Cumhurbaşkanı Erdoğan ve dolayısıyla AKP’nin, Atatürk ve Atatürkçülük konusunda tavır değiştirmesiyle ilgili bazı yazılar ve tartışmalar ilginç geliyor bana.
İnce ince uğraşıp “dün ne dedi/yaptı?” ve “ya şimdi?”yi kanıtlamaya çalışanlar var.
Bu emeğin gerisinde, Erdoğan’ın başarılı olması ihtimalinden duyulan korku var gibi.
Yani bazıları “yiyebilir”.
Mümkün mü? Bu kadarı da olur mu?
Bilmem, belki olur...
Geçmişte neler yenmedi ki...
“Yüzde 2-3 yese bile... Allaaaaahhh...”
* * *
“Türk milletinin karakteri yüksektir. Türk milleti çalışkandır. Türk milleti zekidir.”
Bunları Atatürk söylemiş.
10. Yıl Nutku’nda. Yani 29 Ekim 1933’te.
Ara sıra hatırlanıyor bu cümleler. Bayramda seyranda alıntılanıyor.
“Karakteri yüksektir... Çalışkandır... Zekidir...”
Alıntı yapılıyor ve geçiliyor genellikle. Kimse de bir şey demiyor.
Yahu, en azından bu büyük ve iddialı iltifata bir teşekkür etsin birileri.
“Abartıyorsunuz, Paşam. O kadar da değil” falan diyeni de pek duymadık.
* * *
“Türk milleti” birçok kez “bu kadarı da olmaz” dedirtecek şeyleri “yedi”.
Ya da...
“Yemiş” göründü.
Bazen “yüksek karakteri”, bazen “çalışkanlığı”, bazen de “zekâsı” sayesinde...
Zekâ deyince. Bu yetenek, algılama ve anlama becerisiyle sıkı sıkıya ilişkilidir.
Söylenenleri, yazılanları doğru ve çabuk anlamak “zekâ belirtisi”dir.
Ekonomik Kalkınma ve İşbirliği Örgütü'nün (OECD) Uluslararası Öğrenci Değerlendirme Programı (PISA) 2015 sonuçlarını hatırlıyor musunuz? Türkiye, 70 ülke arasında fen bilimlerinde 52., matematikte 49., okumada da 50. sırada yer almıştı.
Öğrencilerimiz, okumada, 2012’ye göre 47 puan gerileyerek 428 puan alabilmişti.
İngilizce, Fransızca, Almanca falan değil. Kendi dilinde. Türkçe...
Yani ana dilinde okusa da pek kolay anlayamıyor.
“Türk milleti zekidir...”
* * *
Bazıları (özellikle “havuz”da değil, “havuz kıyısında” olanlar, sözüm ona tecrübeli ve zeki kimi gazeteciler de dâhil) iyice coşuyor.
İktidarın son açıklamalarından kendilerince cesaret alıp Atatürkçülük, laiklik vs. söylemleriyle hem geçmişlerini, hem de bugünkü siyasi-ekonomik özgürlüklerini kurtarmaya çabalıyorlar.
Açıkça söyleyemeseler de, iktidarın “kendi durdukları yere gelmiş görünmesi” onları pek heyecanlandırmışa benziyor.
İki yıl sonra söylem ve tavır yeniden değişirse, bu arkadaşlar ortada kalır.
Hatta daha kötüsü, “havuz”da boğulur.
Aman fazla gaza gelmesinler!..
Çok “çalışkan” davranırken, aynı zamanda “karakteri yüksek” ve “zeki” de olmaya çalışsınlar.
* * *
Yalan... Yalancılık...
Bunlar nezakete sığmayan kötü sözcükler, değil mi?
Üstelik bizde siyaset dünyasında yalana dolana anlaşılmaz bir hoşgörü gösterilir.
Hatta yalan duymaktan ve yalan tartışmalarından neredeyse keyif alan çok sayıda insan var.
Yalancılık konusunu kimisi mahmur gözlerle ve “adam sen de” edasıyla izleyip tepki vermez. Kimisi de “politikanın cilvesi” olarak onaylayıp sıradanlaştırır.
