Gündüz Vassaf

12 Kasım 2023

Gezegenimizde yol ayrımı

Yaptığımız, yapmadığımız her hareketle, söylediğimiz söylemediğimiz her sözle biziz türümüzün tarihini yazan

Üç yol kavşağındayız.

Atom Bilimcileri gezegenimizde "Kıyamet Saati" bildirilerinde nükleer savaşın an meselesi olduğunu duyurdular. Doksan saniye kalmış. Soğuk Savaş arifesi 1947'de bu uyarı yedi dakika, Soğuk Savaş'ın doruk noktalarından 1953'te iki dakika, Sovyetlerin çöktüğü 1991'de 17 dakikayken tehlike çanları şimdi doksan saniyeye kurulu.

Kavşakta ikinci çıkmaz yol iklim krizi. Yangına körükle giden kapitalizmin vahşetine rağmen "Ne yapabilirim?" demeden havluyu atanlar çok. Uyur gezer gibi yaşayanlarımız çoğunluk, tapınaklarında tek ses olanlar sessiz. Bu seneki rekorlardan sonra gelecek yaz ısının birkaç derece artıp asfaltların erimesiyle otomobillerimizin yollara yapışacağı, uçakların pistlere inemeyeceği gerçeği vurdumduymazlığıyla örtülü.

Gezegenimizin yol ayrımında üçüncü kavşak Yapay Zekâ. İnsan zekâsını yakın bir dönemde aşacağına, bizi yönetip yönlendirebileceğine kesin gözüyle bakılıyor. Savaş mağduriyetimizi değerlendiren algoritma "mantığı" savaşlardan sorumlu türümüzün imhasını programlayabileceği bir dönemin eşiğindeyiz.

* * *

Afrika'dan 80 bin yıl önce dünyaya yayılırken bizden başka Neanderthal, Denisovan, Floriensis gibi insan türlerinin yok olmasıyla tek kalan bizler, gezegenimizde başka türlerin yaşıyla karşılaştırıldığında, bebeğin emekleme çağında bile sayılmayız. Sümüklüböcek örneğin, 400 milyon yaşında. Sekiz kollu, üç kalpli, beyninden başka kollarında da 500 milyar nöronuyla (bu sayı insanda 85 milyar) ahtapotun yaşı takriben 450 milyon yıl.

Türümüzse bu kısacık çaylak ömründe geliştirdiği teknolojiyle evrenin gizlerini araştırabilen, tanrıya oynarcasına kalıtım mühendisliğiyle Homo Sapiens 2.0'u yaratma konumunda. Haddimizi bilmezliğimizin ilk tokadını ABD'nin Hiroşima'ya attığı nükleer bombayla yememize rağmen denetlemesini öğrenemediğimiz merakımızın peşinde dolu dizgin gidiyoruz. Etkilerini kaale almadığımız buluşlarımızla yaşam ahlakı arasında makas açılırken, öngörülmeyen felaketlere sürükleniyor, adını bile koyamadığımız, görünce tanıyamadığımız Frankenştaynlar yaratıyoruz.

Gezegenimizin yol kavşağındaki bu dönemi atlatabilirsek bir yeryüzü cenneti yaratabileceğimiz günler bizi bekliyor. Yakın gelecekte insanın çalışmasına gerek kalmayacağı öngörülüyor. Yapay zekâ, robotik, kuantum bilgisayarları, nanoteknoloji, 3 boyutlu yazıcıların devreye girmesiyle gelir dağılımında adaletsizlikler sürse dahi, bu teknolojilerle yaratılacak yeni servetle dünyada herkesin Evrensel Temel Gelir (Universal Basic Income) nosyonun da ötesinde, çalışmadan da refah içinde yaşayabileceği, isteyenin zanaatkâr, isteyenin sanatçı, isteyenin tohum ekebileceği bir düzen söz konusu.

