Sayın Başbakan,
Umarım size böyle hitap etmemde bir sakınca yoktur.
Biliyorsunuz ki Türkiye’de insan bir tarihte başbakan, bakan, dernek başkanı, muhtar, apartman yöneticisi falan olmuşsa ötekiler nedense ona ömür boyu böyle hitap etmekten garip bir haz duyuyor.
Geçmişe ilişkin böyle bir biçimsel saygı gösteriliyorsa, geleceğe ilişkin niye olmasın.
Sonuçta birkaç hafta içinde Sayın Cumhurbaşkanı, sizi Sayın Başbakan olarak atayacak.
Belki aynı zamanda hem AKP genel başkanı hem de başbakan olacaksınız.
Aslında bu iki koltuğa aynı anda oturma şansını yakalayıp yakalayamayacağınız benim açımdan hiç önemli değil.
Büyük ihtimalle zaten ayakta kalacaksınız.
Çünkü o koltuklara uzun bir adamın uzun bacakları uzanmış olacak.
Ama kartvizitleriniz pek cici görünecek tabii, muhtemelen altın harflerle parlayacak.
* * *
Sayın Başbakan,
Şu anda nerelerde, hangi duygular içindesinizdir kim bilir.
İçinizde heyecan dolu “acabalar” kıpırdıyordur.
Hiç merak etmeyin, Reis ötekileri değil, sizi seçecek.
Özellikle sizi.
Sizin açınızdan bu çok mühim tabii, tahmin edebiliyorum.
Ama – kusura bakmayın – benim açımdan pek bir önemi yok.
Yani adınız Binali Yıldırım mı, Bekir Bozdağ mı, Berat Albayrak mı, Mehmet Ali Şahin mi, Mehmet Müezzinoğlu mu, Numan Kurtuluş mu, başka mı, fazla bir şey değişmiyor.
Kim olursanız olun, hiç fark etmez.
Çünkü siz aslında başbakan ve parti genel başkanı falan olmayacaksınız.
Böyle pat diye yüzünüze – hem de siz daha seçilmeden – söylediğim için kusura bakmazsınız, değil mi?
Ama olmayacaksınız işte...
Herkes size öyleymiş(siniz) gibi yapacak.
“Sayın Başbakanım” diyecek...
“Sayın Genel Başkanım” diyecek...
Siyasiler, gazeteciler, halk...
Koca bir ülke bu tiyatroyu oynayacak.
Bizim memlekette herkes hayatı boyunca rol yapmaya ve gerçeği gizlemeye bayılır, bilmiyor musunuz?
* * *
Sayın Başbakan,
Muhtemelen birkaç hafta içinde o altın kartvizitli makamlara “seçildiğinizde” çocuklar gibi sevinecek, ciddi olmanız gerektiğini bilmenize rağmen iyice neşelenen ağzınızı toparlamakta zorluk çekeceksiniz.
Davutoğlu, başbakan olmadan bir gün önce, 27 Ağustos 2014’te AKP genel başkanlığına getirilmişti.
O gün olağanüstü mesut ve coşkulu görünüyordu.
Ben de bu görüntüleri fırsat bilip onun hakkında ironi yapmayı deneyen Erdoğan tedirgin, Davutoğlu coşkulu, salon ise gergindi başlıklı bir yazı yazmıştım.
Ben de dâhil bir sürü “kötü niyetli” kişi, daha o günlerden başlayarak onun “gerçek başkan” ve “gerçek başbakan” olup olmadığıyla ilgili kuşkuları dile getirip durdu.
Keşke haklı çıkmasaydık da adamcağız mutlu olsaydı.
Ama heyhat!
Önceki akşam Davutoğlu’nun bir türlü tadını çıkararak üzerinde oturamadığı o güzelim koltuklardan uzaklaştırılacağının ortaya çıkmasının ardından “Acaba kendisi neler hissediyordur?” diye düşündüm.
Hâlâ da merak ediyorum onun duygularını.
Oyların yüzde 49.5’ini alıp 317 milletvekili kazanan bir siyasi liderin bir anda iktidardan kovulması nasıl bir şeydir?
