Hakan Aksay

29 Mayıs 2011

Gece kelebeği

Sabaha karşı uyur, akşama doğru kendine gelir, geceleri yaşar. Makyajsızken kendisidir; makyajla birlikte güzelleşir, güzelleştikçe kendine yabancılaşır; kim bilir, belki de makyajsızlıktır asıl güzel

O bir “gece kelebeği”dir. (Rusya’da fahişelere böyle deniyor.) Ülkedeki yüz binlercesinden biri. (Yalnızca Moskova’da 100-300 bin “gece kelebeği” olduğu söyleniyor.)

Sabaha karşı uyur, akşama doğru kendine gelir, geceleri yaşar. Makyajsızken kendisidir; makyajla birlikte güzelleşir, güzelleştikçe kendine yabancılaşır; kim bilir, belki de makyajsızlıktır asıl güzellik.

* * *

Doğrusunu isterseniz “gece kelebekleri” ile “nasıl düştün bu yola?” türü söyleşilerden nefret ederim. Dahası onların iş saatlerini boş gevezeliklerle kaplamayı doğru bulmam. Üstelik gülücüklerinin insanî mi, yoksa potansiyel müşteriye promosyon-hediye mi olduğunu anlayamadığım durumlarda huzursuz olurum.

Ama nasıl olduysa otelde arkadaşımı beklerken onunla söyleştik. Müşteri olmadığımı söylediğim halde ilgi gösterdi. Belki yine de beni ikna edilebilir buldu. Belki işine biraz ara verdi. Bir-iki şaka, birkaç soru, derken bana hikayesini anlatıverdi.

* * *

Kızlıkla kadınlık arasındaki sınırı 17’sinde geçmiş. Bu şimdilerde Rusya ortalamasının birkaç yaş üzerindeymiş. Neredeyse aynı anda mesleğe başlamış. Bunun iki nedeni varmış. Birincisi, 17 yaşındayken, annesi ile ilk aşkı olan genci yatakta yakaladıktan sonra bunalım geçirmiş. İkincisi, aynı yıl hayatına giren yetişkin bir erkek onu bu işe zorlamış, satmış yani. Ama yine de ondan sımsıcak bir ses tonuyla söz ediyor. Acaba hâlâ seviyor mu ilk göz ağrısını?

Şimdi dört yıl geride kalmış “kelebeklik”te. Bir buçuk yaşındaki oğlunu ve pek sevmediği annesini (“Ama ne de olsa annemdir. Üstelik çocuğuma bakıyor.”) yedirip giydirebiliyormuş rahatlıkla. Aslında pek çok meslektaşı gibi ABD’ye, Yunanistan’a, Türkiye’ye gidebilirmiş. Zengin bir koca da bulabilirmiş. Ama olmamış işte.

Şimdilerde züğürt bir gence aşıkmış. Ona parasal yardım da yapıyormuş. Gündüzleri görüşürlermiş.  Hava kararınca aşk biter, seks başlarmış.

* * *

Hayır, aslında sevişmek denmezmiş yaptığı işe. Sevişmek ruhla olurmuş; o ise yalnızca bir bedenmiş mesai saatlerinde, ruhsuz bir beden. Ve onunla yatanlar, aslında kendileriyle, kendi paralarıyla yatıyorlarmış.

Genellikle batılı yabancılarla çalışırmış. Onlar daha cömert ve kolaylarmış. Doğulular ise hem cimrilermiş, hem çok meraklıymışlar, üstelik iş bittikten sonra mutlaka kızın kendilerini nasıl bulduğunu anlamaya çalışırlarmış.

Birkaç kez saldırıya uğramış, dayak yemiş, ırzına geçilmiş, poliste eziyet görmüş.

* * *

Bunları anlatırken sesi nasıl zayıflıyor, gözleri ne kadar buğulanıyor.

Aslında ne küçük ve güçsüz bir kız bu. 21 yaşında, ama 17’sinde gösteriyor.

O ise belki 17’sini hatırlamak bile istemiyor. Belki de tersine, her gün defalarca hatırlıyor.

Elindeki sigara ona hiç uymuyor. Bir büyük kederlenmesi değil bu. Küçüklere ise kederlenmek hiç yakışmıyor.

Şimdi içimden geleni yapsam da bu küçüğün saçlarını şefkatle okşasam… Ne olur acaba? Belki afallar. Belki kendini yüzyıllardır kadın olarak hissettiği için, ona neden zavallı bir çocukmuş gibi davrandığıma şaşar. Belki ağlar…

* * *

“Yolcu yolunda gerek” gibi bir sözle veda etti bana. Ve yan masadaki çirkin gülüşlü ihtiyara gitti.

O, yanımda oturan kız değildi artık. Mesleki edasını takınmış, çekici ve kışkırtıcı bir kadına dönüşmüştü birdenbire. “Gece kelebeği” oluvermişti yani. Çıkarılmayı talep eden giysilerinin içindeki kokulu vücudu ticarete başlamıştı artık.

Ya ruhu?..

Belki ruhunun bir parçası benim masamda kalmıştı...

Belki de 17 yaşından gelen tertemiz bir rüzgâr, o dupduru ve makyajsız güzelliği, buradan çok uzaklara savurmuştu…