Beni ürküten refah içinde yaşarken yan gelip yatmamız, hedonizmin tüketicisi olmamız. Bunun tuzağı son birkaç yılda milyarlar yatırılan Metaverse. İngiltere'nin Çin'e 19. yüzyılda zorla dayattığı savaşla insanları afyon tekkelerinde uyuttuğu gibi yakında kendimizi Metaverse'te arzularımızı avatarlarımızla tatmin edeceğimiz alemlerde bulabiliriz. Korkum, başlangıçta çevresindeki canlılara göre zayıf olduğundan ancak dayanışmayla var olabilen türümüzün, birey tapınmasında toplumdan ve vicdanından kopup, tatminsizlik girdabında intiharlara yönelmesi.

* * *

Geleceğimize baktığımızda üçlü yol kavşağımızda başka yan yolların da belirsiz yönleri var.

Ulus devlet raf ömrünü tamamlamaktayken demokrasi ancak lafta var.

Ulus devlet gezegenimizin sorunları karşısında küçük ve biçare, yerel sorunları karşısındaysa hantal ve duyarsız. Tek millet, tek bayrak gibi aitliklerle kuruluşunda kimlik bulan ulus devlet, göçler, satılık vatandaşlıklar ve çok uluslararası ticaret yasalarıyla bağımsızlığını yitirmekte. Birinci Dünya Savaşı yıllarında cepheye gittiklerinde ölmek öldürmek istemiyorum diyen gençler, vatan haini diye devletleri tarafından kurşuna dizilirken, bugün aynı ülkelerde, türümüzün tarihinde ilk defa vicdanı ret bir hak. Devletler giderek paralı askerler ve profesyonel ordularla savaşlarını sürdürmekte. Fransız devrimiyle şaha kalkan aşağıdaki gibi milli marşlar miyadını doldurdu:

Öldürmeye gelmişler
Kadınlarımızı, çocuklarımızı ve bizleri
Vatan için ileri
Sıklaştırın safları
Silahları kapın
Alçakların kanlarıyla
Sulansın topraklarımız. 

* * *

Demokrasi.

Var mı?

Hiç var mıydı?

Eski Yunan'da kadınlar ve kölelerin temsil hakkı olmadığı gibi bugün de halk için, halka göre, halk tarafından kıstasına uyan hangi ülke var? Seçimde meşruiyet arayan, sınırlı bir zümrenin hakimiyetinde oligarşiler, zenginlerin tekelinde plütokrasiler. Kimi din üzerine kurulu rejimler.

Mesela, eski Güney Afrika gibi apatheid üzerine kurulu İsrail için özellikle demokratik bir ülke diyen Batılı liderler kendilerini kandırabiliyor mu?

Otokrasiler, totaliter devletler, diktatörlükler... Yasama, yürütme ve yargının nispeten karşılıklı denetim unsuru oluşan tek tük ülkelerdeyse, yasama ve yargı giderek güçlenen yürütmenin hizmetinde. Seçimle iktidara gelen popülist liderlerin gündemde olması, hızla kabuk değiştiren dünyamızın belirsizliğinden. Kadının rolü ve cinsel kimlik başta olmak üzere, şaşkın kitlelerin yüzyıllardan kalma küllerde kıvılcım ararcasına kendilerine eskiden güven veren geleneksel değerlerle, din, bayrak simgelerine tarihin akışında son kez sığınmakta olmaları. Olaki ilerde demokrasiyi çok kültürlü şehir devletlerde oluşturacağız.

* * *

Güçlü karizmatik liderlerin adaletsizliğe karşı bizleri peşlerinden sürükleyen çağ kapandı. En son düzene başkaldıran liderleri '68 kuşağında gördük. Mısır'da Tahrir, İspanya ve Fransa'da İndignados, ABD, İngiltere, Almanya'da Occupy Wall Street, Türkiye'de Gezi, Sovyetlere Şarkı Devrimiyle başkaldıran Baltık ülkelerindeki hareketlerde tek lider yok. Özellikle gençlerin yeni örgütlenmeleri, lidersiz, hiyerarşi tanımayan, dikey olmayan yatay hareketler. Yirminci yüzyılda devletlerin Almanya'da seferber ettiği Hitler Gençliği, Sovyetlerde Genç Öncüler, Çin'de Kızıl Muhafızlar örneklerinde gördüğümüz gibi artık hiçbir devlet gençleri peşine takamaz. Tersine politikacıların tavlayamadıkları için apolitik diye suçladığı gençler, oluşturdukları gezegenli ahlakla rejimlerin oyununu oynamamakla, topa girmemekle düzeni sarsmakta, gayri meşru kılmakta. Dünyayı yönetenlerin yaşlarına bakın. Biden 80, Putin 71, Jinping 70, Gutares 75, Papa 87, Netanyahu 73, Modi 73,Lula 78, Sisi 68, Erdoğan 69, Bahçeli 75…

Dünyayı nüfusunun yaş ortalaması 30!