O gece uyumuş mudur?
Sinirinden bir yerlere tekmeler savurmuş mudur?
Hakkında sosyal medyada yazılıp çizilenlere bakıp içlenmiş midir?
Ağlamış mıdır acaba?
Kendinizi Davutoğlu’nun yerine koymak istemiyorsunuz sanırım.
Ama onun yerindesiniz.
* * *
Sayın Başbakan,
Çok yakında isminiz büyük puntolarla yazılmaya başlanacak.
Sizi hayatın acı gerçeklerinden uzaklaştırıp sinirlerinizin erken bozulmasını önlemek için “güçlü lider-çalışkan başbakan”, “enerjik parti başkanı”, “Cumhurbaşkanı’nın kadim dostu”, “kardeşlik hukuku” türünden bir sürü şey diyecekler.
Reis’le aranızda sorun çıkma ihtimali için “asla!”, diyecekler, “aslaaaa!”
“Böyle sözler fitnedir, fesattır!”
Hatta bu lafları muhtemelen siz de defalarca telaffuz edeceksiniz.
Ama giderek daha ağır gelecek size bu kelimeler.
Zaman geçtikçe Reis’i daha az seveceksiniz.
Çünkü sizde bile bir ölçüde kendine saygı duyma alışkanlığı vardır, eminim.
Reis sizi ezecek.
Çünkü onun işi bu.
Sizin işiniz de ezilmek, ona sadakatten ayrılmadan hizmet etmek, hiçbir konuda farklı düşündüğünü göstermemek ve hep “yüzde 100 uyumlu” davranmak (dikkat, yüzde 99 değil!)...
Vallahi zor iş!
Bazı günlerde eşinizin, çoluğunuzun çocuğunuzun, eski arkadaşlarınızın yüzüne nasıl bakacaksınız, merak ediyorum doğrusu.
Ama benden size bir tavsiye:
Cumhurbaşkanı’nın geçen gün muhtarların önünde söylediği sözü hiç aklınızdan çıkarmayın, e mi?
“Önemli olan bulunduğunuz yere nasıl geldiğinizi ve orada ne yapmanız gerektiğini unutmamanızdır.”
* * *
Sayın Başbakan,
Siz daha göreve getirilmeden tatsız lakırdılarla moralinizi bozmak istemem ama...
Bizim memlekette güçlü bir lider varsa onun yanındakiler pek saygı görmez.
Her şeye tek bir kişinin karar verdiği inancı yaygınlaştığında, bu saygısızlık, hakaret sınırında bir şeffaflık gösterisiyle ortaya konur.
Bir zamanlar Menderes’e yakıştırılan bir cümle çok tekrarlanıyordu:
“Ben odunu aday göstersem milletvekili seçtiririm.”
Demirel’e mal edilen deyiş de buna benziyordu:
“Şapkamı aday koysam seçilir.”
2009’da Urfa’da belediye başkanlığı seçimlerinde AKP’liler arasında şöyle denildiği yazılıp söylenmişti:
“Ceketimi aday göstersem kazanır.”
Kastedilen ceket herhalde Erdoğan’ın ceketiydi (gerçi “ceket” o seçimi kazanamamıştı, o da ayrı konu).
Velhasıl, diyeceğim o ki...
Yakında başbakan ve genel başkan olduğunuzda...
Sakın kendinizi başbakan ve genel başkan sanmayın.
Herkes size öyleymiş(siniz) gibi yapacak.
“Sayın Başbakanım” diyecek...
“Sayın Genel Başkanım” diyecek...
Siz de rolünüzü oynayın.
Ama abartmayın, kendinizi kaptırmayın.
Ha bu arada o mevkiler için belirlenmiş ücretleri alacaksınız; arabadır, korumadır, yurtdışı gezilerdir, alkışlardır, bir sürü avantajdan yararlanacaksınız; o başka tabii...
Ne dediniz?
Ah evet, haklısınız tabii: “Az şey mi?”
Netice itibariyle ölümlü dünyada bir fırsat geçmiş elinize...