Hakan Aksay

28 Aralık 2014

Çaykovski 'Yeni Türkiye'de yaşasaydı, hali haraptı

Kuğu Gölü'nün bestecisi Çaykovski eşcinseldi. Adı kent, meydan, cadde ve kurumlara verildi.

 

"Kuğular" ayağımıza kadar gelmişken görmemek olmazdı.

Geçen pazar İstanbul'da, Petersburg'dan gelen Konstantin Taçkin Bale Tiyatrosu'nun sergilediği Kuğu Gölü'nü izledim.

Kuğu Gölü...

Dünya balesinin seçkin eserlerinden biri.

Pyotr Çaykovski...

Tarihin en önemli bestecilerinden biri.

İzlerken hem keyif aldım (özellikle de Baş Balerin İrina Kolesnikova harikaydı), hem de karışık duygularla boğuştum.

*      *      *

 

Rusya'da yaşadığım yıllarda, ne zaman televizyonunda Kuğu Gölü gösterilse irkilirdik. Acaba bir şey mi oldu?

19 Ağustos 1991'de Gorbaçov'un devrildiği darbe girişimi sırasında, tanklar Moskova caddelerine çıktıklarında Rusya devlet televizyonu hiç ara vermeden Kuğu Gölü’nü yayımlamıştı.

"Kuğular", Ekim Devrimi'ne de, Stalin, Hruşçov ve Brejnev dönemlerine de tanıklık etmişti. İktidarlar, halkın moralini yükseltmek için nedense hep bu eserin sergilenmesine öncelik verdiler. Rusya'nın iç savaştan henüz çıktığı 1920'lerde de, İkinci Dünya Savaşı’nın salvo ateşi altında da...

Lenin hariç bütün Rusya liderlerinin Kuğu Gölü’nü çok sevdikleri söyleniyor. Lenin ise “düşünmeyi ve çalışmayı zaafa uğrattığı” için Çaykovski'nin müziğini “fazlaca burjuva” bulur ve evde kız kardeşlerinin yorumladıkları Beethoven'in Appassionata ve Ay Işığı Sonatı’nı dinlemeyi tercih edermiş.

Kremlin, Kuğu Gölü'nü güçlü bir devlet sembolü ve protokol unsuru haline getirmişti. Bale, her zaman Moskova'yı ziyaret eden yabancı devlet adamlarına ve politikacılara izlettiriliyordu.

ABD'nin eski Moskova Büyükelçilerinden Llewellyn Thompson, 7 yıllık görev süresi içinde Kuğu Gölü'nü tam 132 kez izlemiş ve ne zaman bir Sovyet yöneticisinin ruh halini öğrenmek istese, o kişiyle Kuğu Gölü'nün antraktında görüşerek merakını gidermeye çalışmış.

Kuğu Gölü, aynı zamanda önemli yas seremonilerinin değişmez fon müziği oldu. Brejnev'in, Andropov'un, Çernenko'nun cenazeleri bu müzik eşliğinde kaldırıldı.

 

*      *      *

 

Garip. Çok garip.

Çünkü Kuğu Gölü, ölümün ve siyasetin değil, hayatın ve sanatın yansımasıdır. O bir aşk öyküsüdür aslında.

Evliliğe henüz hazır olmamasına rağmen, onuruna verilen baloda annesinin dileğiyle bir eş seçmek dayatmasıyla karşı karşıya kalan Prens Siegfried ile avlanmak üzere gittiği gölde, büyücü Rothbart’ın kuğu şekline soktuğu Prenses Odette arasındaki aşkın ve bu aşk sayesinde büyünün yok edilerek sevenlerin kavuşmasının öyküsüdür. Aynı zamanda iyi ile kötünün, aydınlık ile karanlığın mücadelesidir.

Kuğuları, daha doğrusu kuğuların müziğini ve estetiğini keşfeden Çaykovski’nin, bu eseri yaratırken, Rus masallarıyla ve özellikle de Puşkin'in Çar-Sultan’ından dizelerle beslendiği söylenir.

