MEKTUP:
Galiba beraber ıslandığınız yolun sonu göründü, Sayın Başbakan
Sayın Başbakan,
Dün sizi televizyondan izledim; yeni hükümeti açıklamak için gazetecilerin önüne çıktığınızda perişandınız. Gözlerinizin feri sönmüş gibiydi.
Bakanların adını okurken bir an sesiniz kısıldı. Tam da Adalet Bakanı'nın "adalet"inde boğazınız düğümlendi. Öksürükten yardım umdunuz. Olmadı. Açılmadı sesiniz.
Gazetecilere şaka yapmakla anlayış beklemek arası bir bakış fırlatarak "Müsaade edin de su alayım" dediniz. Birilerinin koşturup size su yetiştireceğini tahmin ederek bir süre sağ yanınıza baktınız.
Su gelmedi. Su yerine bir işaret geldi. Sanırım "Önüne bak" işaretiydi o. Birkaç saniye içinde anladınız ki, ihtiyacınız olan su, burnunuzun dibindeydi. Görememiştiniz.
Çok yorgundunuz. Duygularınız karmakarışıktı. Moralsizdiniz. Ve en kötüsü, böyle bir anda bile "Türkiye'nin en güçlü insanı" rolünü oynamak zorundaydınız.
Bir gazetenin yazdığına göre, Pakistan'daki son uykunuzun üzerinden 31 saat geçmişti. Hâlâ ayakta durmaya çalışıyordunuz.
İki ay sonra 60 yaşını dolduracak olan, kısa sayılabilecek bir süre önce ciddi bir sağlık sorunu yaşamış biriydiniz. Herhalde doktorlarınız böyle gergin bir çalışma temposundan kaçınmanızı istiyordu. Ama siz kendinize gevşeme izni veremezdiniz. Tam tersine, ne kadar yorgun olursanız olun, şimdi eskisinden de dinamik görünmeliydiniz.
Sizin bu mecalsiz halinizi izlerken, bir an - Başbakan Tayyip Erdoğan için değil, ama ekranda gördüğüm yalnız ve yorgun adam için - yüreğimden bir keder bulutu geçti.
* * *
Sizi hiç böyle görmemiştim, Sayın Başbakan. Ve sanırım siz hiç böyle günler geçirmemiştiniz. Futbol sahalarından belediyeye, AKP'nin kuruluşundan 11 yıllık "dünya liderliği"ne; her zaman zaferler için doğmuş bir kişi izlenimi veriyordunuz.
Ve hiç yenilmeyecek, hiç kaybetmeyecek, ülkesinde ve dünyada her daim güçlenecek, fethettiği sevgi, saygı ve koşulsuz bağlılık hissiyle neredeyse ölümsüzleşecek bir insandınız.
Aslında ben değil, ama siz buna inanarak en büyük hatanızı yapmıştınız. Bu dünyanın ne kadar "karnı büyük ve obur" olduğunu, "Sultan Süleyman'a bile kalmadığını" unutuvermiştiniz.
Ama artık işler kötüye gidiyordu. Gezi Parkı'nda ciddi hasarla da olsa atlattığınız vartadan daha tehlikelisi bugün gelip kapınızı çalmıştı.
"Bu yollarda beraber yürüdüğünüz, bazen de beraber ıslandığınız" kimi eski müttefiklerinizle ölümüne düşman oluvermiştiniz birdenbire. "Onca oy desteğiniz olmasına rağmen" anlaşılmaz bir şekilde "hâlâ sizden bağımsız davranmaya cüret edebilen" yargı iktidarı aracılığıyla, altından kalkılması olağanüstü zor dosyalarla nefesiniz kesilmişti. Bir türlü hâkim olamadığınız "hain medya" da yine sizin kuyunuzu kazıyordu.
Sıfırdan yarattığınız, mimarı, ebesi, babası ve öğretmeni olduğunuz partinizin içinden "çatlak sesler" çıkıyordu. Eleştirenler, ayrılanlar ve dahi "sen de istifa et" diyebilenler... Bülent Arınç gibi, kendi "özgül ağırlığı" ile zaman zaman sizi bunaltanlar... Abdullah Gül gibi, muhtemelen sizin en zor anınızda iskambil kağıtlarının en güçsüzüne fiskeyi vurabilecek gibi bekleyenler...
* * *
"Asıl hedef benim!" buyurdunuz. Doğrudur. Siz o kadar her şeyin belirleyicisi ve karar kılıcısı oldunuz ki, kendinizden başka kurum ve kişileri o kadar geriye ittiniz ki... Evet, hedef siz oldunuz.
