Hakan Aksay

25 Aralık 2011

Düşünce, düşüncesizlik ve ‘büyük insanlık’

İnsanın en önemli hüneri hangisi? Düşüncesi…

İnsanın en önemli hüneri hangisi? Düşüncesi… Sürekli olarak hayatına yeni bir şeyler katabilecek farklı düşünceler üretmesi. İnsan beyninin böylesine gelişebilmesi bu sayede değil mi?


İnsanın en önemli kusuru hangisi? Düşüncesizliği… Kendi kafasını yormadan başkalarının düşünceleriyle idare etmesi. İnsan beyninin büyük bölümünün hâlâ kullanım dışı olması bu yüzden değil mi?


* * *


Acaba insan, hayatı boyunca ne kadar ve neler düşünüyor?


Ekmek parasını nasıl kazanacağı yolunda döktüğü tere karışan sıkıntı mı, düşünce? İş ve eş bulma, patronuyla ve içinde bulunduğu toplumla iyi geçinme yolundaki çaresiz çırpınışlar mı? Aptal görünmeme kaygısı mı? Hiçbir bağımsız düşüncesi olmadığını gizlemek amacıyla, gözünü bilgiç bir edayla kısarak uzaklarda bir yerlere dalıp gider gibi yapmak mı? Düşünce, hangi takımın şampiyon olacağını tahmin etmeye yarayan yarı atmasyon - yarı sezgi mi? Kendisine ne tür giysilerin ve ne tür politik görüşlerin yakışacağını kestirmek için zorlanan içgüdü mü? Yemeğin lezzetini artırmak için kullanılacak baharatları seçme becerisi mi? Şarap seçme ve dans etme ustalığında mı gizli, düşünce? Yoksa bozulan motoru onarma, lekelenen eteği temizleme yeteneğinde mi?


Acaba insan, hayatı boyunca ne kadar ve neler düşünüyor?


Havaların soğuduğu, suların kesildiği, benzine yine zam geldiği, falanca şarkıcının kimle gezdiği, falanca medyumun neler söylediği, kapıcının işi savsakladığı, şimdiki gençleri anlamanın mümkün olmadığı yolunda kurulan kirli-paslı cümlelerde mi yatıyor insanın “yüce dehası”?


Yankesicisinden işadamına, çobanından profesörüne kadar herkesin ağzına rahatlıkla yakışabilecek bu ilkel cümleler mi yansıtıyor büyük insanlığın düşünce birikimini?


Okudukları (okuyorlarsa tabii) bir kitaptan veya izledikleri (izliyorlarsa tabii) bir filmden süzülen ne kadar “kişiselleştirilmiş sonuç” var dağarcıklarında? Yoksa bu konularda da “okur gibi”, “izler gibi” yaparak “herkes gibi” banal lakırdılar içinde yüzmeye mi mahkûmlar müebbet olarak?


Ya yaşadıklarını nasıl yaşıyorlar? Sindirebiliyorlar mu acaba her şeyi, yoksa çiğnemeden yutuyor, en sonunda da yutkunup kalıyorlar mı?..


Gerçekten “kendi” cümleleri var mı? Ta içlerinden gelen?.. Ete kemiğe bürünen “özbeöz” fikirleri?.. Ve “kendi acıları”, asla taklit olmayan?..


Yoksa eğer… ya da, ne bileyim, stoklar “boş gibi” ise… ne demeli!..


Bir ömür boyu hüzün birikmiş demek değil midir, bu ıssız ve renksiz hayatlarda?..


* * *


Peki ya tüm hayatını sıradan cümlelerle tüketen bazı insanların, kendilerini fasulye gibi nimetten sayarak olur olmaz konuda övünmesine, ha bire “ben, beni, bana, bende, benden” anlatımları kullanmasına ne demeli!..


Bu “akıllı” ve “düşünceli” insanlardan iyi memurlar, iyi askerler çıkar. Savaşlara aslanlar gibi gider, iyi ölür ve iyi öldürürler. Kan dökmenin gerekliliğini iyi savunurlar. Onları ölüme gönderenlerin ellerini şapır şupur öper, içlerindeki nefreti de barikatın öbür yanında duran kendileri gibi olanlara kusarlar. Vergilerini başkalarına yedirmeyi iyi becerir bu insanlar.


Çevrelerinde dönen yolsuzlukları, rüşvetleri, adam kayırmacılığı kısık sesli küfürlerle ve gizli bir hayranlıkla onaylama ustalığı Tanrı vergisidir hepsinde.


Tumturaklı laflardan oluşan büyük lokmalar halinde ne ekonomik paketler yutmuştur bu “akıllı-fikirli” insanlar. Akıldan ve ahlâktan çok, güçlü olmanın işe yaradığını, “akıllı” ve “ahlâklı” cümleler arasında bir yerlere sıkıştırıvermeyi iyi becerirler.


Şiddet, terör, savaş gibi canavarları, önce eşsiz vurdumduymazlıklarıyla besleyip büyütürler; sonra besledikleri kargalara gözlerini kaptırmamak için korkup sinerler. Ters bir yasaya/yasağa veya kör bir kurşuna hedef olmamak için büzülürler; başlarını eğerler; iki büklüm olurlar; diz çökerler; yerlere serilirler…


Ve belki kendilerine ait tek bir düşünce bile üretemeden ölür giderler. Geride, türlü savaşlarla ve üçkâğıtlarla dolu köhne bir dünya ve yepyeni sayılabilecek kadar az kullanılmış beyinler bırakırlar.