Rüşvet vermek kötü bir şeydir. Ama kötü bir şey yapmak bazen iyi bir çözüm olabiliyor.
Eğer ilke olarak rüşvet verilmesine karşıysanız (ki bu, takınılması ve savunulması çok kolay ve şık bir tavırdır), beni kınayabilirsiniz. Ama ben ufacık bir sorunun çözümü için aylarca bürokrasiyle uğraştığım günleri hafızamda ayrı bir tazelikle yaşattığımdan, rahatıma ve ruh sağlığıma ilkelerden daha fazla önem veriyorum.
Yıllar önce çok basit bir sorunun çözümü için, resmî bir dairede örümcek kafalı bir memurun kapısını aşındırdım uzun süre. Her defasında bana, bunun hallolmayacak bir mesele sayılmayacağını söylüyordu. Ben de teşekkür edip ayrılıyordum. Ama boş lafla kimsenin karnı doymuyordu.
'İşin erbabı" arkadaşlarım beni dürtüp duruyorlardı:
- Yahu, adama tek kuruş vermedin; elbette çözülmez sorunun!
Bense direniyordum: Adamın yapacağı küçücük bir iş; ve eninde sonunda yapmak zorunda; az daha dişimi sıksam mücadeleyi kazanırım, diye.
Ama adamın sabrı benimkinden güçlüydü. Sonunda yenilgiyi kabul ettim ve epeyce düşünüp taşındıktan sonra bir hediye aldım. Aldım da, ona nasıl verecektim? Ya beceremezsem? Ya ters bir tepki gösterirse? Ya işler iyice sarpa sararsa?..
Hediyeyi adama verirken, rezaletin en büyük payının ona ait olmasına karşın, benim utanıp sıkılmam, moralimi fena halde bozmuştu o gün. Ancak sonuç, beklediğimden de iyiydi. Meğer adam, bu işlerin ustasıymış; o ne gülücükler, o ne iltifatlar, o ne vaatler!..
Yılan hikayesine dönen sorunum şıp diye çözülüverirken, ben de çok özel bir deneyim kazanmış oluyordum. Yine de içim rahat değildi. Acaba hata mı etmiştim? Yeterince ilkeli ve dürüst davranmamış mıydım? Vermemeli miydim?..
Epey zaman geçti. Ve bir gün bir kez daha rüşvet vermem gerekti. Sonra bir kez daha. Bir daha...
Alışmıştım artık. İleri yaşlarımda yeni bir yetenek keşfetmiştim kendimde: Rüşvet verme yeteneği! Üstelik kendimi de suçlamıyordum. Ne yapayım, düzen böyleydi…
Yüzümüze ciddiyet maskesi takarak oynadığımız tatsız bir komediydi aslında bu. Roller önceden saptanmıştı. Değişen yalnızca karşımdaki rüşvetçi tiplerdi: Kimisi uzun, kimisi kısa, kimisi zayıf, kimisi şişmandı.
- Demek böyle bir sorununuz var. Aslında şu sıralarda bu işin çözümü neredeyse imkânsız gibi. Ama ben yine de elimden geleni yapacağım…
Bu sözleri söyleyen adamın yüzü, biraz çile çekiyor izlenimi veriyordu. Böylelikle sanki acıma ortak oluyordu, sağolsun! Sözler bitince de başını hafifçe eğerek, kaşının hizasından bana bakmaya koyuluyordu. Bu ağır bakış, belki bir başkasını şaşırtabilir veya terletebilirdi. Ama ben işin raconunu biliyordum ya! Teklemeden cevabı veriyordum:
- Yardımcı olacağınızı biliyordum. En kısa sürede çözebilirsek, size minnettarlığımı ifade edeceğimden hiç kuşkunuz olmasın…
Bunun anlamını çok iyi biliyordu karşımdaki kurt. Başını kaldırıp rahatlıyor, kaşındaki gözündeki gerilim pozundan vazgeçiyordu. Ama yine de kesin konuşmaktan kaçınarak, gelişmeleri bana bildireceğini söylüyordu. Bu da doğaldı: "Çocuğun adı" henüz konmamıştı ki. Ama süreç başlamış oluyordu böylelikle.
Sorunları para veya hediye vererek çözmek, ya da sırtımı bu çözüme dayayarak karşımdakini aşağılamak - o aşağılık olmaya çoktan alışmışsa bile - bana elbette keyif vermiyordu. Ve işin sıkıcı yönlerini, böylesi tavırların ciddiyetle örtülü gülünçlüğünü yakalayarak kendimce oyalanma yöntemiyle geçiştirmeye çalışıyordum.
Bu konuda çok daha deneyimli arkadaşlarım, bendeki “gelişme”den gülümsemeyle karışık bir övgüyle söz ediyorlardı.
- Ama, diyorlardı, sen bu işin profesyoneli olamazsın hiçbir zaman. Haklıydılar. Çünkü tüm deneyimlerime karşın, her seferinde, belki de bu adam dürüsttür, belki elinin tersiyle rüşveti iter ve "Ne saçmalıyorsunuz; zaten bu benim işim!" diyerek bana çıkışır, diye ümitle beklemekten kendimi alamıyordum.