur.”

Cumhurbaşkanı herhalde terörist dediği kişilerdeki “kendine güven” duygusundan söz etmek istiyordu.

“Teröristler ve gurur, onur”, felsefi veya edebi bir tartışmanın konusu edildiğinde belki ilginç sonuçlar çıkabilirdi. Ama çatışma ortamlarının siyasi söylemi işin içindeyse, tartışmanın verimli olma şansı az.

Burada “uyanıklık” yapıp “Erdoğan teröristleri gururlu ve onurlu diye övüyor” diye haykırmak ne kadar doğru ve içten bir tutum?

Özellikle bazı CHP milletvekilleri bu anlatımı çok cazip buldu anlaşılan ki açıklama üzerine açıklama yapıyorlar.

Kürtlerle barış süreci devam ederken CHP’liler, son aylardaki tepkileri göstermiyordu. Hatta barış adına “iktidara kredi açtıklarını” ilan etmişlerdi.

Ne zaman ki Erdoğan barıştan vazgeçip savaş yöntemini seçti, CHP aniden iktidarın Kürt karşıtı önlemlerini desteklemeye girişip ona karşı eleştirisini de “bu durumda siz geçmişte teröristlere yataklık ettiniz” düzeyine indirerek milliyetçi kesimlerden puan alma hedefine kilitlendi.

Şimdi de “muhalefet etmek” adına, Cumhurbaşkanı’nın beceriksiz bir anlatımından medet umuyor, yazık...

Erol Evgin’i azarlamak kolay, ya anlamak?..

 

Haftanın gündemi içinde 70 yaşına merdiven dayamış popüler bir şarkıcının şikâyeti de kendine yer buldu. Erol Evgin şöyle diyordu:

Galiba eğitimli ülkeler için iyi bir çözüm demokrasi. Bize fazla geliyor. Okuma yazma bilmeyen, oyuna parmak basan bir kardeşimizle, ablamızla, annemizle, üç üniversite bitirmiş birinin birer oy hakkı olması adaletli mi geliyor size, sorarım. Herkes seçebilmeli tabii. O parmak basan ablamız muhtarını seçsin, biraz daha iyi eğitim alanı belediye başkanını seçsin...”

Önce sosyal medya, sonra siyasiler, derken asıl şimşekler Cumhurbaşkanı’nın gözlerinde çaktı:

“Bunlar ne cins adamlar! Sen sanatçı olsan ne olur, profesör olsan ne olur! Önce millete saygı duyacaksın, saygı!”

Elbette bir milyonuncu kez Türk siyasi hayatının klasiği “Aysun Kayacı” ve “göbeğini kaşıyan adam” tezlerini tekrarlayarak tartışmak, hatta kavga etmek mümkün. Evgin’in demokrasiyi anlamadığını ve halka tepeden baktığını savunmak da zor değil. Onu eleştirmek kolay, dahası Cumhurbaşkanı’nın yaptığı gibi kızmak, “fırçalamak”, hatta ona hakaret etmek...

Ama tam 40 yıl önce “Şoför Mehmet” şarkısıyla halktan kişilerin öyküsünü seslendirmiş olan Evgin’i bugünkü tepkisine getiren yolun anlaşılmaya çalışılması bana daha önemli gibi görünüyor.

“Millet”, “milletin iradesi”, “çoğunluk”, “sandık” diye diye toplumun önemli bir kesimine nefes alma imkânı bile bırakılmıyor.

Mesele, bunu görmek ve Erol Evgin gibi on yıllardır siyasete mesafeli durmuş bir sanatçının bugün – ama doğru ama yanlış yaklaşımlarla – “yeter artık” deme noktasına gelmiş olmasının nedenlerini araştırmaktır.