İki gün önceki 8 Mart yazısında erkek erkeğe sohbet etmeyi denerken kadın okurlarımızdan bu duruma anlayış göstermelerini ve yazıyı okumamalarını rica etmiştik. (Ricaya uyanlara, hatta hiç okumadıkları yazıyı Twitter'da ve Facebook'ta "beğen"enlere teşekkürler.) Şimdi de erkek okurlar için bu yazıyı "es geçme" tavsiyesini dile getirelim. (Yazı bazen epeyce hassas konulara gireceğinden, bazen de sert vurgular taşıyabileceğinden ve erkekler çok daha kırılgan olduğundan dolayı, bu seferki ricamız daha da önemli.)
Elbette benim "tarafsızlığımı" tartışmalı bulabilecek kuşkulu okurlar vardır; onun için elimden geldiğince kadınların görüşlerini aktararak durumu idare etmeye çalışacağım.
* * *
Türkiye'de yaşayan veya bir süreliğine ülkemizi ziyaret eden yabancı kadınların gözlemlerini çok önemsiyorum. Üstelik, bazıları neredeyse koro halinde aynı şeyleri dile getiriyor:
- Kendinize çok güveniyorsunuz...
- Nasıl yani? ("Evelallah" ile başlayan sıkı bir laf parlatırdım şimdi, ama...)
- Yani duruşunuz, bakışınız, hemen her konuda teklemeden kendi görüşünüzü dile getirmeniz...
- Bir dakika! Bu cümleler sanki hayranlık duygusunu yansıtıyor?..
- Pek değil. Yani fiziksel ve zihinsel özelliklerinizi sık sık abarttığınızdan dolayı, bazen ortaya çıkan tablo garip ya da gülünç bile olabiliyor. Bir de genel kültüre hakkıyla ilgi göstermeden her konuda konuşma merakı en hafifinden yadırgatıcı... Bütün bunların üstüne, birer "yeryüzü Tanrısı" havasında pozlar, tavırlar, konuşmalar... Bu "özgüven" görüntüsü, bazen eğlendirici, ama inandırıcı değil.
- Peki, aynı durum, Türk kadınları için de söylenemez mi?
- Hayır. Ya da çok seyrek. Erkekleri taklit etmek veya onlar tarafından ezilmemek isteyen bazı kadınlarda olabiliyor. Ama genelde pek yok...
* * *
Yıllardır, hatta on yıllardır sefil Türk gazeteleri başta olmak üzere medyamızın rezilce bir kararlılıkla pompaladığı "Alman Helga (ya da Rus Nataşa), gerçek tatmini Türk erkeklerinde buldu" türünden palavra "haberler"in sadece dudaklarda gülümseme yaratmakla kalmadığı, milyonlarca hastalıklı ve cahil zihinde derin izler bıraktığı reddedilemez.
Memleketimizin milyonlarca erkeğinin, her nasılsa, bu konuda kendilerine doğanın ya da Allah'ın çok özel yetenekler bahşettiğinden kuşku bile duymaması, seks ile seks kültürü ve eğitimi arasında en ufak bir bağlantı bile kurmaya çalışmaması gerçekten de hayatımızda gizlenen en büyük ve şaşırtıcı şakalardan biridir.
Bu arada zaman zaman aynı medyada küçük haberler olarak zar zor gözümüze çarpan (sıkıysa büyütsünler!) "Türk kadınlarının yarısından fazlası orgazmı bilmiyor. Kadınlarımızın yüzde 68'i yatakta partnerlerini küçük düşürmemek için tatmin olmuş gibi yapıyor" türü yayınlara ne demeli? Elbette kötü niyetli ve yalan haberler bunlar, değil mi? Ya da bu tür şaibeli araştırmalara katılan kadınların cinsel partnerleri Türk erkeği değildir. Neyse, hemen kapatalım bu meseleyi.
* * *
Demin kendilerini korumak için nedense biraz geriye çekme gereğini hissettiğim yabancı kadınlara ve izlenimlerine tekrar dönmek istiyorum.
