Hiçbir kadın en iyisi değildir.
Bunu hissetmek, kadını içten içe kemirir, kuşkucu ve mutsuz eder.
Kadın, tanıdığı ve hatta tanımadığı hemcinsleriyle kendini kıyaslama eğilimindedir.
Kadınlar arasında güçlü ve uzun vadeli dostluklar kurulmasını - imkânsızlaştırmasa da - zorlaştıran etkenlerden biri budur.
Hiçbir erkek de en iyisi değildir.
Ama hayallerini üzerine bina edeceği zemini gerçekçi bir yaklaşımla oluşturan kadın, erkeğini "en iyisi" olarak görmede ve göstermede genellikle karşı cinsle kıyaslanamayacak kadar beceriklidir. Erkek de buna büyük bir memnuniyetle inanır.
Erkeğin gerçekle ve gerçekçilikle ilişkisi çoğunlukla daha acemi ve çocuksudur. Küçüklüğünden yetişkinliğine ve yaşlılığına taşıdığı oyunlarıyla yaşarken, zaman zaman "daha önemli olma" duygusuyla başı derde girer.
Bu "önem"i farklı iktidar düzlemlerinde yakalamaya çalışır: İş hayatında, arkadaşlıklarda, sporda, siyasette, ailede, özellikle de kadınlarla ilişkilerinde.
Birçok oyunda başarılı olmak isteyen erkek, bazen özenle kurduğu kumdan kalelerin altında kalır. Kaleyi dağıtan eğer - yakın zamana kadar kendine karşı olağanüstü sevecen ve hoşgörülü olan - kadınsa, erkek çaresizliğini ve zavallılığını gizleyecek maskeler arar: Şiddet kullanmaya mı yönelse, yalan söylemeye mi, özür dilemeye mi, sineye çekmeye mi, yoksa - asla bir kadın kadar iyi bir zamanlamayla ve ustalıkla gerçekleştiremeyeceği - intikam duygusuna mı?
* * *
Fransa Cumhurbaşkanı François Hollande'ın eski hayat arkadaşı Valérie Trierweiler bir kitap yazmış.
Ama ne kitap!
Deyiş yerindeyse, Hollande'ı yerin dibine batırıyor.
Ne kadınlar konusundaki zaafı kalıyor adamın, ne sözüne güvenilmezliği, ne "sosyal demokrat" olmasına karşın yoksulları aşağılaması, ne de dünyada saygı uyandırmaması...
Kadın belli ki bütün silahlarını çekmiş; öyle bir-iki darbeyle yaralayıp geçmek niyetinde değil, paramparça etme arzusunda.
Aşk (ya da aşk sanılan şey) ile nefret arasındaki mesafenin ne kadar kısa olduğu bir kez daha kanıtlanıyor.
"Aldatılan", "terk edilen", "ihanete uğrayan" kadın, dengesini ve hayatının anlamını kaybediyor. Erkeğinin, sinema oyuncusu Julie Gayet ile ilişkisini öğrendiğinde verdiği ilk tepkisini kitabında anlatıyor:
"Banyoya koşup uyku hapı dolu küçük naylon torbayı kapıyorum. François peşimden geliyor ve torbayı elimden almaya çalışıyor. Yatak odasına koşuyorum. Torbayı elimden almayı başarıyor. Torba yırtılıyor. Uyku hapları yere dağılıyor. Yerden topladıklarımı ağzıma atıyorum..."
(Ne kadar sıradan, ne kadar banal bir sahne, değil mi? Demek ki Elysee Sarayı'nda oturmak, insanı sıradan duygulardan ve tavırlardan korumuyormuş!..)
Bundan iki hafta kadar sonra - aralarında resmî nikah olmayan - çiftin ayrıldıkları "resmen" açıklanıyor.
Ardından intihar isteğinin yerine çok daha fazla beceri gerektiren bir plan geliyor: İntikam!
* * *
Ve yılların gazetecisi Trierweiler, bu kez usta kalemini 9 yıl birlikte yaşadığı Hollande için konuşturuyor.
Her şey en ince ayrıntısına kadar düşünülüyor. Hatta "her ihtimale karşı" kitabın baskısı Fransa'da değil, Almanya'da yapılıyor.
