Hakan Aksay

21 Eylül 2020

Hiçbir şeyin 40 yıllık hatırı yok bu topraklarda; ne kahvenin, ne hayatın, ne de ölümün

Berfo Ana'ya verdiği sözü tutmayan Devlet Baba, artık Cemil Kırbayır konusunda başının ağrıtılmasından sıkılarak dava dosyasının kapatılması için düğmeye bastı.

Sesi kulaklarımda hâlâ.

Yorgun, hasta, boğuk...

Kendisi 105 yaşında...

Birkaç cümlesini tam anlayamıyorum.

Sonra net olarak "Burada mısın?" diye soruyor bana.

Heyecanlanıyorum.

"Buradayım, Berfo Ana, buradayım. Sen de hep burada olacaksın."

* * *

Sonra telefonu tekrar oğlu Mikail Kırbayır alıyor.

Beni Berfo Ana ile görüştürdüğü için ona teşekkür edip annesinin iyileşeceği umudumu dile getirmeye çalışıyorum.

Durgun bir sesle "Kim bilir, diyor Mikail, belki haklısın, belki de onun sesini en son duyan insanlardan biri sen olacaksın!"

İtiraz etmekle kederlenmek arasında dalgalanıyor yüreğim.

Berfo Ana’nın ölmemesi gerektiğine inanıyorum.

Çünkü ona borcumuz var. Oğlunun dirisine kavuşamayan bu kadına hiç olmazsa Cemil Kırbayır’ın gömüldüğü yeri, ondan geriye kalan kemikleri bulma borcumuz var. Daha doğrusu bu işi yapması için devlete baskı yapma görevimiz...

Tarih, 13 Ocak 2013. Bu konuşmayı T24’e göndermek üzere olduğum ilk Berfo Ana yazıma ekliyorum.

Beş hafta sonra, 21 Şubat’ta acı haber geliyor: 12 Eylül darbesinin ilk kurbanlarından biri olan Cemil’i 33 yıl boyunca arayan ve bekleyen Berfo Ana’yı kaybediyoruz. 

* * *

40 yıllık yaramız kanıyor hâlâ...

Berfo Ana’dan geriye kalan üç cümle daha yankılanıyor kulaklarımda:

İlki, 13 Eylül 1980’de oğlunun gözaltına alınışını anlatırken söyledikleri:

"Son defa 'Cemil' dedim, o da 'Anne' dedi; bir daha göremedim yavrumun yüzünü..."

İkincisi, 12 Eylül davasının ikinci duruşmasında Kenan Evren’e haykırışı:

"Hiç mi utanmadın benim çocuğumu öldürürken? Senin de ocağın sönsün!"

Üçüncüsü de, 2011’de dönemin Başbakanı Erdoğan’a seslenişi:

"Ben Cemil Kırbayır’ın annesiyim. Oğlumun ölüsünü istiyorum. Yeter!.." 

 

* * * 

Berfo Ana’ya söz verdiler.

Ama tutmadılar sözlerini.

Berfo Ana o kadar önemli değildi onlar için.

"Devlet Baba" idi önemli olan.

O da böyle işlerle uğraşmayı pek sevmezdi.

Cemil’e işkence yapıldığı ve katledildiği resmî kayıtlara geçmişti ya! Bir de mezar aramakla, hele hele kendi içinden birilerini bulup cezalandırmakla uğraşacak değildi devlet...

* * *

Yıllar geçti.

Geçenlerde 12 Eylül’ün 40. yıldönümünde yine içimiz karardı. Acılarımız depreşti bir kez daha.

Ardından duyduk ki, Cemil Kırbayır dosyasının kapatılması için düğmeye basılmıştı. Belli ki Devlet Baba artık bu konuda başının ağrıtılmasından sıkılmıştı.

Adaleti arayarak geçen onlarca yılın ardından geldiğimiz yer burasıydı.

Hiçbir şeyin 40 yıllık hatırı yoktu bu topraklarda...

Ne kahvenin, ne hayatın, ne de ölümün...