H. Bader Arslan

25 Eylül 2009

Krizden Çıkış ve Borçlanma Sorunu

Krizin etkisiyle tüm dünyada hükümetler borçlanmaya öyle ağırlık verdi ki; bazı ülkelerde kamu borçları neredeyse milli gelire ulaştı.

Krizin kamu maliyesi üzerinde üç dev etkisi oldu. Birincisi gerileyen ekonomik faaliyetler nedeniyle vergi gelirlerinde azalma. İkincisi, zayıflayan özel sektörün bıraktığı boşlukları devlet eliyle doldurmak için kamu yatırımlarındaki artış. Üçüncüsü ise hem azalan vergi gelirini telafi, hem de harcamaları finanse etmek için borçlanmadaki artış.

Krizin etkisiyle tüm dünyada hükümetler borçlanmaya öyle ağırlık verdi ki; bazı ülkelerde kamu borçları neredeyse milli gelire ulaştı. Euro kullanan ülkeler için azami %60 olarak belirlenmiş olan borçların milli gelire oranı kriteri, artık birçok ülke tarafından karşılanamıyor.

Biliyorsunuz dünyanın bu haftaki ekonomi gündeminin birinci maddesi, dün Pittsburgh’da başlayan ve bugün sona erecek olan G-20 Zirvesi. G-20 dokuz gelişmiş (AB de temsil ediliyor), on bir yükselen ekonomiyi bir araya getiren bir oluşum. Bu organizasyonu önemli kılan özelliği, üye ülkelerin dünya milli gelir toplamının %85’ini oluşturuyor, ihracatının %80’ini yapıyor olması. Geçtiğimiz Nisan ayında Londra’da yapılan ve önemli kararların alındığı zirvenin başarısı da, G-20 toplantılarını artık daha yakından izlenir hale getirdi.

Geçtiğimiz günlerde bu konuda iki kez yazdığım için detaylarına fazla girmeyeceğim. Asıl altını çizmek istediğim nokta, yazının başında açıklamaya çalıştığım üç sorunun G-20 ülkeleri için de önemli sorunlar olduğu.

2010 yılında, G-20 ülkelerinin 37 trilyon doları bulan borçları toplamı, milli gelirin %82,1’ine ulaşacak. Bu oran iki yıl önce %62’ydi. Artan borçlanma sorunu gelecek için fazla iyimser olanların hayal kırıklığı yaşamalarına sebep olabilir. ABD’li profesör Kenneth Rogoff yüksek borç oranını, krizden çıkış sürecindeki en kırılgan sorun olarak gösteriyor ve uyarıyor: “Bundan sonraki kriz, aşırı genişlemiş yükselmiş kamu borçlarından kaynaklanabilir”.

Şu anda tarihin en düşük düzeylerine inmiş faiz oranları, yıllar boyunca böyle seyredecek değil. 2010’un ikinci yarısında ABD başta olmak üzere birçok ülke de faizlerin yeniden yükselişe geçmesi bekleniyor. Yani bu döneme kadar kapatılmayan krediler yenileneceği zaman, kamu idareleri daha yüksek oranlarda faiz ödemek zorunda kalacaklar. Bu da borcun çevrilmesi sorununu daha ciddi boyutlara taşıyabilir.

Diyelim ki; devletler riski giderek artan borçlanmadan zamanla vazgeçmeye başlayacaklar. O zaman ellerinde bütçelerinin daha fazla açık vermesini engellemek için iki alternatif kalıyor. Biri vergi oranlarını artırmak, diğeri de harcamaları kısmak. İki alternatif de büyüme planlarını uzun süre ertelemek anlamına geleceği için, kısa vadede uygulanma olasılıkları zayıf görünüyor.

Borçlanmaya devam edilmesi durumunda ise, artan bütçe açıkları tahvil alıcıları için giderek büyüyen bir risk unsuru olarak algılanmaya başlayacak, borç verme isteğini kısıtlayacak ve faiz oranlarını olması beklenenden daha da yukarı çekebilecek.

İşte böyle özetleyebileceğim ve papatya falına dönen ‘borçlan-borçlanma’ ikilemi, başta G-20 olmak üzere birçok ülkenin yakın zamanda karşılaşacağı en önemli sorun olarak görünüyor.