Siyaseti ahlak dışı bir düzleme yerleştirir insanların önemli bölümü.
Sorsan hepsi dindar ve ahlaklıdır. Ama “siyaset başka”...
Onun için seçmenin tavrını ne yolsuzluklar, ne de her türlü azınlığa çektirilen eziyet etkiler.
O genellikle bildiğini okur.
Kendini bir otoriteye teslim etmişse, onu – sonuna kadar inanmasa da – savunmakta zorluk çekmez.
* * *
Böyle bir ortamda Atatürkçülük konusunda dürüstlük nerde, yalancılık nerde, nasıl kanıtlayacaksın!
Zor!..
Bunun belki de tek bir yöntemi vardır: Poligraf.
Yani “yalan makinesi”.
Kısacası teknolojinin siyasete sokulması.
Olmaz mı?
Sporda kullanılıyor ya!
Teniste topun nereye düştüğü tartışmalı olduğunda teknoloji yardımıyla gerçek ortaya çıkarılıyor.
Futbolda da kullanılabilir bu yöntem. En azından bu durum (kale karşısına saniyede yüzlerce kare çeken kameralar konulmasını öngören “Kartal Gözü” ile veya kale çizgisi üzerinde oluşturulan manyetik alan ve topun içindeki alıcıyla hakemi uyaran “GLT”) yıllardır tartışılıyor.
Siyasette olmaz mı?
* * *
Erdoğan ve Kılıçdaroğlu geçmişte birbirlerini defalarca “yalan makinesi” diyerek aşağılamaya çalıştı. Biraz gülümseten bir durum bu. Çünkü “yalan makinesi” derken, durmadan “yalan üreten makine” demek istiyorlar.
Ben gerçek yalan makinesinden söz ediyorum. Poligraf denen teknolojik araçtan.
Yalan makinesi, insanın yalan söyleyip söylemediğini tespit etmeye çalışan bir alet. Yalan söylediğinden/söyleyebileceğinden kuşku duyulan kişi sensörlerle alete bağlanıyor. Sensörlerden gelen sinyaller, bir kağıdın üzerine çizilen grafik ile, kişinin nefes alış hızını, nabzını, kan basıncını, terleme miktarını vs. kaydediyor.
Bazı Amerikan filmlerinde FBI ve CIA görevlilerinin sanıkları bu cihaza bağlayarak sorguladıklarını görmüşsünüzdür. Rusya'da ve başka bir dizi ülkede de yalan makinelerinden aktif yararlanılıyor. Hatta bazen işe eleman alınırken yapılan görüşmelerde bu yönteme başvuruluyor. Şike soruşturmalarında da poligraflardan yararlanıldığı oluyor.
Yalan makinesinin sonuçlarına kesin olarak güvenilemeyeceği kanısında olanlar var. Yalan makinesini aldatabilecek yetenekte olanlar da az değil. Ama yine de bu uygulamanın yüzde 70-80 garanti verdiği söyleniyor.
* * *
AKP “Atatürkçü” mü oldu?
Bağla temsilcilerini yalan makinesine!
CHP seçim öncesi “sağa açılma” kararı mı aldı?
Bağla!
MHP iktidarın bir parçası mı, yoksa muhalefet mi?
Hazırla sorularını, bağla poligrafa arkadaşları ve sor: 7 Haziran’dan bugüne kadar sen sordukça bak bakalım nefes alışları, nabızları, kan basınçları, terlemeleri nasıl değişecek...
Bakalım yalan makinesi siyaset ve mizah dünyamızı nasıl zenginleştirecek...
* * *
Yazıyı “ABD’nin en zeki Devlet Başkanı” ile ilgili bir fıkrayla bitireyim:
Oğul George Bush, yeni geliştirilen bir yalan makinesini önce kendi üzerinde denemek ister.
Başkan’ı makineye bağlayan uzmanlar son açıklamaları yapar:
- Sorularımıza dürüst cevap verirseniz yeşil, yalan söylerseniz kırmızı ışık yanacak. Anladınız mı sayın Başkan?
- Elbette anladım.
Kırmızı ışık yanar!..