Hakan Aksay

02 Şubat 2023

Bay Kemal polemiği: Politikada zekâ ve mizah

Önce 'Bay Kemal', sonra 'Bay Bay Kemal' ve ardından 'Bye bye happiness'... Kavga gürültülü siyaset dünyamızda zekâ ve mizaha dayalı bir mücadele izlemek doğrusu keyif veriyor

Cumhurbaşkanı Erdoğan uzun süre siyasi rakibini küçümseyip yıpratmak için “Bay Kemal” dedi durdu.

Kemal Kılıçdaroğlu Temmuz sonlarında bu propagandayı kendi lehine çevirecek cesur bir hamle yaptı ve o tarihten sonra sık sık kendinden “Bay Kemal” diye söz etmeye başladı.

Dün Erdoğan her zaman kullandığı “beceriksiz muhalefet” tezinden dem vurarak Kemal Bey’e kullanması için yeni bir slogan armağan ettiğini duyurdu: “Bay Bay Kemal” (İngilizce veda sözcüğü olarak aynı şekilde telaffuz edilen “Bye bye Kemal” diye yazabilirdik).

Kılıçdaroğlu ise Erdoğan’a, Organize İşler filminin bir sahnesiyle cevap verdi ve “Bye Bye Love” şarkısının yer aldığı videoyu Twitter’da “Ey beşli çeteler, hani bir şarkı vardı…” notuyla yayımladı.“Bye bye happiness, hello loneliness (Güle güle mutluluk, merhaba yalnızlık). Beni takip edin hepiniz…”

Doğrusu ben bunun keyifli ve zeki bir polemik olduğunu düşünüyorum ve kavga gürültü ortamında, küfür sınırındaki söylemlere göre çok daha tercih edilebilir bir mücadele tarzı olarak selamlıyorum.

Şimdi bir sonraki hamleyi bekleyelim.

Haydi bakalım!..

*  *  *

Millet İttifakı’nın dış politikası ve 'anti-Erdoğan kompleksi'

 Millet İttifakı’nın Ortak Politikalar Mutabakat Metni küçümsenmeyecek bir emek ürünü. Ama eksikleri de az değil. Metnin diğer pek çok bölümüne göre daha kısa geçilmiş izlenimi veren dış politika bölümü (Dış Politika, Savunma, Güvenlik ve Göç Politikaları olarak birlikte belgenin 9. maddesini oluşturmuş), bana “altı benzemez parti” arasındaki iş birliği sürecinin ne kadar zor ilerlediğini düşündürdü nedense.

Bazı prensipler ve bölgesel yaklaşımlarla kimi önemli ülke ve örgütlere ilişkin fikir ve öneriler kısaca kâğıda dökülmüş. Ama bunların nasıl uygulanacağına ilişkin detay yok (zaten bu aşamada detaylandırma amaçlanmıyor gibi). Ancak iktidar adayı blokun, mesela, AB, ABD, Rusya politikalarının hangi konularda nasıl ilerleyeceğini, hangi hedefleri önceleyeceğini ayrıntılı olarak da netleştirmesi zorunlu. Bugün olmazsa da yarın. Hatta bazıları bugün (belki de dün).

Söz gelimi, AKP döneminde, özellikle de son 7-8 yılda açık ara öne çıkan Rusya ile ilişkiler meselesi. Kremlin (yumurtaları tek sepete koyma pahasına) Erdoğan’ın arkasında sağlam durmaya ve ona elinden geldiğince yardım etmeye kararlı görünüyor.

Moskova ile bunca yıldır ciddi bir tanışma süreci yaratamayan muhalefet partileri, iktidara gelmeleri halinde Rusya ile hangi konularda ne tür adımlar atacaklarını biliyorlar mı acaba? Bilmiyorlarsa Moskova-Ankara hattında ciddi krizler çıkabilir.

Hangi iş birliği alanları terk edilecek (ve bu ne tür taktik ve yöntemlerle gerçekleştirilecek)? Hangi alanlarda mevcut birikimden maksimum yararlanılacak?

Siyaset ve diplomasi, ticaret, enerji, turizm, kültürel iş birliği ve başka konulardaki hassasiyetler saptandı mı? Suriye’den Kafkasya’ya, Akkuyu’dan “doğalgaz hub”ı önerisine, S-400 füzelerinden ekonomik bağlara kadar hangi hamlelerle işe başlanacak?

Umarım bu konularda önümüzdeki aylarda kayda değer açıklama ve tartışmalar gündeme gelir.

Ben bunları yazmaya ve konuşmaya devam edeceğim. Şimdilik sadece şunu söyleyeyim:

Erdoğan yönetimi, dış politikada yaptığı onca hataya ve verdiği onarılması güç hasara karşın ciddi kazanımlar ve değerli birikimler de elde etti. Birçok ülkede şu veya bu şekilde “Türkiye’nin çok kuvvetli bir devlet olduğu” algısı yaygınlaştı. Bu zemin, iktidarın değişmesi halinde başa gelecek güçlerin de işine yarayabilir, hatta yaramalıdır.