Tanışma başlangıcında Türk erkeğinin kullandığı "babadan ve dededen kalma yöntem", hâlâ "bakışma" ("kesişme") ve genelde hiçbir entelektüel birikim ile yaratıcı zeka gerektirmeyen olağanüstü basit cümleler...
Ve bu arada kalabalıktan kaçma, kınanmaktan ve başarısızlıktan aşırı derece korkma, dahası ortalık yerde sevgi ve sempati sergilemekten kaçınma... (Sizi duyar gibiyim, elbette; zaten bizde genel olarak sokakta erkekle kadının sarılması veya öpüşmesi korkunç bir şeydir. Ama erkeğin kadını pataklaması, hatta öldürmesi "anlayış gösterilebilecek" bir durumdur.)
Aslında tam da burada, kadınların erkek soyadlarını kullanmaya zorlanmasından tutun da, kız arkadaşına veya eşine "kendine ait çok önemli bir dekoratif öge veya bir tür mülkiyet" olarak bakan erkek oğlu erkeklerin ne tür kıskançlıklar yaptığı üzerine iyice dallanıp budaklanmak var ya, olmaz şimdi...
Sadece evren ve yaşam felsefesi üzerine çok hoşuma giden bir karikatürü paylaşmak istiyorum.
* * *
"Uluslararası bir gözlem" temelinde ürettiğim bir dedikoduyu sizle paylaşmadan yazıyı bitirirsem olmaz. Kısaca aktarayım.
Kahramanmaraş'ta konuşlandırılan Patriot füzelerini ve NATO askerlerini 15 gün önce ziyaret eden üç bakanın açık havada düzenlediği basın toplantısı, televizyon kanallarında ilginç görüntülere yol açtı. Orada ezici çoğunluğu Türklerden oluşan (AKP milletvekilleri, vali, askerî yöneticiler ve diğer Türk erkekleri) epeyce kalabalık bir topluluk vardı. Başlarında da Milli Savunma Bakanı İsmet Yılmaz, Almanya Savunma Bakanı Thomas de Maiziere ve Hollanda Savunma Bakanı Jeanine Hennis-Plasschaert.
Bu sonuncusu sarışın ve gayet alımlı bir kadın. Açıkçası ona bir bakan bir daha bakıyor. (Zaten Kahramanmaraş Kanal 46, haber manşetini anında yakalamış: "Kahramanmaraş’tan 'manken' gibi bir 'Bakan' geçti".)
Ev sahibi İsmet Bey kağıttan okuduğu konuşmasını uzattıkça uzatıyor. Ama hava kötü; rüzgâr, yağmur... Bir süre sonra Hollandalı bakan üşüyor. Biraz sabrediyor önce. Ama ne konuşma bitiyor, ne de rüzgârın etkisi! Elini kolunu kavuşturarak ısınmaya çalışıyor kadıncağız...
O sırada ben birdenbire hayatımda ilk kez Savunma Bakanı olmak istediğimi şaşırarak fark ediyorum. Hiç olmazsa birkaç dakikalığına. Tören falan önemli elbette de, orada üşüyen bir kadın var. Üstelik güzel. Ve onlarca, yüzlerce Türk erkeği... Hemen hepsinin gözü elbette Jeanine Hanım'da. Hiçbirinden tık yok tabii. Yanlış mı anlaşılır? Namusuna dil uzattık veya Erik-Jan Hennis Eniştemiz'e ihanete zorladık diye mi düşünülür acaba? Yoksa aklımızdan geçenler mi okunuverir, ha?..
Sonunda "olaya müdahale etme" konusunda benden çok daha avantajlı durumda olan Alman Savunma Bakanı, üzerindeki kabanı çıkarıp kadına uzatıyor, daha doğrusu son derece centilmence onun örtünmesine bizzat yardımcı oluyor. Kadın bakan çok mutlu ve kibar bir gülüşle Thomas Bey'e teşekkür ediyor.
Ne diyeyim!.. Yazılacak daha epeyce şey var ama... Ben bu Türk erkekleri mevzuunu daha fazla uzatmayayım isterseniz... Ne olur, ne olmaz!..