Hakan Aksay

01 Ocak 2021

2020'yi daha fazla taciz etmeden usulca "öküz yılı"na geçerken

İnsan yaşayabilmek için ölümü unutmak zorunda. Covid-19 ortaya çıkıp insanlığı teslim aldığından beri bu mümkün olmuyor. Yani artık ölümü unutamıyoruz. Her gün onu düşünüyoruz.

Dün sabah uyandığımda karanlıktı. Bir süre akıllı bir şeyler düşünebilseydim kendime yatakta kalmak için soylu bir bahane bulmuş olacaktım. Beceremedim. Mecburen kalktım.  

Evden çıkmadan internette birkaç yazı okudum. Bazıları yeni yıl kutlamasıydı, daha doğrusu eski yılı uğurlama türünden bir şeyler. Sonuncusunu okurken aklıma yine aynı çetin soru geldi: Bir yazarın geçmişte yazdığı en iyi yazılar, onun bugünkü üretimi açısından moral bozucu bir etki yapabilir mi?

Arkadaşlarla yürüyüş saatimiz yaklaştığı için acele çıkmam gerekti. Arabaya bindim. Ana yola çıkana kadar "şoförün kemer takmadığı" yolundaki akıllı (ukala?) otomobil uyarısını göz ardı ettim. Buluşma yerine yaklaşırken berbat bir yılın sonunda ufak şeylere bile takan huysuz bir adam olduğumu düşündüm.

Ama tabii suç bende değil, 2020'deydi.

Malum, sağlık ve siyaset gibi nedenlerden dolayı insanlık olarak bir vakitte uydurduğumuz takvim birimlerini ve bu arada tek bir yılı böylesine küfür kıyamet suçlamak ve uğursuz ilan etmek pek moda son zamanlarda. Bazen bu bakımdan 2020'yi çok zavallı ve kitlesel tacize uğramış bir yıl olarak görüp savunma isteği hissediyorum içimde.

Yürüyüş rotamız kötümser duyguları anında dağıtacak kadar güzeldi. Her şeyden önce deniz, her gün başka bir makyajla ama her seferinde çok güzel bir çehreyle bizi karşılıyor gibiydi. Ayrıca dün hoş bir gariplik vardı: Kaybolmakta iyice geciktiği için kocaman beyaz bir futbol topuna benzemiş olan ay, hâlâ yükseklerde bir yerde asılıydı. Ve artık ortalık pek karanlık olmadığı için onca bulut ve dağ arasında güneşin nerede gizlendiği ilk anda belli olmuyordu.

Yürüyüş başladığında önce ayın güneşe darbe yapma ihtimali (!), sonra yıl biterken havanın ne kadar iyi olduğu, ardından tenha bir yerde yanımızdan geçen kadınların bize bakmaktan, selamlaşmaktan kaçınarak kendilerini koruma gayreti ve burada yazmayacağım birkaç konu üzerine sohbetler ettik.

* * *

1,5 saat kadar sonra eve dönerken şoför kemerini hemen taktım, otomobil de bunu fark edip beni uyarmaya girişmediği için aramızda kimin daha akıllı olduğu üzerine açık bir mücadele çıkmadı. Eve yaklaşırken arabamı tanıyan iki küçük sokak köpeğinin yine umutla koşarak yaklaştıklarını görünce yanımda kuru mama olmadığını hatırlayarak üzüldüm. Sonra birkaç ay önce doğan bu güzel çocukların diğer üç kardeşinin, açlıktan dağlardan insanların yaşadığı yerlere inmek zorunda kalan gariban domuzlarla çıkan savaşlar sırasında hayatlarını kaybettiği aklıma geldi; daha çok üzüldüm. Sonra yaklaşık iki yıl önce kaybettiğim köpeğimi hatırladım; iyice kötüledim.

Eve girmeden durup düşündüm. Hâlâ ölüme karşı, onu doğal gören, mantıklı bir yere yerleştiren "uygun" (?) bir yaklaşım bulamamıştım. Galiba o, hayatımdaki en güçlü, en etkili, en ürkütücü kelime olarak kalıyordu: Ölüm… Özellikle de sevdiklerimin adıyla yan yana gelince…

Sonra tükenmekte olan yıl aklıma geldi. 2020… Covid-19 yılı… Korku yılı… Ölüm yılı…

Covid-19'un bizi nasıl değiştirdiği üzerine tonla malzeme birikti; aralarında ilginç analizler ve tavsiyeler de var. Belli ki "yüz yılda bir rastlanan" türden ciddi bir felâketle karşılaşan insanlar toparlanıp bir tür karşı atağa geçmeye çalışıyor.

