Hakan Aksay

22 Aralık 2013

Bir Başbakan'ı izledim, bir de Hocaefendi'yi...

Acımasız siyasi mücadele ve sertleşen üsluplar... Para hırsı, iktidar tutkusu... Ahlak ve vicdanı filtrelenmiş dindarlıklar...

Televizyonu açtım. Başbakan bağırıyordu.

Kanal değiştirip daha sakin bir şey bulmaya çalıştım.

Ama kolay mı! Bizim televizyon kanalları, bana yıllar öncesinin Sovyet kanallarını hatırlatıyor. Ve sakalları ağarmış bir fıkrayı:

Adam televizyonu açıyor: Karşısında Brejnev.

Kanal değiştiriyor. İkinci kanalda yine Brejnev.

Üçüncüde, dördüncüde, beşincide, altıncıda hep o...

Yedinci kanalı çevirdiğinde karşısına çıkan KGB'li general, belindeki silahı göstererek ekrandan adama doğru parmak sallıyor:

- Bir kanal daha değiştirirsen, başına gelecek var!..

 

*   *   *

 

Çaresiz, seyretmeye başladım Başbakan'ı.

Yüzü kararmış, sinirlerini zorlukla zapteden bir halde tek tek herkese çatıyordu.

Bu haliyle bana eski bir filmi hatırlattı; Cüneyt Arkın'lı bir yerli film miydi, Jean-Claude Van Damme'lı bir yabancı film mi, tam çıkaramadım. Başroldeki adam boksördü ve ringde karşısına çıkan herkesi teker teker pataklıyordu. Son maçlarda iyice yorulmuştu, ama yine de güçlü rakiplerini devirmek için canla başla dövüşüyordu.

Başbakan Erdoğan'ın dün Karadeniz'de sanki "saat başı mitingleri"nde bıkmadan yorulmadan verdiği mesajlarının hedefinde kimler yoktu ki:

- Cemaat,

- Bazı işadamları ve TÜSİAD,

- "Dış mihraklar" ve onları temsilen ABD'nin Ankara Büyükelçisi Ricciardone,

- CHP ve MHP,

- Geziciler,

- Tabii ki medya,

- Yargı iktidarı,

- Ve bu arada "Bakan oğlunun ofisinde arama yapan bir amir"...

 

*   *   *

 

Onu dinlerken bir ara dikkatim dağılmış. Bir de baktım sıra İspanya'ya gelmiş. Ekrana konsantre olmaya çalıştım. Şöyle diyordu Başbakan:

- Bir gazete "İspanya'da polis iktidar partisine baskın yaptı" manşetini atmış. Biraz edepli olun be!

Ben Erdoğan'ın İspanyol polisine de çeki düzen vermeye başladığını ve bir sonraki cümlede İspanya Başbakanı Rajoy'a tavsiyelerde bulunacağını sanırken, işin aslını anladım.

Başbakan İspanyollara değil, haberi "o şekilde" veren Zaman Gazetesi'ne kızıyordu.

Sonra "yürütmenin başı" olarak yargı iktidarını fırçaladı, hatta şaşırtıcı bir üslupla tehdit etti:

- Yargıya sesleniyorum: Yürütmeye bunu söylüyorsunuz, siz de içinizdeki kirlileri temizleyin. Siz de öyle pırlanta tertemiz değilsiniz. Bizim de bildiklerimiz var!..

"Siz de temiz değilsiniz" cümlesinin anlamının yayıldığı yerde "kirli olan" daha kim vardı? Yoksa?.. 

Peki, ya "Bizim de bildiklerimiz var" tehdidi? Yani bir tür "uzlaşma" ve "ya karşılıklı susarız ya daaa..."? İnsanın inanası gelmiyor...

Sonra Bakan Bayraktar'ın oğlunun ofisinde arama yapan ekibin amirine saydırdı:

- Baskın yaptığı evde bacak bacak üstüne atacak, eline tespihi alacak külhanbeyi gibi. Bir de yemek ısmarlayacak. Bu nasıl bir iş!  Bunu yapan yargı mensubunu seyir mi edeceğiz!..

