Hakan Aksay

21 Ağustos 2011

Eller üzerinde bir asker

Ben bir askerim. Tüm askerler gibi, benim görevim de öldürme sanatını bilmektir. Tüm ordularda olduğu gibi...


Ben bir askerim. Tüm askerler gibi, benim görevim de öldürme sanatını bilmektir. Tüm ordularda olduğu gibi, bizde de emir demiri keser. Komutanın bir sözüyle öldürürüz ve ölürüz.

* *  *

Az kalmıştı askerliğimin bitmesine. Kışla günleri birer birer tükenmekteydi. Tükendikçe dışarısını düşünmek daha bir heyecanlandırırdı beni. Eski günler şimdikinden iyiydi. Gelecek günlerse eskisinden de daha iyi olacaktı, biliyordum.
İşim hazırdı. Eşim de. Daha doğrusu hazır gibiydi. Üniformayı çıkarır çıkarmaz üzerimden, damat kostümünü giymeyi düşlüyordum. Kışlanın soğuğu ve pisliği içinde, kulaklarımda tanıdık bir melodiyi, gözlerimde onu canlandırmak en büyük keyfimdi. İlkokuldan beri tanıdığım o saf bakış, rüzgârda dağılan altın saçlar, her zaman sımsıcak eller...
Ne kadar az kalmıştı mutluluğa…

*  *  *

O sabah daha erken uyandırıldık. Komutanların gözleri ve sesleri daha bir acımasızlaşmıştı. Fazla söz olmadı. Hareket ettik. Kendi aramızda fısıldaşarak durumu değerlendirmeye çalışıyorduk. Amaç gövde gösterisi miydi? Korkutmak mı istiyorduk yalnızca? Bir-iki uyarı ateşiyle sınırlı mı kalacaktı her şey? Yoksa?..

Daha operasyon bölgesine girmeden iyimserliğimizi yitirdik. Sınırlarından geçtiğimiz insanlar huzursuzdu. Komutan, yüksek yerlerden gelen emri anlattı. Çevrede direniş olursa, direnen herkesi hedef alacaklarını söyledi. Kelimeleri kurşun misaliydi. Birdenbire bir gürültü koptu. Kim verdi o emri, bilmiyorum. Silah sesleri duyuldu. Biz yolumuza devam ederken bazı insanlar kan içinde yerde yatıyordu.
İlk kan dökülmüştü. Ve son kan da olmayacaktı herhalde bu. Oysa ben askerliğimi bitirecektim yakında. Ne ölmek, ne de öldürmek istiyordum. İçim bunalıyordu. Kaçmak istiyordum. Hemen kaçmak oralardan. Ama olmazdı ki...

*  *  *

Biz olaysız ilerliyorduk. Ama başka yerlerden silah sesleri geliyordu zaman zaman. Tam o sırada aklıma buralarda doğup büyüyen bir arkadaşım geldi. Kara yağız bir delikanlıydı. Dürüsttü, mertti. Çoktandır görmemiştim onu. Ya barikatların öbür tarafında olanlardan biri de oysa? Ya onu vurmak zorunda kalırsam? Ya da o beni?..
Sonunda operasyon alanını kuşatmıştık. İlk çatışmalarda her iki taraf da pek çok insan yitirmişti. Bizimkiler havadan bombalıyorlardı. Onlarsa, sayılarının az olmasına rağmen ustaca cevap veriyorlardı. Ne de olsa onların topraklarıydı bu!
Gece olmuştu. Beklemeye başlamıştık. Hepimiz gergindik. En gergin olanlarsa komutanlarımızdı. Yukarıdan gelecek yeni emirleri korkuyla bekliyorlardı. Artık fısıltıyla bile konuşan yoktu. Sanki konuşunca her şey daha kötü olacaktı.
Ortalık çamur ve pislikti. İlk kez duyduğum ve tanımlamakta güçlük çektiğim bir koku vardı. Ne kokusuydu bu acaba?..

*  *  *

Komutanın bulunduğu yere gönderilecek kuryeler arasına alındığımı söylediler. Gittik. Geriye dönmeden önce birkaç dakika dinlendik. O zaman gördüm onların yüzünü. Televizyonda konuşuyorlardı.
Bir grup kravatlı adamdı bunlar. Gömlekleri ütülü, saçları muntazam taralıydı. “Savaşmalıyız”, diyorlardı. Kararlı görünüyorlardı.
Bizim hayatımızdan söz ediyorlardı. “Gerekirse” bizim ölmemizin “zorunlu” olduğunu söylüyorlardı.
Tertemizlerdi. Bizse çamur içindeydik. Onlar az sonra ailelerinin yanına gideceklerdi. Bizse...
Bir de buralarda olanların savaş değil, sadece yurt savunması için “mecburi çatışmalar ve geçici operasyonlar” olduğunu anlatan bir “aydın” gördüm. Parlak kelimelerle halkı rahatlatmaya çalışıyordu. Aman Tanrım, ne biçim aydınlıktı bu!

*  *  *

Döndük. Ertesi gün yeniden saldırıya geçtik. Daha ilk dakikalarda vuruldum. Acı duymadım nedense. Yere düşerken sanki baş rolünü kendimin oynadığı bir filmde gibiydim. Önce annemi düşündüm. Sonra çocukluk günlerimi. Sonra onu; bakışını, saçlarını, ellerini... Tanıdık bir melodi duydum. Şaşırdım. Sonrasını hatırlamıyorum. Dalmışım.
Şimdi memlekete geri dönüyorum. Eller üzerinde taşınıyorum. Havasızlıktan yakınmıyorum artık. Ama bu ölüm kutusunun alçak tavanından nefret ediyorum.
NOT: Bu öyküyü yıllar önce, Rus-Çeçen savaşıyla ilgili yazmıştım. Şimdi Türk-Kürt savaşının yeniden başlatıldığı bu günlerde birkaç kelimeyi değiştirerek tekrar yayımlamak geldi içimden.