Eğer bir ülke dış ticaretinde açık veriyorsa, döviz girişi sağlayan başka alternatiflerle bu açığı kapatmaya çalışır. Bunlar borçlanma, özelleştirme, doğrudan yabancı yatırım girişleri, portföy yatırımı girişleri olabilir. Fakat asıl yapılması gereken şey, söz konusu açığın daralmasını ve tamamen kapanmasını sağlamaktır.
Yaklaşık rakamlarla ifade ediyorum: Türkiye 2008 yılında 70 milyar dolar dış ticaret açığı ve 42 milyar dolar cari açık verdi. Kriz yılında dış ticaret açığı 38 milyar dolara, cari açık 14 milyar dolara düştü. Bu yıl için dış ticaret açığının 55 milyar dolar, cari açığın 40 milyar dolara yakın gerçekleşmesi bekleniyor.
Cari açığın finansmanında sorun yaşamıyoruz; bu yıl da öyle olacak. Fakat aranması gereken şey, açığın nasıl finanse edileceği değil, bu açığın kapanmasını sağlayacak yollar olmalı.
Açığın nedenleri
Dış ticarette ve cari dengede verilen açığın en önemli nedeni Türkiye’nin yaptığı yüksek ithalat. İthalatın yüksek seyretmesinin çeşitli sebepleri var.
Birincisi, içerideki enerji kaynaklarının sınırlı olması nedeniyle dışarıdan almak zorunda olduğumuz petrol ve doğalgaz. İthalatın yaklaşık dörtte birini bu iki ürün oluşturuyor.
İkincisi, makine, demir-çelik ve plastik ürünleri gibi iç ve dış taleple paralel seyreden ürünler. Bu üç üründe 2009 ithalatı sırayla 29.3, 11.3 ve 6.9; toplamda ise 35.1 milyar dolar. Bazıları doğrudan iç talebi karşılamak için ithal edilirken, bazıları ise içeride işlendikten sonra ihraç edilmek üzere dışarıdan alınan bu ürünler ithalat faturasını kabartıyor.
Üçüncüsü, öyle ürünler var ki; ülkemizde benzerleri olmasına rağmen tüketici tercihleri nedeniyle dışarıdan alınıyor. Makine sektöründe ciddi bir ithal mal tercihi var. Tekstil-hazır giyim ürün grubunda 2009 ithalatımız 8.4 milyar dolar.
Dördüncüsü, TL’deki değerlenmenin enerji dışındaki hemen her ürününü ithalatını teşvik ediyor olması. Türkiye’de istihdam ve enerji maliyetleri ithalat yaptığımız ülkelerin çoğuna kıyasla yüksek. Bunun üzerine bir de TL değerlenince, aradaki açık daha da büyüyor ve yabancı ürünler daha da ucuzluyor. Bu da yerli malından ziyade yabancı malları almayı cazip hale getiriyor.
Ülkemizin 2008 yılında yaptığı 202 milyar dolar ithalatın %89’unu (179 milyar dolar) yatırım malları ve ara malları oluşturuyordu. 2009’daki 140 milyar dolarlık ithalatın ise yaklaşık yüzde 86’sını (121 milyar dolar) bunlar oluşturdu. Bu bize, enerji dışı ithalatın azaltılabilmesinin mümkün olduğunu gösteriyor.
Türkiye şu malın üretiminde birinci, şunda birinci, şunda üçüncü gibi şeyler ilkokulda öğretilirdi eskiden. Tamam bunlar iyi şeyler ama, biraz da diğer tarafa bakmak gerekiyor.
Türkiye dünyada hurda metal ithalatında birinci, dizel motor ithalatında ikinci, polipropilen ithalatında ikinci, sıcak mamul demir ithalatında ikinci, pamuk ithalatında dördüncü, buğday ithalatında altıncı, bakır ve işlenmemiş alüminyum ithalatında yedinci sırada yer alıyor.
Bunları görünce ‘tüh!’, ‘vah!’ demeyin çünkü birçoğunda kendimize yeterli olduğumuz bu ürünleri işleyip ihraç ediyoruz. Ama öyle de olsa, neden Türkiye’de hem üretip, hem de işleyip ihraç etmeyelim!
Çözümler
Dört başlıkta toplamaya çalıştığım (başkaları da var) bu ana sorunları kısa vadede çözmek mümkün değil. Hepsi için orta ve uzun vadeli arayışlar gerekiyor.
Örneğin, enerji ithalatını kısmak için içeride petrol ve gaz aramaya ağırlık vermek, yenilenebilir ve ucuz enerji kaynaklarına yönelmek gerekiyor. Aslına bakarsanız, son dönemde bu yönde adımlar atılıyor. TPAO Karadeniz’de petrol arıyor. Önümüzdeki 3 üç yılda 4 milyar dolar yatırım yapılacak ve beş yıl içinde 500 yeni kuyu açılacak. Rüzgar enerjisine yönelik yatırımlar henüz Avrupa’nın çok gerisinde olsa da hareketlenme var. Ama dediğim gibi; bunlar orta ve uzun vadede çözüm getirmesi muhtemel çalışmalar.
Tek başına enerji ithalat ihtiyacını azaltmak yeterli değil. Bu nedenle ithal ettiğimiz bazı ürünleri içeride üretmeye yönelmemiz, ya da bunları üreten yabancı şirketleri satınalmamız gerekiyor. Dış Ticaret Müsteşarlığı son birkaç ayda bu amaçla, Girdi Tedarik ve İhracata Yönelik Üretim stratejileri üzerinde çalışmaya başladı.
Geçen hafta Ankara’da Dış Ticaret Bakanı başkanlığında geniş katılımlı bir toplantı düzenlendi. Maliye, Dış Ticaret, Hazine, Çalışma, Sanayi Müsteşarları, Merkez Bankası Başkanı, TİM Başkanı, TOBB Başkan Vekili, Demir-Çelik sektörü temsilcilerinin katılımıyla gerçekleşen toplantıda, ithal ihtiyacını azaltacak, yerli üretimi teşvik edecek önlemler görüşüldü.
Bu çalışma, ithalatın ve cari açığın gerilemesini, yerli üretimi ve istihdamı geliştirmeyi amaçlaması olmak üzere iki açıdan büyük önem taşıyor.
Ancak bu stratejilerin yanında bir de toplumumuzdaki ithal malı özentisini (!) kırmak ve yerli mal tercihini güçlendirmek gerekiyor. İthalatı yasaklamak ya da sınırlamak mümkün olmadığına göre; içeride üretilen malların rekabet gücünü artırmak lazım. Kastım maliyetlerini düşürmek değil, imajlarını güçlendirmek. Bunun için yapılması gerekenler sıralamasının başında ‘markalaşmak’ geliyor.
Kısa ve orta vadede Türkiye ekonomisi büyüdükçe, cari açık da bir sorun olarak kalmaya devam edecek. Bu sorunu çözmek için uzun vadeli, proaktif ve sistemli çalışmak gerekiyor.
Düzeltme: 23 Eylül tarihli yazı 2. Paragraf: “Kriz döneminde hemen hemen bütün paralara karşı değer kaybeden euro”