Rusya. Petersburg. Strelna kasabası. Konstantinov Sarayı. Toplantı salonunun girişinde, loş bir köşede iki adam koyu bir sohbette.
Yakından bakınca birinin Başbakan Tayyip Erdoğan, ötekinin de Rusya Başkanı Vladimir Putin olduğunu görüyoruz. Masanın üzerinde bir sürü kâğıt. İki liderin kafaları bu kâğıtların üzerine eğilmiş durumda. Erdoğan sık sık parmağıyla bir şeyler gösteriyor, sonra heyecanla açıklamalar yapıyor. Putin ise şaşkın ve sinirli. Sık sık şu tür sözler ediyor:
- Vay canına! Bu kadarını bilmiyordum! Demek Esad benden bile gizlemiş! Tanrı onun cezasını versin! Bundan sonra da benden destek-mestek beklemesin!..
Ayağa kalkıyorlar. Kendini suçlu hisseden Putin, Türk misafirinden defalarca özür diliyor. Erdoğan olgun bir ifadeyle “olur böyle şeyler” dercesine yavaşça sırtına vurarak Rus lideri yatıştırıyor.
Kendine yaklaşan gazetecileri sevinç gözyaşlarıyla karşılayan Başbakan’ın ilk cümleleri şöyle:
- Allaha şükür, amacımıza ulaştık. Artık önce bütün G-20 üyeleri, ardından da tüm dünya arkamızdadır. Geçerken Arjantin’den 2020 Yaz Olimpiyat Olimpiyatları’nı da alacağız. Sonra en kısa zamanda benim başkomutanlığımda uluslararası barış gücünün Suriye’ye girmesi noktasında adımlar atacağız...
The (happy) end!..
* * *
G-20’nin Petersburg Zirvesi tamamlandı. Ekonomik ve mali konulardan oluşan resmî gündemi geride bırakan tartışma, “Suriye’ye askerî müdahale yapılsın mı, yapılmasın mı?” sorusuyla özetlenebilir. ABD Başkanı Barack Obama’nın “istemeden” ve “kısaca” da olsa harekât yapmaya kararlı olduğunu bir kez daha duyduk. Türkiye’nin dışında Suudi Arabistan, Fransa ve Kanada buna destek verdi.
Rusya, Çin, Hindistan, Endonezya, Brezilya, Arjantin, Güney Afrika ve İtalya karşı çıktı. İngiltere, Almanya ve diğer ülkeler sessizce müdahale karşıtı cepheye yaklaşırken BM Genel Sekreteri’nin ve Papa’nın savaşa hayır diyen açıklamaları da tuz biber oldu. Öte yandan ABD ve Türkiye de dahil birçok ülkede halkların ezici çoğunluğunun Suriye savaşına karşı olduğu yolundaki anketlerin sayısı arttı. Buna Batı medyasının önemli temsilcilerinin “kimyasal silahın muhalefet tarafından kullanılmış olabileceği” kuşkusunu dile getirmeye başladığını ekleyelim.
Burada amacımız, Esad da dahil, hiçbir diktatörün aklanması değil. İnsanların katledilmesini hoşgörmek asla değil. Tam tersine, yeni ölümlerin engellenmesi, savaşın büyüyerek Türkiye’ye ve diğer komşu ülkelere sıçramasına karşı çıkılması.
Suriye’de iç savaş 2,5 yıldır sürüyor. Erdoğan önceleri Şam yönetimiyle sıkı dostluktan yanaydı. Ama “Arap Baharı”nı yanlış okuyarak birdenbire tavır değiştirdi. Yalnız Esad’la ilişkileri bozmakla kalmadı, Suriye muhalefetinin silahlanmasına yardım ederek Türkiye’yi kanlı çatışmaların bir parçası haline getirdi. Yani Başbakan’ın sık kullandığı deyişle “100 bin insanın hayatına mal olan felaket”te ağır sorumluluk sahibi oldu. Dış politikada hata üzerine hata yaparak iyice yalnızlaşan Ankara, bir taraftan Batı’ya veryansın ederken, diğer yandan “mecburen” Washington’un askerî müdahalesine bel bağladı, hatta “Biz Suriye’ye her türlü müdahaleye ve her türlü koalisyona hazırız” gibi acınacak çaresizlikte mesajlar verdi.
Dış müdahalenin Esad’ı devirene kadar sürdürülmesini isteyen Erdoğan’dan farklı olarak Obama “sınırlı operasyon” tezini durmadan tekrarlıyor. Ayrıca - yalnızca Şam iktidarına değil, Suriye Kürtlerine karşı da - El Kaide türünden radikal İslamcı örgütlerle ilişki kurmasından dolayı Ankara’ya kuşkuyla yaklaşıyor.
Türkiye’yi böylesine yalnız ve zayıf bir konuma getiren Erdoğan, anlaşılan aynadan yansıyan görüntüsünü çok farklı değerlendiriyor olmalı ki, yalnızca içeriye değil, dışarıya yönelik mesajlarında da esip gürlüyor. Bir Batı’ya, bir Rusya ile Çin’e posta atıyor. Arada sırada da, iç dengelerini pek bilmediği son yıllarda ayyuka çıkan Ortadoğu’yla ilgili “çok değerli ve gizli” istihbarat verilerini koltuğunun altına alıp büyük devletleri “ikna etmeye” yollanıyor. Mayıs ayında ABD’de Obama’yı ikna edeyim derken ciddi eleştirilerle karşılaşan Başbakan, şimdi de Petersburg’da ikna etmeye niyetli olduğu Putin tarafından kabul edilmedi. İşte size “büyük düşünen” seçkin dünya liderinin uluslararası saygınlığı!..