Kuğu Gölü ilk kez 4 Mart 1877’de, Bolşoy Tiyatro’da sahnelenmiş, sonrasında dünyanın her yerine yayılmış, neredeyse bütün bale sahnelerini fethetmiş bir eserdir.

 

*      *      *

 

Bir de Çaykovski'yi düşündüm "kuğular"ı izlerken.

1893'te, 53 yaşında ölürken arkasında 80'i aşkın eser (Kuğu Gölü, Uyuyan Güzel ve Fındıkkıran bale müzikleri, Yevgeni Onegin ve Maça Kızı operaları, piyano konçertoları, senfoniler, oda müziği vs.) bırakan büyük dehayı.

Saray mimarisinden uçak yapımına, heykel ve film sanatından felsefe ve dile kadar her alanda uzman olan Cumhurbaşkanımız onun için ne derdi acaba?

Müziğini "kapı gıcırtısı"na benzetip bize aynı dönemde yaşamış Türk bestecileri yeterince bilmediğimizden dolayı fırça mı atardı? Mesela, Hacı Arif Bey'i, Tanburi Ali Efendi'yi, Zekai Dede Efendi'yi, İbrahim Efendi'yi veya Hamparsum Limoncuyan'ı. Ah, affedersiniz, o sonuncusu - malum nedenden - olmaz.

Çaykovski'nin dinle ilişkisini, hem durmadan İncil okuyup hem de eleştirmesini kınardı muhtemelen.

Fazla dil bilmesi ve çok okuması da (kişisel kütüphanesindeki kitap sayısı AK Saray'daki oda sayısından fazlaydı) herhalde iyiye işaret değildi.

Müzik ve sanat alanında bir aktivist sayılması ve daha beteri, bir ara gazetecilik yapması da (müzik yazarı ve eleştirmeni olarak), Çaykovski'nin kötü puan hanesini kabartıyordu.

Ama en büyük felâket bambaşka yerdeydi.

 

*      *      *

 

Büyük besteci, küçük yaştan son nefesine kadar eşcinseldi.

13 yaşındayken erkek lisesinde ilk ilişkisini yaşadı. Sonra buna sayısız macera eklendi.

Bir ara karşı cinsle ilişki kurarak kendini değiştirmeyi denedi. Ancak 25 yaşındayken tanıştığı Belçikalı şarkıcı Désirée Artôt onun yoksulluğuna bakarak yüz vermedi.

37 yaşındayken eski bir öğrencisiyle yaptığı evlilik ise fiilen birkaç hafta sürdü. Eşi Antonina Milyukova ile resmen ayrılamadı. Çeşitli erkeklerden çocuklar doğuran kadın, sonradan akıl hastanesine düştü.

Bir de yıllarca kendisini maddi açıdan destekleyen, 11 çocuk annesi, zengin bir dul olan Nadejda von Meck vardı. 14 yıl boyunca hiç bir araya gelmeden birbirlerine 1200'ü aşkın mektup yazdılar. Çaykovski'den 9 yaş büyük olan Nadejda, görüşmemelerini şart koşmuştu.

Ölümü ani oldu. Koleradan dendi. Kimileri de intihar olduğunu, belki de ünlü bestecinin Saray'a yakın bir erkeği taciz etmesi sonucu intihara zorlandığını iddia etti.

"Yeni Türkiye"de yaşasa Çaykovski'nin hali nice olurdu, bilemiyorum. Ama eşcinsellik o dönemde Rusya'da da kolay değildi. Ancak her şeye rağmen iktidar sanatçıya sahip çıktı.

Rusya'da hâlâ Çaykovski'nin adını taşıyan kent, meydan, cadde ve kurumlar var.

Bir anekdotla bitirelim.

Yine bir erkeği taciz ettiği gerekçesiyle Çaykovski'yi Çar III. Aleksandr'a şikâyet etmişler. Canı sıkılan Çar şöyle cevap vermiş:

- Kesin yakınmayı; Rusyada çok popo var, ama Çaykovski tek!..

 

@AksayHakan