Lakin vahşi kapitalizmin gençlerin geleceğini karartarak anlamsızlaştırmasına eşlik eden işsizlik varken, yaşlı yetişkinlerin, refah devletinin tuzu kuru emeklilerinin dünyayı sefahat peşinde turlaması, sırça köşklerinden utanmadan medya aracılığıya topluma yansıtttıkları yoz yaşantıları, yeni tür isyanlar ve şiddete gebe. Çözüm gençlik hareketlerinin yetişkinleri de ikna ederek yanlarına alırken, yetişkinlerin de '68'in "Otuz yaşından büyük kimseye güvenme" sloganını geçersiz kılması. 

Şunu da göz ardı etmemeli.

Dünya Amerika'ya bırakılmayacak, Amerika da Amerikalılara bırakılmayacak kadar önemli.

Çin'in ABD'yle yarışmasında taraf tutup "Oh olsun emperyalist Amerika'ya" diyenler çok olduğu gibi Rusya'nın ABD'ye kafa tutmasından da sessizce coşanlar çok. Oysa biri otoriter diğeri totaliter olan, kimsenin gidip yaşamak istemediği bu iki ülke dünya kamuoyuna kulaklarını tıkamışken, her yıl göçmenlerle beslenmekte olan Amerika birkaç yıl önce bir sosyalisti de başkan seçmenin eşiğindeydi. Lakin bu ülkenin emperyal saldırganlığına rağmen, "Dünyaya demokrasi götürüyoruz," diye inandırılan, gerçek yüzünü göremeyen Amerikalılara, daha yaşanır bir dünya için yol gösterici olabilmenin dillerini aramalıyız. 

Geleceğimizle ilgili son değinmek istediğim konu gezegenimizden de öte, uzay.

Uzayın sahibi kim? Bu abes sorunun cevabı şu anda ayda ve gök taşlarında madenlerin peşinde uzay müstemlekecileri. Avrupalıların yeni dünyayı "keşfedip" soykırımla ele geçirdikleri ibret verici tarihlerinden sonra şimdi de uzaya açılmamıza, sade gezegenimiz değil uzayın da selameti açısından dur demenin zamanı.

* * *

ABD'li psikiyatrist Lifton, ilk edebiyat eserimiz Gılgamış'tan bu yana, türümüzün ölümsüzlük düşleriyle yaşadığını söylerken dört tür ölümsüzlükten söz eder: Dinlerle başka bir alem, kalıtımla soyun devamı, yaratıcılıkla iz bırakmak ve tarihi ölümsüzlük. Yaptığımız, yapmadığımız her hareketle, söylediğimiz söylemediğimiz her sözle biziz türümüzün tarihini yazan. "Nereden biliyorsun" diye sorarak, her şeyi sorgulayarak, doğamızda savaş kaçınılmazdır, insan zekâsı eşit yaratılmamıştır masallarımızı ters yüz ederek, tüketim patolojimizden kurtularak… "Şairler ne zaman susacak" diye sorduğu şiirinde "Hepimiz şair olunca" der arkadaşım Reşit Ergener

Homo sapiens'e öğütlerim

Psikiyatrist deli tedavisi görmeli.
Hapiste yatmalı hâkimle savcı.
Balıkçı balık,
Avcı av olmalı.
Dört nala
Dünyayı koşturanlar
Kaybetmesinler gölgelerini.
Bayrak yarışında
Uzaya gitmeden astronotlar,
Amazon ormanlarını sahiplenmeli.
Evlatlarını kalıplarına koymasın
Annelerle babalar.
Ahtapotları tanır mısınız?
Kitapsızdırlar.
Onlardan öğrenmeli,
Merakımı hırsımdan arıtıp
Oyunuma kanmadan yaşamayı.