Pek bir bilimseliz. Baksanıza her şeyi rakamlarla ifade ediyoruz. Yabancı futbolcu formülümüz şimdilik 6+0+3, gelecek sezon da 5+0+2 olacak.
Son Fenerbahçe- Galatasaray derbisi pozisyon fakiriydi ve mesela ilk korner 57. dakikada atılmıştı ama biz rakamlı büyük tahlillere devam ettik; yok 4-4-2 ile başlanmış, sonra 4-2-3-1’e dönülmüş aslında 4-3-3 olmalıymış falan.
En son olarak da gündemimize 5+2 rakamları düştü. Bu da Türkiye Futbol Federasyonu’nun (TFF) Fatih Terim’e imzalattığı sözleşmenin süresini ifade ediyor.
Futbolumuz çıkmazda ama…
Sadece rakamları kullanarak değil her konuda o kadar çok konuşuyoruz ki. Her konuyu o kadar dallandırıp budaklandırıp özünden o kadar uzaklaştırıyoruz ki.
Oysa ki Amerika’yı tekrar tekrar keşfetmenin bir anlamı yok. Her ülkenin inişe geçtiği süreçler olabilir. Mesela Almanya’nın da, İspanya’nın da, Hollanda’nın da futbolda zor günler yaşamışlığı var. Ama onlar kimsenin gözünün yaşına bakmadan, gelecek eleştirileri göğüsleyerek radikal önlemlerle futbolu dar boğazdan çıkarıp yeniden hem de daha güçlendirerek ayağa kaldırabildiler.
Daha küçük ölçekte bakalım: Önce İsviçre, sonra Belçika iflastan uzun dönem stratejilerle çıktı ve inanılmaz gelişme gösterdi. Belçika şimdiden 2014’ün favorilerinden biri olarak gösteriliyor.
Ya Gana, ya Bosna Hersek?
Kavramları kendimize uyduruyoruz
Sıkıştığımızda kavramlara sarılıyoruz; büyük büyük laflar ediyoruz. Ne var ki o kavramlara göre değişeceğimize kavramları eğiyor büküyor kendimize benzetiyoruz. Daha da ötesi içini boşalttığımız o kavramaları artık kullanılamaz hale dönüştürüyoruz.
“Değişim” lafını, “yeniden yapılanma” lafını, “alt yapının önemi” lafını, “hak ederek kazanma” lafını, “istikrar” lafını ve daha birçoğunu ne kadar da çok duyduk değil mi?
Bu kavramları ağzımızdan düşürmedik ama uygulamada yine eski alışkanlıklarımızı sürdürdük. Onlardan bir gıdım taviz vermedik; hazır parayla taraftarı oyalayacak flaş transferler yapmaya devam ettik, futbolculara değerlerinin üstünde paralar vermeye devam ettik, gereksiz transferlere devam ettik. Ama işi tanımlamaya gelince adına “yeniden yapılanma” dedik, “reform” dedik.
En küçük başarısızlıkta da yine teknik direktör değiştirmeyi çözüm olarak gördük.
Tabi bir de kongre kazanan kulüp yönetimlerinin yeniden yeniden seçilebilmek için müthiş uzmanlaştıklarını da unutmayalım. Ve tüm bunları yaparken bir de kulüplerine “Halkın Kulübü” sıfatlarını eklemeyi ihmal etmediler.
Öbür tarafta biz kulüplerdeki bu makûs kaderi değiştirecek, değişimi cesaretle bir kıyısından başlatacak yönetimleri nafile bekledik.
Lucescu bile konuştu
Lucescu gibi Çavuşesku döneminde bile zarar görmeden yaşamış ve başarılı olabilmiş ketum biri, hafta sonu hazırlık maçları için geldiği İstanbul’da konuştu ve bazı imalarda bulundu. Galatasaray’da ve Beşiktaş’ta Fenerbahçe’ye karşı kaybedilmiş şampiyonlukların nasıl kaybedildiğini bir türlü anlayamadığını söyledi. Kafasındaki soru işaretlerinden bahsetti. Şampiyon yaptığı kulüplerden yollandığını hatırlattı.
Daha da önemlisi “Ben kulübün menfaatleri için paradan tasarruf yaparken kulüp yönetimleri para saçmayı tercih ediyorlardı” dedi. Ukrayna ile Türkiye’deki futbol ortamını yorumlaması istendiğinde ise “orada çalışıyorsun karşılığını alıyorsun, sürpriz olmuyor” anlamında şeyler söyledi.