Benim için Covid-19 meselesinin yarattığı etki ve kısa sürede değiştirdiği şey, yine ölümle ilgili.

İnsan yaşayabilmek için ölümü unutmak zorunda. Doğduğumuz andan başlayarak hızla yaklaştığımız ve bazen de ani bir depar atarak kavuşuverdiğimiz ölüm, sanki hayatımızda hiç olmamalı. Daha doğrusu o hiç yokmuş gibi davranmalıyız. Bunun için kısa sürede unuturuz ölenleri de, yaklaşan kendi ölümümüzü de…

Covid-19 tüm ürkütücü haliyle ortaya çıkıp insanlığı teslim aldığından beri bütün bunlar olmuyor. Yani artık ölümü unutamıyoruz. Her gün onu düşünüyoruz. Sokağa çıktığımızda, işe gittiğimizde, koskoca bir parkta tek bir kişiyle karşılaştığımızda bile korkuyoruz ondan, ölümden. Ve ölümün sinsi tohumunu kapıp da onu istemeden sevdiklerimize taşıyarak zarar vermekten, öldürmekten korkuyoruz. 

Japon Samuraylar gibi değiliz ki biz. Onlar her gün ölümü düşünürlerdi. Ona hazırlanırlardı. Ve korkmazlardı ondan.

Bizse korkuyoruz ölümden. Çünkü bilmediğimiz şeyin cazibesine inanmıyoruz. Dindar olduğunu söyleyenlerimiz de sanırım inanmıyor ve aynı ölçüde korkuyor.

Peki ondan korkup kaçarken sığındığımız yer neresi? Hayat! Nasıl bir hayat? İşte bu soru hem en önemlisi, hem de en zoru. Çünkü "bilmediğimiz yerden çıkıyor" bu soru. Yaşamasını, hayatı, zamanı iyi değerlendirmesini bilmiyoruz pek. Ama ölmek? Haaayır, o "her zaman erken" (bu kalıp da tam riyakârlık tabii; "her zaman erken" ise, asıl niyet, resmen "kazık çakmak" demektir)…

* * *

Eve girdim. Önce haberlere, sonra maillerime ve pek bir sosyal medyama baktım. Bir sürü "yeni yıl dileği"… Çoğu neredeyse birbirinin ikiz kardeşi. İnsanlar kendi kutlama mesajlarının içeriği için asla yaratıcı emek harcamıyorlar, ama kopyala-yapıştır cümleleri ve görselleri yollama nezaketi bakımından her türlü fedakârlığa katlanıyorlar. Bazıları ismen hitaba bile gerek görmemiş. "Ee, seni insan yerine koyup 'bi copy' de sana gönderdik ya, daha ne istiyorsun!" edasında mesajlar bunlar…

Banka falan gibilerinin mesajlarını can yakmayan hafif küfürler eşliğinde hiç bakmadan sildim. Başında Jingle Bells notaları olan sesli mesajları da öyle. Ötekilerin çoğuna ya "beğen" yaptım, ya nispeten ilginç bulduklarımı karıştırıp birinin attığını ötekine yollayarak üç kağıtçılığa ortak oldum. Bazılarına da üşenmeyip kendi banal cümlelerimi yazdım. (Karşılığında sık kullanılan emojilerden çeşitli ödüller aldığımı da itiraf edeyim.)

Bu arada bazıları 2021'in Çin Takvimi'ne göre "boğa yılı" olduğunu ("öküz yılı" diyen de var, hiç gocunmam), bunun da 12 yılda bir değişen döngü üzerinden "benim yılım" sayıldığını müjdelemiş. Pek sevindim.

Sonra daha yararlı bir iş yapma ihtiyacı hissettiğimde şu iki sevimli köpek yavrusu geldi aklıma. Onlara mama götürmek üzere tam bilgisayarımı kapamak üzereydim ki WhatsApp'a bir mesaj düştü.

Belki 15 yıldır görmediğim çok şakacı bir eski kız arkadaşımdan. Usta bir photoshop numarası ile Covid-19 elbiseli Azrail'ini atlatıp hayatta kalan cingöz bir fotoğrafını yerleştirip altına yazmış: "Bak ben hâlâ hayattayım. Bakalım hangimiz daha önce öleceğiz?" Soru işaretinden sonra da gülücük emojisi.

Sesli güldüm. Demek ki ölüm bazen güldürebiliyor beni. Samuray gibi davranmasını beceremesem de henüz…