"Kasımpaşalı" Erdoğan'ın "külhanbeyli tavırlar"a bozulması sürpriz sayılmaz. Ama tespih kullanmak ve bacak bacak üstüne atmak artık "illegal bir eylem" mi, diye düşünerek bir internet araması yaptım.

Ve "koltukta epeyce kaykılmış bir adamın aşırı doğal pozları" beni öylesine bunalttı ki... Bu ülkede çoğunluğun en yaygın hobisinin, her fırsatta insanları ezmek ve kendi obur egosunu beslemek olduğunu düşündüm.

 

*   *   *

 

Sonra dün üzerinde en çok konuşulan videoyu izlemek için herkul.org sitesine geçtim (hep şu "herkul" adına takılıyorum; "her kul" olarak da, "herkül" olarak da algılanmaya elverişli; ikinci algı, Cemaat'in gücünün bir de böyle vurgulaması olarak yorumlanmaya kapı aralıyor). Gülen her zamankinden daha heyecanlı, daha doğrusu sinirliydi.

AKP iktidarına yönelik ilk parti sert eleştirileri dile getirdikten sonra, "Şimdiye kadar hiç dememiştim ama..." diye önemli bir şey söyleyeceğini ilan etti. Eleştirel açıklamaları uzatıp "ilk kez diyeceği"ne karşı duyulan merakı iyice sulaması, televizyonlardaki "az sonra" anonsunu akla getiriyordu.

Bu arada Hocaefendi'nin sağ eli biraz da yukarıdan aşağı "biçme" hareketi gibi sık sık inip çıkmaya başladı. Kendisi zaman zaman asabi bir üslupla koltuğunda birkaç santimlik yer değiştirmeyi deniyor, öfkesini üç düğmesi de sıkı sıkıya iliklenmiş ceketinin içine zor sığdırdığı izlenimini veriyordu.

Birkaç dakika sonra "şimdiye kadar denmemiş olan"ın düpedüz beddua olduğu ortaya çıktı. Gülen'in eli, sıradan insanların "Hay Allah belanı versin" demesindeki kahredici şiddeti sembolize eden hareketle ileri, sonra tekrar geri ve bir daha ileri gidip geliyordu:

- Allah onların evlerine ateşler salsın! Yuvalarını yıksın! Birliklerini bozsun! Duygularını sinelerinde bıraksın! Önlerini kessin! Bir şey olmaya imkan vermesin!..

Sonra birkaç kez sol kolunu da sağı gibi kullanarak hareketin etkisini pekiştirdi. Ardından iki elini ağır bir halteri kaldıracak gibi aşağı indirip sonra elemle yukarı kaldırmaya girişti. O tekrar tekrar aynı şeyi yaparken ben söylediği sözleri önce kaçırmaya, daha sonra da hiç anlamamaya başladım. Kısa sürede farkına vardım ki, o artık benim anladığım dilde konuşmuyor. Arapça'ya geçmiş.

Aynı hareket ve yeni cümleler geldikçe, onunla kamera arasında oturduğunu gecikerek fark ettiğimiz insanlardan "Amin" onayı gelmeye başladı. Hocaefendi ve dinleyicileri karşılıklı olarak birbirlerini coşturuyorlar ve seslerini iyice yükseltiyorlardı. Ben tam da göz yaşlarının süzülmesini beklerken, kısa bir kapanış konuşması ve sağdaki mikrofonun yanında duran çayın üçte birinin içilmesiyle vaaz tamamlandı.

 

*   *   *

 

Önce Başbakan, sonra Hocaefendi...

Acımasız bir siyasi mücadele ve giderek artan şiddet, iyice sertleşen üsluplar...

Arada bir sürü yolsuzluk haberi, insanın gözünün içine bakarak söylenen tonla yalan...

Sınırsız para hırsı, iktidar tutkusu...

Ahlak ve vicdanı itinayla filtrelenmiş dindarlıklar...

İçim karardı...

Dün hoş bir cumartesiydi. Güneş ışıl ışıldı. Deniz kenarına indim.

Yüreğimdeki sıkıntıyı masmavi dalgalara bakarak unutmak istedim.

Bu güzel ülkenin kaderi hep mi çirkin senaryolarla yazılacak, diye sordum kendi kendime.

Ben düşüncelere dalıp gitmişken hava karardı.

@AksayHakan