Hakan Aksay

26 Temmuz 2013

Başbakan için alternatif iftar önerileri

Bağırmayın artık, Sayın Başbakan! Esip gürlemeyin, kükremeyin! Şefkatli olun biraz! Bayrama çıkacak yüzümüz olsun...

Gezi Parkı ile birlikte Türkiye çok hızlı değişmeye başladı. Hayat, geçmiştekinden farklı akıyor. Ramazan ayı bile eskisine hiç benzemiyor.

Ramazan pidesinin, sahura kalkmanın, oruç tutmanın, iftar sofrasında topun atılmasını beklerken masa başında bir araya gelmenin eski sıcak, birleştirici, hoşgörülü ortamı yok.

İftarda top patlamıyor artık, Başbakan patlıyor. Her gün bir yerlerde esip gürlüyor. Bağırıyor, kükrüyor, korkutuyor, mücadele çağrıları yapıyor.

Bir gün Bingöl’de, öbür gün Kastamonu’da, ardından İstanbul’da, daha sonra Ankara’da sözüm ona iftar konuşmaları yapıyor; aslında en sert siyasi polemiklerle ve seçim konuşmalarıyla halkı etkilemeye çalışıyor.

AK partililerle, İmam Hatiplilerle, Ensar Vakfı, MÜSİAD, TESK, Memur-Sen yönetici ve üyeleriyle, İçişleri Bakanlığı ve Çevik Kuvvet temsilcileriyle orucunu açarken yüzde 50’lik seçmen kitlesini elinde tutmaya, öteki yüzde 50’lik bölümün “düşman” gördüğü kesimlerine sert bir şekilde sataşmaya çalışıyor.

* * *

İbadet ortamlarında bazen “ayyaşlar”, “çapulcular” ve “kemirgenler” diyor, bazen “teröristler”, “bölücüler” ve “darbeciler”… Bazen Gezi Parkı direnişçilerine, bazen muhalif gördüğü işadamlarına çatıyor... Bazen gazetecileri aşağılıyor, bazen “yabancı güçler”e meydan okuyor… Kendi savaşkanlığının, kitlelerin sükûnetini bozmaya yetmediğini hissedince onları hareketlenmeye çağırıyor; “tencere-tava çalan komşunuzu mahkemeye verin” diyor…

Her ne kadar ara sıra “yaradılanı yaradandan ötürü sevdiğini” söylese de, “insanı yaşat ki devlet yaşasın” öğüdünü tekrarlasa da, “hepimizin gideceği yer iki metre çukur” diyerek kendini iddiasız ve olgun gösterse de, birkaç dakika içinde tekrar eski haline dönüyor; kızaran bir yüzle ve damarları çıkmış bir boyunla “Ramazan savaşları” yapmaya devam ediyor.

Oysa bu ayın kutsallığı affetmesini becerebilmekte, hoşgörü gösterebilmekte, kucaklayıcı ve birleştirici olabilmekte değil miydi? Sabah akşam İslam’dan söz edenler, dinî söylemlerden beslenenler, neden Ramazan’ı “yumuşama ve karşılıklı anlayış” için değil, iftar sofralarında “bunlar” ve “millet” diyerek toplumu bölmek ve acımasız bir iktidar savaşı vermek için kullanıyorlar?

* * *

Kendini iktidar mücadelesinin ve siyasi kavgaların büyülü tutkusuna esir etmiş olan Başbakan’a birkaç önerim olacak.

Belki Ramazan’ın geri kalan bölümünde “yüzde 50’nin değil, bütün ülkenin Başbakanı olduğunu” hatırlar. Belki Müslüman geleneklerinde kutsal olan bu ayın aynı zamanda ezilmişlerle, hakkı yenmişlerle, çocuklarını ve eşlerini yitirmişlerle, yaralanmış ve sakat kalmışlarla, bütün bunların dostları ve yakınlarıyla, iktidarın, polisin baskıları altında mağdur ve adaletsiz kalmışlarla bir araya gelme, onların gözüne bakma, onların elini tutma, onlarla konuşma, onlarla susma, onlarla gülme ve onlarla ağlama sorumluluğunu yerine getirir.

* * *

Sayın Başbakan, bir iftarınızı da 22 yaşında ölen Antakyalı Abdullah Cömert’in ailesine ayırın.

