Hakan Aksay

13 Mayıs 2012

En çok o anneleri kutlamak isterim

Son günlerde cep telefonuma kısa mesajlar, e-posta adresime iletiler yağdı durdu

Son günlerde cep telefonuma kısa mesajlar, e-posta adresime iletiler yağdı durdu. Özetleri hep aynı tatsızlıktaydı:

- Anneler gününde paranızın bir bölümünü bize verseniz, hem bizi, hem de - bir ihtimal - annenizi mutlu edersiniz…

Devamında şunu alın, bunu alın, falan filan…

Sevginin takvimlere kazınarak aleni törenlere dönüştürülmesi, onu “iyi niyetli tüketim alışkanlıkları” ile ve “başkalarıyla yarış içinde” sergilenmesi gereken basmakalıp bir gösteriye mi çevirir, yoksa zayıf ve özensiz hafızaları uyaran geleneklerle daha kalıcı bir hale mi getirir?

Bilmiyorum.

Ama bugün “anneler günü” üzerine söylenen ve yazılan her yüz cümleden doksan dokuzunun, geçmişten ve başkalarından (ç)alıntı olduğu için, içtenliğe uzak kalacağından korkuyorum.

 

        *      *      *

 

Herkesin kendi annesine yönelik duyguları ve anıları özeldir; kutlamaları da öyle olmalıdır.

“Toplu (toptan) kutlamalar” konusuna gelince. Elbette “günün mana ve ehemmiyetine binaen” dağarcıkta biriktirilmiş sözler bir kez daha ortalara serpilsin, bütün anneler kutlansın, cennet anaların ayaklarının altında olsun, ana gibi yar olmasın, ağlarsa anamız ağlasın vs.

Bir dakika! Şu sonuncusunu yukarıdaki paragrafa gelişigüzel yerleştirerek haksızlık ettim galiba. “Ağlarsa anam ağlar, gerisi yalan ağlar” atasözü, bizim gibi ülkelerde sık sık insanın içine oturuyor.

Bizim gibi… “hızla artması gereken nüfus”un içinde bireylerin kolaylıkla ezilip yitebildiği…

Bizim gibi… “devlet menfaatleri” denilen grup çıkarlarının yanında insan hayatının pek de önemli sayılmadığı…

Bizim gibi… on binlerce gencini iç savaşa kurban vermiş ve vermekte olan bir ülkede…

Ağlayanlar, gerçekten de anneler oluyor çoğu kez.

 

        *      *      *

 

Ve son zamanlarda defalarca gördüğümüz gibi, artık genç ölülerin anaları “Oğlum devlete feda olsun” demiyor; dahası bazen haberin devamını vermeye yüreği olan kameralara karşı “Oğlum devlete feda olsun demiyorum!” diyor ve bakanların, milletvekillerinin, generallerin yakasına yapışıyor.

Üstelik bu andan hemen önce veya hemen sonra “devlet babanın kendisinden beklediği tepkiyi cesurca gösterdiğini” düşünerek “Oğlum devlete feda olsun” diyen ürkek kocalarının yanında gerçek bir cesaret timsali oluyorlar.

Böylelikle o analar “önce (tek) vatan, önce (tek) devlet, önce (tek) bayrak, önce (tek) millet, önce (tek) din…” falan değil, “ÖNCE İNSAN!” diye haykırıyorlar.

“Cumartesi anneleri” yıllardır (üç yüz yetmiş küsur seferdir!!!) bu cesur ve kararlı mücadelede “er meydanı”na çıkıyorlar.

105 yaşındaki Berfo Ana, belki artık kemikleri bile kalmamış olan sevgili oğlu için acımasız darbecilere ve kaygısız hükümetlere karşı savaş veriyor.

Fadime Göktepe olmaktan ziyade “işkencede öldürülen gazeteci Metin’in annesi” olan bir yaşlı kadın hâlâ adalet arıyor.

28 Aralık 2011’de Uludere’de devletin askerî uçaklarının bombalayarak katlettiği ve bunca zamandır hiçbir resmî ağızdan özür cümlesine bile layık olamadıkları küstahça sergilenen 34 Kürdün sağ kalan annelerini de ekleyin buna.

Ve daha pek çok anayı…

 

        *      *      *

 

Erkekler, çoğu kez güçlü olmak zorunda bırakıldıklarından ve zaaflarını saklama kompleksiyle yaşadıklarından dolayı gürültülü tavırları seçerler; korkularını bastırmak için cesur rollere sarılırlar; o hakkıyla kullanamasalar da haddinden fazla önemsedikleri erkekliklerine leke sürdürmemek için durup dururken öldürürler ve ölürler.

Ama onların “daha güçlü ve daha önemli” olma çabalarında,  erkeklere özgü ilkel matematiksel hesaplarının ve ezbere dayanan akıllarının yanında, insan türünün çok daha karmaşık ve gelişmiş örneği olan kadınların sezgileri, sevgileri, sorumlulukları ve gelecek kaygıları, onları hayatımızın gerçek kahramanları yapar.

Ve şimdi, “anneler günü dolayısıyla” illa ki bir şeyler söylemek gerekiyorsa, kahramanlıklarıyla bile gölgede kalmak zorunda bıraktığımız bu kadınları kutlamak isterdim.