Yandaşlarınızın, işadamlarınızın, memurlarınızın, milletvekillerinizin, bakanlarınızın ve onların oğullarının, hatta sizin oğlunuzun olası bütün kusurlarına ve suçlarına uzanan yolların sonunda sizin gölgeniz var.
Bunu hissettiğiniz için hiçbir konuda susmuyorsunuz. Dün nasıl hoşunuza gitmeyen siyasetçilerle, gazetecilerle, sanatçılarla, işadamlarıyla, dünya liderleriyle tek tek uğraştıysanız, bugün de suçlanan her bir kişiyi teker teker savunmaya, yargı sürecine müdahale etmeye çalışıyorsunuz.
Devasa yolsuzlukla suçlanan işadamı size göre "hayırsever", evinde büyük miktarda para bulunan banka genel müdürü "dürüst, olsa olsa saflığının kurbanı", bakana getirilen valiz "belki parayla değil kitapla dolu"...
Susmuyorsunuz. Oysa susmanız gerekiyor. Hiç olmazsa biraz susmanız...
Ve "öteki" olarak gördüğünüz herkes kuşkulu, "vatan haini", "düşman"...
Bütün dünya size karşı... Herkes işi gücü bıraktı, size karşı "uluslararası komplo" kuruyor.
Ve mücadeleniz, az buz da değil; "istiklal savaşı"!..
Size karşı yapılmak istenen, öyle böyle değil; "darbe"!..
Kelimelerin en iri ve en tehlikeli olanlarını seçiyorsunuz, Sayın Başbakan. Patlamaya en çok hazır olanlarını.
Bu gidişin, iç savaş kıvılcımları çıkarma tehdidi yaydığını görmüyor musunuz?
Ne adına? Bu kadar mı önemli sizin iktidarda olmanız?
Dünyada yüzlerce, binlerce lider istifa etti. Bu kavram neden size bu kadar uzak?
İktidar, para, güç neden bu kadar kutsal?
Nereye kadar böylesine büyük ve güçlü olabileceğinizi sanıyorsunuz?
Bence artık yapabileceğinizin sınırına gelip dayandınız.
Şimdi iki ihtimal var: Ya bu sınırda duracak ve geriye çekileceksiniz...
Ya da mümkün olanların sınırından da ötesine aşmayı hedefleyerek gücünüze güç katmayı, iktidarınızı ölümsüzlük düzeyine çıkarmayı deneyeceksiniz.
İnançlıların dünyasında o sınırın, aynı zamanda sıradan ölümlülerle tanrı arasında uzandığını unutmamanızı tavsiye ederim.
Saygılarımla,
E-MAIL:
Bakanları falan bırakın, devleti batıran kişi bulundu!
Yüce Yargı'ya çağrımdır!
Devletimiz zorda, ülke ekonomisi çıkmazda. "Yolsuzluk soruşturması"nın yalnızca bir haftasında halka açık şirketlerin değeri 20 milyar dolar düşmüş. Sadece Halk Bankası'nın değer kaybı 1 milyar 625 milyon dolar olmuş. Toplam ulusal zararın yüzlerce milyar doları bulacağını iddia edenler var.
Eski bakanlar ve onların yakınları "töhmet altında". Suçlu oldukları kanıtlanır mı, kanıtlanmaz mı, bilinmez. Belki de hepsi sütten çıkmış "AK" kaşık gibidir. Ama mızrağın çuvala sığmayacağı durumlar da vardır. Milleti soyanlardan biri, geçenlerde hiçbir kuşkuya yer vermeyecek şekilde derdest edilmiştir.
22 yaşında bir delikanlı. Adı Sinan. Soyadı Y.. İstanbul Metrosu'nda çalışıyormuş. Devlete çok ağır bir darbe indirirken "suçüstü" yakalanmış. İstanbul Cumhuriyet Savcılığı’nca hazırlanan iddianameye göre, şehre yeni gelen ve nereden jeton alacağını bilemeyen zavallı yurttaşları, kendisine ait indirimli kartını vererek dolandırmış. Daha doğrusu onlardan sadece 3'er lira almış da... bu arada devleti dolandırmış. Dava konusu olan "illegal", pardon, "usulsüz" geçişlerle kurumun tam 4 lira 90 kuruş zarara uğradığı kanıtlanmış. Kanıtlanmayan zarar, kim bilir belki de yüzlerce lirayı bulur... Hakkında 7 yıla kadar hapis cezası istemiyle dava açılmış.