Burada mevcut iktidarı abartmanın bir türüne dönüşebilecek olası bir “antiErdoğan kompleksi”ne prim verilmemelidir. Muhalefet kazanırsa her konuda “AKP’nin yaptığının tam tersini yapmak” zorunda değildir.

Örneğin, Rusya-Ukrayna Savaşı’nda arabuluculuk rolüne devam etmek, yeni iktidar ve ülke çıkarları açısından az şey midir?

*  *  *

 Moldova tarafsızlıktan vazgeçiyor

 Sovyetler Birliği’nin dağılmasından ve Birlik’e geç girip erken çıkan Baltık ülkelerinin (Letonya, Litvanya, Estonya) SSCB’den kopup hızla Batı’yla kenetlenmelerinin ardından geride kalan 12 ülke, oluşturdukları Bağımsız Devletler Topluluğu (BDT) ile hem yumuşak bir “boşanma” ortamı yaratmış, hem de aralarında rasyonel bir iş birliği süreci başlatmışlardı.

BDT hâlâ yaşıyor ama fazla heyecanı kalmadı. Ayrıca Rusya’nın savaştığı Gürcistan ve Ukrayna ittifaktan ayrıldı. Türkmenistan ve Moldova (Moldavya) ise BDT toplantılarına temsilci gönderse de “tarafsızlık statüsü” ilan etmiş durumda.

Ukrayna işgalinin başlaması sonrasında neredeyse bütün yakın komşuları Rusya’dan daha fazla korkar ve “sıradaki ülke” olmamaya çalışır gibi. Bu arada Moskova tümüyle Güney Ukrayna’yı ve bu arada “Odessa’yı almayı becerebilse(ydi) Moldova’ya da girer ve çok kısa sürede onu ele geçirir(di)” tezi sıkça dile getiriliyor.

Nüfusu 3 milyonun altındaki Moldova’da 2019’da bir süre başbakanlık yapmış, 2020 sonlarında düzenlenen seçimleri kazanarak devlet başkanlığına gelmiş olan Batı yanlısı Maia Sandu, geçtiğimiz günlerde ulusal güvenlikleri için tarafsızlığı terk ederek NATO’ya girebileceklerini söyledi.

Konunun taşıdığı riskleri arttıran başka faktörler de var. Moldova’daki Rus azınlık cumhuriyeti Transdinyester fiilen Moskova’nın koruması altında. Bir de yine resmî Kişinyov yönetimiyle zaman zaman sıkıntı yaşayan ve Türkiye ile ilişkileri çok iyi olan Gagavuzya (özerk Gagauz Yeri) var.

Yani bombanın pimi çekilirse çok sayıda aktör ortaya dökülebilir.

Hakan Aksay kimdir?

Hakan Aksay, 1981'de 20 yaşında bir TKP üyesi olarak Sovyetler Birliği'ne gitti. Leningrad Devlet Üniversitesi Gazetecilik Fakültesi'ni bitirdi. Brejnev, Andropov, Çernenko ve Gorbaçov iktidarları döneminde 6 yıllık kıymetli bir SSCB deneyimi kazandı.

Doğu Almanya'da 1,5 yılı aşkın gazetecilik yaptıktan sonra TKP'den ayrılarak Türkiye'ye döndü. Bir yıl kadar sonra bağımsız bir gazeteci olarak Moskova'ya gitti ve 20 yıl boyunca (Yeltsin ve Putin dönemlerinde) çeşitli gazete ve TV'lerde muhabirlik ve köşe yazarlığı yaptı.

Bu dönemde Türk-Rus ilişkileriyle ilgili çok sayıda proje gerçekleştirdi. Moskova'da ‘3 Haziran Nâzım Hikmet'i Anma' etkinliklerini başlattı ve 10 yıl boyunca organize etti. Dergi ve internet yayınları yaptı. Rus-Türk Araştırmaları Merkezi'nin kurucu başkanı oldu.

2009'da döndüğü Türkiye'de 11 yılı T24'te olmak üzere çeşitli medya kurumlarında çalıştı; Tele1 ve Artı TV kanallarında programlar hazırlayıp sundu; Gazete Duvar'ın Genel Yayın Yönetmenliğini yaptı. Gazeteciliğin yanı sıra İstanbul Büyükşehir Belediyesi'nde Rusya-Ukrayna danışmanı olarak çalışıyor. Türkiye'nin önde gelen Rusya ve eski Sovyet coğrafyası uzmanlarından olan ve "Puşkin madalyası" bulunan Hakan Aksay'ın Türkçe ve Rusça dört kitabı yayımlandı.