Ve Ümraniye 1 Mayıs Mahallesi’nde hayatını kaybeden 19 yaşındaki Mehmet Ayvalıtaş’ın yakınlarıyla da açın orucunuzu.

Ankara’da polis kurşunuyla can veren Ethem Sarısülük’ün annesini, babasını, abisini ve dostlarını da çağırın oraya.

Sizi yalnızca Gezi sürecinde Adana’da ölen polis Mustafa Sarı için değil, Ankaralı temizlik işçisi İrfan Tuna için de üzülmeye, onun akrabalarıyla iftar sofrasında buluşmaya çağırıyorum.

Ve mutlaka Eskişehir’de yediği dayakların etkisiyle geçirdiği beyin kanamasının ardından günlerce kendine gelemeyen ve sonunda da hayata veda eden Ali İsmail Korkmaz’ın ailesini de davet edin aynı masaya. Hem onlarla yan yanayken belki Alevilerin hoşgörüsünü daha iyi hisseder, onlardan biri olamasanız bile, bir parça empati yapma şansına kavuşursunuz.

Belki o iftar akşamında Gezi sürecinde gencecik yaşlarda aramızdan ayrılan bu insanlar için yakınlarının “Seni unutursak kalbimiz kurusun çocuk” derken ne acılar hissettiğini kısmen de olsa tahmin edebilirsiniz…

* * *

Gezi parkı olayları sırasında yaralanan 8 bin kişinin hepsiyle görüşemezsiniz herhalde, zamanınız yetmez. Ama en azından ekmek almaya giderken kafasına gaz fişeği isabet eden 14 yaşındaki Berkin Elvan’ın yanına gidin, onun elini tutun. Onun ve artık asla eski haline dönmeyecek olan Lobna Allamii’nin. Ve olaylar sırasında polis kurşunu ve gaz kapsülüyle gözünü kaybeden on bir kişiden hiç olmazsa biriyle, mesela, Volkan Kesanbilici ile bir araya gelin. Onun kalan tek gözüne dikkatle bakın ve orada acısını görün.

* * *

Dediğinizi yapın ve Gezi Parkı’na gidin, Sayın Başbakan. Ama orayı boşaltarak ya da yandaşlarınızı yığarak ve polis kordonu altında korkup şaha kalkma numarası yapmadan. Gezi gençleriyle tanışın, onlarla konuşun. Onların hiç de sandığınız gibi olmadığını fark edeceksiniz. Her şeyden önce, sizin için en önemli şey olan iktidarınıza talip olmadıklarını anlayıp rahatlayacaksınız. Bunun için onlarla da bir iftar sofrası kurun.

Gazeteciler de olsun bir iftar akşamında. İşten atılan, “sansürle terbiye edilen”, mesleki yeteneklerini kullanma fırsatları sınırlanan, aşağılanan, baskı altında tutulan insanlarla konuşun. Ve neredeyse aforoz edilen, her biri muhalif siyasetçi gibi görülen sanatçılarla da sohbet edin. Bu insanların da gözlerine bakın, sözlerini dinleyin. Mesela, Hasan Cemal otursun iftar sofrasında bir yanınızda. Öteki yanınızda da Memet Ali Alabora.

* * *

Kürtlerle de açın orucunuzu. Uludere’de öldürülen ve hesabı sorulmayanların yakınları da olsun masada. Onların kederli sessizliklerine kulak kabartın. PKK’nın, BDP’nin yönetici ve üyeleri de otursun karşınızda. Kimlerle barış yaptığınızı, onların on yıllardır yaşadıklarını anlamaya çalışın.

CHP’lileri, MHP’lileri ve “baraj altında ezilen” öteki partilerin temsilcilerini de ağırlayın bir Ramazan akşamı. Onlar da sizinle aynı ülkede yaşıyorlar. Onların da devletin adaletine ve ilgisine ihtiyaçları var.

* * *

Bağırmayın artık, Sayın Başbakan! Esip gürlemeyin, kükremeyin, korkutmayın!

Kimseye hakaret etmeyin! Kimseyi “düşman” görmeyin, göstermeyin!

Dinlemesini, yeri geldiğinde özür dilemesini bilin!

Şefkatli olun biraz!

En azından Ramazan’da bir deneme yapın, hoşgörülü olmak ve tüm halkı kucaklamak için.

Bayrama çıkacak yüzümüz olsun….