Zaten işleri iyi gitmeyen ve reytingi yüzde 13'e kadar düşen Cumhurbaşkanı'na "çok özel" bir darbe indiriliyor.
Haberlere bakılırsa, 200 binlik ilk baskısı anında kapışılan "Merci pour ce moment" ("Bu an için teşekkürler") adlı kitap, Harry Potter'i ve Grinin 50 Tonu'nu geride bırakmış. İçeriğin magazine ilişkin "çekici" unsurlarının yanı sıra, Hollande'ın "yoksulları sevmediği ve onlara 'dişsizler' dediği" gibi iddialar da şimdiden siyaset sahnesini karıştırmış.
Fransa Cumhurbaşkanı iyice köşeye sıkışabilir.
Bu Trierweiler'in intikamını alması anlamına gelir mi?
Emin değilim. İntikam duygusu bazen sahibini yok edene kadar büyüyen bir tümör gibi yaygınlaşabilir.
Yine de kitabın yazarına kısmen de olsa tatmin getireceği bugünden belli.
Bir de en az yarım milyon Avro...
Eh, fena bir sonuç değil herhalde.
* * *
Fransa liderlerinin özel hayatları ile gündeme gelmesine alıştık. Eski cumhurbaşkanları Valéry Giscard d'Estaing, François Mitterrand, Jacques Chirac ve Nikolas Sarkozy'den sonra, şimdi sıra Hollande'da.
Onun Elysee Sarayı’ndan çıkınca motosikletine atlayıp kaskını taktığı gibi soluğu sevgilisinin evinde aldığı, bu yılın başlarında ortaya çıkmıştı. (Ben de bu köşede 12 Ocak 2014'te Fransa Cumhurbaşkanı'nın aşkı ve bizim aşksızlığımız başlıklı bir yazı yazmıştım.)
Hollande'ın 30 yıllık hayat arkadaşı, dört çocuğunun annesi ve halen Çevre ve Enerji Bakanı olan Ségolène Royal, kitap hakkında yorum yapmayı bile gereksiz gördüğünü vurgulayarak "farklı bir kadın" olduğunun altını kalın bir çizgiyle çizdi.
İki şey aklıma geldi.
Birincisi, adı 2011'de New York’ta bir kat hizmetlisi ile zorla cinsel ilişkiye girdiği haberleriyle duyulduktan sonra İMF başkanlığından istifa etmek zorunda kalan Fransız lider Dominique Strauss-Kahn ile birlikte skandalı göğüsleyen gazeteci eşi Anne Sinclair'in, olayın gürültüsü geçtikten sonra, ertesi yıl eşini sessiz sedasız boşamasıydı.
İkincisi ise 25 yıl Chirac'ın şoförlüğünü yaptıktan sonra 1997 yılında işten atılan Jean-Claude Lomond'un Onunla Yirmi Beş Yıl adıyla yayımladığı anı kitabındaki, kadınlarla yaşadığı maceralarla ünlü Cumhurbaşkanı hakkında çıkarılan alaycı dedikodu: "Duş dâhil 3 dakika!.."
İnsanlar ve karakterler farklı farklı. Egoların büyüklüğü de öyle. İç dünyalardaki iyilik ile kötülük arasındaki dengeler de...
* * *
Trierweiler ve Hollande...
Bir kadın ve bir erkek...
Bir vakitler birbirlerini çılgınca sevdiler. Kim bilir neler yaşadılar...
Şimdi iki düşman gibiler.
Aşk ve nefret...
İki güçlü duygu...
Acaba hangisi daha güçlü?
Aşktan doğan nefret bazen çok uzun ömürlü olabilir.
Ya aşk?
Biz onun daha uzun sürdüğünü sansak da, o, çoğu kez bir "an" kadar kısa sürer.
Âşık olduğunuz, "doğru kişi" midir, değil midir? "Doğru zaman"da ve "doğru yer"de mi âşık oldunuz?
Boş verin bunları!
O "an" için şükredin.
Ve içinizdeki kötülüklerden arınarak şu cümleyi telaffuz edin:
"Bu an için teşekkürler!" ("Merci pour ce moment!")
@AksayHakan