* * *
AKP iktidarının ilk yıllardaki dengeli dış politikasının en büyük başarılarından biri, Rusya ile siyasi ilişkilerin düzeltilmesiydi. Evet, 80’lerin ortalarından sonra Moskova-Ankara hattında önce ticaret, sonra da enerji ve turizm derken genel olarak olumlu bir hava vardı; ama siyasi-diplomatik diyalog hep mesafeliydi. 2004’ten itibaren durum değişti. Erdoğan’la Putin sık sık görüşmeye, iki devlet arasındaki güven ortamını güçlendirmeye başladılar. Ara sıra yaklaşım farkları olsa da, bu, ilişkilere mümkün olduğunca yansıtılmıyordu. Ta ki, Ankara’nın Şam’la ilgili hırslarının önlenemez biçimde büyümesine kadar...
İlk tehlikeli sinyal, 11 ay önce Moskova’dan kalkıp Suriye’ye giden uçağın F-16’larla Ankara’ya indirilmesiydi. İstihbarat ABD’den gelmişti. Uçakta Türk tarafının iddia ettiği gibi “tehlikeli füze parçaları” yoktu. Ama Türkiye özür de dilemedi, uzun süre Rusya’ya kargo iadesi de yapmadı. Ne de olsa “büyük devlet” olmuştu artık, burnundan kıl aldırmaması gerekiyordu. Daha sonra taviz veren Rusya lideri Putin’in Türkiye ziyareti fiilen başarısızlıkla sonuçlanıyor, Ankara “gerektikçe Moskova’ya baskı yapma” tutumundan giderek daha emin oluyordu.
Patriotlar’ın Türkiye’ye yerleştirilmesiyle ikili ilişkilerdeki gerginlik arttı. Mısır ve Suriye’deki gelişmeler sonucu, son dönemde hiperaktif dış politika uygulayan Erdoğan ve Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu’nun yanı sıra çeşitli AKP yöneticileri de diplomasiyi tümden terk edip ağızlarına geldiğince en büyük ticaret ortaklarından Rusya’ya verip veriştirmeye alıştılar. Örneğin, geçenlerde AKP Başkan Yardımcısı Mehmet Ali Şahin, şöyle diyordu:
- Putin kimyasal silahları Esad atmamıştır, diyor. Sen verdin zaten bu silahları. Sen de sorumlusun oradaki masum çocukların ölümünden!..
Petersburg yolunda bir açıklama yapan Başbakan geri kalmıyordu:
- Putin’in kimyasal silah olması halinde müdahalenin yanında yer alırız gibi bir yaklaşımın içine girmesi çok enteresandır. Uçaklarla bombalayacaksın, öldüreceksin, o suç olmayacak, kimyasal silah kullanırsa suç olacak. 100 bin insan ölünce ses çıkarmayacaksınız ama bin kişi öldürülünce, kimyasal olunca suç diyeceksiniz. Bunu anlamakta zorlanıyorum...
Erdoğan’ın açıklamasının mantığını ve kendisinin de Suriye iç savaşında taraf olmasını bir kenara bıraksak bile, Moskova’nın diplomatik manevralarını anlayamadığı burada bir kez daha net olarak ortaya çıktı. Nitekim Putin, Petersburg Zirvesi’nde soğukkanlı bir tutumla savaş cephesini zor durumda bıraktı. Aynı günlerde Rusya Dışişleri Bakanlığı kimyasal silahı Suriye muhalefetinin kullandığına ilişkin 100 sayfalık rapor yayımladı. Erdoğan’ın beklediği görüşme ise “ayaküstü formatı”nda bile gerçekleşmedi, ancak el sıkışmayla yetinildi.
* * *
Ama dış politikada yeni sorunlar yaşıyormuşuz, ne gam! “Başbakanı’nın gazeteleri” kervanına katılan Milliyet’in Petersburg’a gönderdiği muhabiri Abdullah Karakuş 5 Eylülde coşkuyla bildiriyordu:
- MİT’in belgeleri Putin’i yumuşattı (Başlık!) Rusya lideri Putin’in Suriye politikasına yönelik yumuşama mesajlarının arkasında Türkiye’den gelen istihbarat bilgilerinin neden olduğu belirtildi. (Anlatım yanlışı kendilerinin - HA)
“Belirtildi”?..
"Haber”, elbette, “Başbakanlık kaynaklarından edinilen bilgiye göre” dizilmiş. Yani Petersburg’a gitmeden de yapılacak türden...
Neyse, yazıyı çok da kötümser bitirmeyelim. Erdoğan’ın Petersburg’daki özel bir başarısını görmezden gelmeyelim. “Aile fotoğrafı” sırasında liderlerin nerede duracağını göstermek için yerlere konulan küçük ulusal bayraklar arasında maalesef Türk bayrağı da vardı. Biliyorsunuz, başka ülkelerin bayrakları yere konulabilir; ama Türk bayrağı asla! Çünkü o bizim milli gururumuzdur! Vatanımızın ve milletimizin sembolüdür! O vatan ve millettir ki, iktidarları istediklerini yapar, yurttaşlarını her fırsatta savaşlara sürerler: Kore’den Suriye’ye kadar! Ama o bayrak asla yere konamaz! Ve Erdoğan, ruhsuz mevkidaşlarının gülümseyen bakışları arasında eğildi... ve... Türk bayrağını yerden alarak... iç cebine,... kalbinin üzerine yerleştirdi.
Biz de ekranların karşısında duygulanarak oylarımızı ona vermeye bir kez daha yemin ettik!
Ve de şükrettik! Efendim? Alllah’ın bize Erdoğan gibi bir lider vermesine mi? Orası öyle de... Burada bir de, Başbakanımız’ın durması gereken yeri açıklayan ulusal simgemizin mermere veya asfalta kazınmış olmamasına...
@AksayHakan