Erkekler için hayatta en önemli şeyler nedir?
Yıllar önce bilge bir kadından duyduğum çok kısa cümleyi hiç unutmuyorum:
“Oyun, güç, seks.”
Oyun merakını heyecan arayışıyla, gücü iktidarın değişik türleriyle, seksi de bazen aşkla değiştirmek mümkündür, diye eklemişti.
Kendisini gülümseyerek ve “acaba daha devam edecek mi?” bakışıyla dinlediğimi görünce de konuya şöyle nokta koymuştu:
“Hiç bekleme. Hepsi bu. Siz erkekleri tanımlamak için bunlar yeter de artar bile. Gerisi de hep bu üç temel üzerine bina edilir. O kadar karmaşık yaratıklar değilsiniz maalesef.”
En sondaki “maalesef”in nereye giden bir ima olduğunu tahmin etmek zor değildi:
Erkekler (kadınlara göre) daha basit ve ilkel yaratıklar...
Ego zengini ülkemiz erkeklerinin yukarıdaki anlatımları en azından saçma bulacağından ve – belki ait oldukları türü olmasa bile – bizzat kendilerini çok daha parlak kelimelerle ve uzun uzun anlatmak isteyeceklerinden hiç kuşkum yok. Onun için sık duyduğumuz o anlamsız nezaket cümlesini burada kullanmayı deneyeyim: “Elbette her fikre saygımız var.”
Üç kısa kelimeyle başlayıp “maalesef”le biten o konuşmayı bana bir kez daha hatırlatan dün izlediğim bir Rus filmiydi.
Aleksey Uçitel’in yönetmeni olduğu filmin adı Matilda.
Birkaç ay önce Rusya’da yer yerinden oynadı bu film yüzünden.
Yasaklansın dediler, protesto yürüyüşleri yaptılar, sinemaları tehdit ettiler, hatta bazı salonlara saldırılar düzenlediler. Konu parlamentoda bile epeyce tartışıldı.
Korkup de gösterimi iptal edenler oldu ama yine de film gösterildi ve hâlâ gösteriliyor.
Filmde ne ararsanız bulabilirsiniz: Tarih(in bir versiyonu), aşk (ve biraz erotizm), macera, entrika, mükemmel saray ve doğa görüntüleri, sanat (bale), cinayet, entrika vs.
İki ana kahramanı var filmin:
Rusya İmparatorluğu’nun son çarı İkinci Nikolay (biliyorsunuz, Lenin yönetiminde gerçekleştirilen 1917 Ekim Devrimi’nden birkaç ay sonra bütün ailesiyle birlikte öldürüldü)...
Ve Polonya asıllı balerin Matilda Kşesinskaya.
İmparator III. Aleksandr daha ölmeden oğlu II. Nikolay’ın kaderi bellidir: Rusya’yı yönetecek ve Romanov Hanedanı ile devletin kurallarına göre yaşayacaktır. Bunun bir parçası da kendisine uygun görülen Alman gelin Alisa ile hayatını birleştirmesi olacaktır.
Nikolay önceleri gönül eğlendirmek amacıyla yaklaştığı Matilda’ya âşık olunca bu kurallara uymak istemez. Birkaç kez direnişe geçer. Hatta isyan edip iktidarı bırakmaya kalkar.
Öğretmeni Konstantin bir ara şöyle der ona:
“Aşk dışında her konuda istediğin her şeyi yapabileceğini sana öğretmiş olmalıydık.”
Ama Çar II. Nikolay aşkından ve tutkusundan uzun süre vazgeçmez. Matilda’yla görüşmeye devam eder.
“Saray” bu aşkı söndürene kadar birçok şey dener. Ve en sonunda başarır da.
Nikolay’ın heyecan, iktidar ve aşk arasındaki gidiş gelişleri filmde son derece ilginç sahnelerle ve akılda kalan yaratıcı ayrıntılarla sergilenir.
İşi karıştıran bir unsur daha vardır: Kilise, yani din. Nikolay ile Alisa dini kurallara göre evlenmiştir ve “ihanet büyük günahtır”.
II. Nikolay, birçokları için – o zamanlar da bugün de – aynı zamanda Ortodoksluk açısından kutsal bir isimdir.
* * *
“Efendim, film gerçekleri yansıtmıyor. Uydurma. Ya da en azından abartmalarla dolu. O öyle değildi, bu böyle değildi...”
Bu türden eleştirilerin olması doğal elbette. Ama yasaklamak, saldırmak ayrı konu.
(Rusya’da tam bu günlerde bu kez de İngiliz yapımı Stalin’in Ölümü filmi ortalığı karıştırdı ve yasaklandı. Ne kadar garip bu tür önlemlerle “toplumun korunmaya çalışılması”.)
Film ya da başka sanat türleri gerçeği aynen yansıtmakla görevli değil ki. Sanatçı kendi tercihini ortaya koyar. Sen de izler olumlu veya olumsuz görüşlerini dile getirirsin. Ama yaratıcılık ortamı özgür olmalı.
Matilda’ya karşı çıkanların bir bölümünün II. Nikolay’a asla “uygunsuz aşk”ı (!) yakıştıramamaları da pek ilginç doğrusu.
Bu alanda akla gelebilecek birçok örnekten biri de Muhteşem Yüzyıl’la ilgili bazı sert kınamalardı:
“Muhteşem Süleyman at üzerinde durmadan devletine yeni topraklar kazandırıyordu. Onu haremden çıkmayan biri gibi göstermek hainliktir, ahlaksızlıktır, yalancılıktır...”
Bütün ülkelerin olduğu gibi Osmanlı İmparatorluğu’nun tarihi de yöneticilerin aşk/seks, oyun/heyecan ve güç/iktidar sergileme sahneleriyle dolu.
Hatta Türkiye Cumhuriyeti tarihinden de “yasak aşklar” hatırlamak zor değil. En azından Adnan Menderes’i hatırlatalım.
Dünya üzerindeki örnekler de sayısız denecek kadar fazla. Mesela, Fransa Cumhurbaşkanı François Hollande'ın koca ülkeyi yönetirken durmadan saatine bakıp akşam olmasını beklemesi ve karanlıkta motosikletine atladığı gibi sevdiği kadına koşması az mı konuşuldu ve yazıldı!
Ben de yazmıştım bir ara: Fransa Cumhurbaşkanı'nın aşkı ve bizim aşksızlığımız