"Asrın suçlusu", kendisini savunurken “Herhangi bir çıkarım ve menfaatim yoktur. Sadece halka yardımcı oldum." dese de kimse bunu yutmamıştır ve yutmayacaktır.
"Tüyü bitmemiş yetimin hakkı" Sinan Y.'ye yedirilmeyecektir! Yedir(t)meyiz! Böyle biline!
Hakimler, savcılar, polisler, gazeteciler falan, bu tehlikeye karşı ayağa kalkmalı, öteki anlaşmazlık konuları ertelenerek herkesin "tek bir Türkiye" olarak kenetlenmesi sağlanmalıdır!
FACEBOOK:
Sahi, ne diyordunuz siz gülerek: 'Oğlum, bak git!..'
Sayın Egemen Bağış,
Dün bir dizi bakanla vedalaştı Türkiye. Ama itiraf edeyim ki, sizin vedalaşma töreniniz bir başka oldu. Hem gözleriniz doldu, hem bol bol güldünüz ve güldürdünüz.
Yerli yersiz şakalarınızı ve fıkralarınızı, o deneyimli siyasetçiden ziyade afacan bir çocuğa benzer yüzünüzü hep hatırlayacağız.
Ve sizden, bakanlık döneminizden kalan veciz sözlerinizle kural tanımaz "Turkish" üslubunuzu.
Benim aklıma ilk gelen, "karikatür krizi" sırasında Hollandalı milletvekili Barry Madlener’a “Onu (karikatürü) al ve münasip bir yerine koy!” diyebilmiş olmanız. İngilizce sarf ettiğiniz bu sözler, elbette ancak Türk basınında aslına çevrildiğinde “hak ettiği” yeri bulmuştu. Sonra yine aynı kişiye yönelik olarak, “Bizde dillere pelesenk olmuş bir deyiş vardır” türünden güvenirliği kuşkulu bir “açıklama”dan sonra - nedense artık “belalım” deme lüzumunu hissettiğiniz - Hollandalı milletvekilini “Oğlum, bak git!” diye tehdit ettiğinizi övünerek anlatmıştınız. (Çok sevmiştiniz siz bu "Oğlum, bak git!" deyişini, değil mi? Bugünlerde bunu size hatırlatmak istemezdim. Ama hafıza işte...)
Bir konuşmanızda AB’ye sözüm ona çağrı yaparken “Teklif etme veresiye, dost kalalım ölesiye” tekerlemesinden yararlanmaya çalışan, Fransız lider Sarkozy’e tepkisini Twitter’da “Sarko’ya kapak olsun” yazarak dile getiren, Güney Kıbrıs yönetimine yönelik olarak “Hristofyas su kaynattı” ve “O zaman Rumlar kumda oynasın” türünden “esprili” anlatımları kullanan da yine sizdiniz.
Konumunuz bakımından neredeyse “ikinci Dışişleri Bakanı” idiniz. Ama diplomasiden epeyce uzaktınız. Dışarıyla görüşürken de “içeriye yönelik üslup kullanma” ve her zaman “liderin hoşuna gitme” çabasıyla tarihe geçtiniz.
Aslında yabancı dil bilmeyen ve tüm hayatını Türkiye’de geçirdiği için yabancılarla diyalogda fazla tecrübesi olmayan Başbakan'a gerçek anlamda yardımcı olabilirdiniz. 17 yıl ABD’de yaşamış ve dernek yöneticiliği yapmış bir kişiydiniz çünkü. Ama bunu umursamadınız. Güç ve getirisi orada değildi tabii...
Allah için, Başbakan da sizden çok memnun kaldı. Geçenlerde ne demişti: "Egemen Bağış fellik fellik AB üyesi ülkeleri dolaşıyor." Bundan güzel madalya mı olur!..
Sonunda lideriniz sizi birkaç saat sonra koltuklarını kaybedecek öteki bakanlarla beraber o soğuk otobüsün üzerine çıkardı. Ardından... Gittiniz.
Ne diyeyim!.. Gülmekten vazgeçmeyin, Sayın Bağış. Size hayatta başarılar...
TWITTER:
İdris Naim Şahin de mi 'paralel devlet'te acep?..
Neymiş efendim ayakkabı kutusundaki para İmam Hatip Okulu parasıymış. Pavyonda yiyecektik diyecek halleri yok herhalde.Tövbe tövbe...!
(@Inaimshn, yani İdris Naim Şahin'den RT'lenmiştir.)
@AksayHakan