Atom bombasının hikâyesi, Kral Edward dönemi İngiltere'sinde başlıyor, yıl 1914.
Bir gün bir yazar, çok büyük güce sahip bir bomba hayal ediyor ve buna "atom bombası" diyor. Bunu söylediğinde henüz atomun kendisi ortada yok. Bu sırada radyoaktivite keşfedileli yalnızca 10 yıl olmuş; radyoaktif ışınlarla tanışılmış ancak bu gizemi anlama çabası içindeki Ernest Rutherford ve ekibi, Cavendish Laboratuvarı'nda araştırma üzerine araştırma yapmaktadır.
Dahası, insanlık atom bombası ile bundan tam 31 yıl sonra tanışacaktır.
Atom bombasını ilk telaffuz eden Herbert George Wells (HG Wells), 1900'lerin başında yazdığı bilim kurgu romanları ile ünlü bir yazardır.
Kendisini sosyalist olarak tanımlayan Wells'in bugün bizlerin de çok iyi bildiği Dünyalar Savaşı, Zaman Makinesi, Dr. Moreau'nun Adası ve Görünmez Adam gibi çok sayıda bilim-kurgu romanı yanı sıra, tarih ve felsefe türünde kitapları da bulunuyor. Wells’in özellikle 1920 yılında yayınladığı "The Outline of History" adlı eseri Atatürk’ün de ilgisini çekmiş ve Nutuk'ta bu kitabı referans göstererek birleşik bir "Dünya devleti' kurma hayalinin gerçek dışı olmadığını vurgulamıştır.
Wells, dönemin bilimsel keşiflerinin büyüsü altında, bu keşiflerin yol açacağı teknolojik sıçramaları bir fütürist gözüyle hayal edebiliyor. Bu yeteneği onun bir dizi ütopik eser üretmesini tetiklemiş ve bu eserlerinde o dönem için hayali bile zor uçakların, tankların, uzay yolculuğunun, nükleer silahların, uydu televizyonun ve hatta Web benzeri yeniliklerin yaşamımıza gireceğini öngörmüş.
Wells'in bir yazar olarak bilim kurgu türüne yaptığı olağanüstü katkılar ona "Bilim Kurgunun Babası" unvanını kazandırmışsa da 1921, 1932, 1935 ve 1946'da dört kez aday gösterilmesine rağmen Nobel Ödülü'nü alamadığını biliyoruz.
The World Set Free
Wells, atom bombasını ilk dile getirdiğinde Birinci Dünya Savaşı henüz başlamamıştı. 1913'te kaleme aldığı ve 1914 tarihinde yayımlanan kitabı "The World Set Free" de, uranyum ve toryumdan yapılmış "uzun süreli patlamalar yapabilen" bir el bombası tarif ediyor ve ona "atom bombası" adını veriyor; hatta uçaktan atılacağını söyleyerek o zaman dilimine göre oldukça şaşırtıcı bir öngörüde bulunuyor.
Wells, romanında hayal ettiği atom bombasını radyoaktif izotopların ışınım yayarak bozunması temeline dayandırıyor ve salınan enerjinin kontrol altına alınarak patlama süresinin artırıldığı, onun anlatımında hayal ötesi bir anlam kazanıyor.
Şöyle diyor Wells, 1913 yılında yazdığı bu kitabında:
" Bu amaçla uranyumu ve toryumu kullanabilmeliyiz; bir şehri bir yıl boyunca aydınlatmak, bir savaş gemisi filosunu veya dev gemilerimizden birini Atlantik'te göndermek için gerekli enerjiyi elde etmek mümkün; ayrıca radyoaktif bozunumun çok yavaş olduğu elementlerdeki süreci hızlandırmamızı sağlayacak bir yöntem bulmalıyız. Dünyadaki her katı madde kırıntısı, bu şekilde bir yoğun güç deposu haline gelecektir. Bayanlar ve baylar, bunların bizim için ne anlama geldiğinin farkında mısınız?"