Daha ne desin? Birkaç cümleyle durumumuzu özetleyivermiş.
Üstelik biz onun futbolumuza dair yaklaşık on yıl önce yaptığı uyarılarını da hiç dikkate almamıştık. Hatta kendisine öfkelenmiş ülkeden adeta kovmuştuk.
Çözüm nerede?
Sistemin en sıkı koruyucuları bile bugün futbolun bu şekilde bir yere varamayacağını biliyor artık. Ve şimdi herkes futbolu kurtarma derdine düşmüş durumda. Aksi zaten bindiği dalı kesmek olur.
Ne var ki kökten değişiklikler olmadan hiçbir şeyin değişmeyeceği, değişemeyeceği açık.
Köşe başlarını tutmuş insanlar değişmezse değişim nasıl olacak?
Reformu futbolu bu hale getirenler mi yapacak?
Terim her şeyin çözümü mü?
Milli takımın başına çözüm olarak Türkiye’nin en kariyerli hocasını getirmekle yılların biriken sorunları halledilemez.
Üstelik Fatih Terim o göreve üçüncü kez getiriliyor. Daha önce yaptıkları, daha doğrusu yapabildikleri ortada.
Hocanın getiriliş biçimine, hele 5+2 yıllık sözleşme imzalandıktan sonra Demirören’in Galatasaray yönetimine nispet yaparcasına imzayı basın mensuplarına teşhir etmesine hiç girmiyorum.
Sadece Federasyon Başkanı Demirören’in, yani futbolun bir numarasının Beşiktaş Başkanıyken kaç tane teknik direktörle çalıştığına dikkat çekmek istiyorum. Hem de sıradan teknik direktör değildi hiç birisi ama Demirören’in kıyımından kurtulamamışlardı o zamanlar. Şimdi aynı Demirören Terim’e uzun vadeli çalışma sözleşmesi bahşediyor. Bu sözleşme kendi fikri mi tabii o da ayrı tartışma konuşu.
Ayrıca sözleşme süresinin uzun olması tek başına hiçbir şeyi halletmez. Eğer muktedirlerin anlayışları değişmeyecekse hoca kısa çalışsa ne olur, uzun çalışsa ne olur?
Futbolu bu hale getirenler yine iş başındaysa onlarla reform, değişim, yenilenme nasıl olacak?
Türkiye’de kulüp yönetim anlayışları değişmiyorsa Milli Takım’a da bu anlayışların yansıyacağı açık. Türkiye’de futbolcu yetişmiyorsa yine gurbetçi peşinde koşacağımız açık. Başkalarının emekleri üzerinden kısa vadeli başarılar arayacağımız açık.
Devrim hayal gibi
Yani bu tabloda “devrim” diyebileceğimiz, ya da neyse “reform” diyebileceğimiz; futbolumuzu düzlüğe çıkaracak değişimler beklenmek hayal gibi…
Ne zaman ki hazır futbolcu aramak yerine kendi Ümit Milli Takımımıza, 20 yaş altı takımlarımıza daha fazla özen gösteririz, ne zaman ki en iyi hocaları en genç takımlara tahsis eder en fazla yatırımı alt yapılara yaparız, ne zaman ki o iyi eğittiğimiz gençlerimizi ısrarla oynatırız işte o zaman A Milli Takım’da da kalıcı başarılardan bahsedebiliriz.
Uluslararası turnuvaların değişmez takımlarından biri oluruz. Ama dereceye girer ama girmeyiz; süreklilik kazanırız.
Antrenör kim?
Terim kurtarıcı olarak Milli Takım’ın başına getirildi fakat pozisyonu konusunda bile kafaların karışık olduğu belli. Terim’in sorumluluklarının sınırı ne? Genel koordinatör mü yoksa takıma taktik veren teknik direktör mü? Takıma taktik veren, takımı sahada yönlendiren teknik direktörse- ki öyle yapıyor-, o zaman maç sonu basın toplantılarına teknik direktör olarak neden Hamza Hamzaoğlu giriyor?
Reform dedikleri bu mu yoksa?
Umarım tablo giderek değişir ve yanılan ben olurum. Umarım önce kafalar ve bakış açıları değişir.
Ve umarım bu kez her şey farklı olur…