Müthiş bir hayal gücü.
Burada Wells'in radyoaktivite ve radyoaktif maddeler konusunda o dönemin öncü bilim insanları kadar olmasa da ciddi düzeyde bir bilgiye sahip olduğunu anlıyoruz.
Wells, radyoaktif bozunum yoluyla elementlerin enerji yaydıklarını, bu reaksiyonların bir biçimde hız kazandırılması ile kısa sürede çok büyük miktarda enerjinin ortaya çıkacağını ve bu muazzam enerji ile çok güçlü bir patlayıcı yapılabileceğini savunuyor. Dönemin bilimsel gelişmelerini çok yakından izlediği anlaşılan Wells, atom bombasının varlığını ise bir kesinlik ifadesiyle sunuyor.
Burada Wells'in Rutherford'un öğrencisi olan ve radyoaktif bozunum zinciri üzerine çalışmaları ile tanınan Frederick Soddy'nin "The Interpretation of Radium (1909)" isimli çalışmasından esinlenmiş olabileceği belirtiliyor.
Wells'in atom bombası
Ancak burada hemen belirtelim: Wells'in tarif ettiği atom bombası ile 1945 yılında Hiroshima ve Nagazaki'ye atılan bomba aynı şey değil. Gerçek atom bombası, atom çekirdeğinin bir nötron etkileşimi ile parçalanması esasına dayanır. Wells'in kitabı kaleme aldığı dönemde ne atom çekirdeği ne de nötron biliniyor; nötron, o tarihten 18 yıl sonra 1932 yılında keşfedilecektir.
Ancak Wells kitabında bomba tarifi ile yetinmiyor; bombanın şeklini ve uçaktan nasıl atıldığını da anlatıyor. O zamana değin bu türde ve yüksekten atılmış bir bomba yok. Okumaya devam edelim:
".. iki eliyle Atom bombasını kutudan çıkardı. Bu iki feet çapında siyah bir küreydi. Emin olmak için boynunu uçağın yan tarafına uzattı; hızını ve mesafesini değerlendirdi. Sonra çok hızlı bir şekilde öne eğildi, sapı ısırdı ve bombayı bıraktı.
Bomba havada kör edici bir kırmızılıkla parlayarak düştü; bir kasırganın ortasında spiral olarak alçalan bir alev girdabı şeklinde bir sütun oluştu. Her iki uçak da yükseğe ve yanlara savruldular.
Tekrar aşağıya baktı; bu küçük bir yanardağın kraterine bakmak gibiydi. İnsanları net bir şekilde ayırt edemeyecek veya bombanın bina üzerindeki etkisini belirleyemeyecek kadar yüksekteydiler. Sonra başka bir bombayı öncekinin ardından gönderdi.
Patlama bu sefer doğrudan uçağın altındaydı ve üçüncü bir ateş girdaplar oluşturarak aşağıdaki binaların üzerine yağdı."
Wells, 1914 yılında, Birinci Dünya Savaşı henüz başında, İkinci Dünya Savaşı'nı ve insanlığın burun buruna geleceği tarihin en büyük trajedisinin habercisi gibidir.
Jules Verne, 19. yüzyılda bilimin teknolojiye yansımalarını zihinlerde görselleştirmişti. Wells ise bu yansımaları yirminci yüzyılın karmaşıklığı içinde daha ileriye taşıdı ve farklı olarak, imha edici kanlı geleceği gördü. Günümüzün habercisi ise George Orwell oldu.
Onlar bilim insanı ya da medyum değildiler; yaptıkları şey biraz mühendislik, güçlü bir hayal gücü ve sonrasında noktaları birleştirmekti.
Bildikleri şey: "Eğimin yönü, sizin nereye doğru sürüklendiğinizi mutlaka gösterecektir!"
Kaynakça
http://members.peak.org/~danneng/decision/usnews.html
https://www.atomicarchive.com/history/first-pile/firstpile_03.html
https://www.atomicheritage.org/key-documents/hg-wells-world-set-free